SANATÇILARIN HAYAT HİKAYELERİ, GİORGİO VASARİ
İlk sanat tarihi kitabı olarak nitelendirilen Sanatçıların Hayat Hikâyeleri kitabının ilk baskısı 16. yüzyılda gerçekleştirilmiştir. Giorgio Vasari, İtalyan Rönesansı’nın belli başlı sanatçılarının hayat hikâyelerini yayımladığında, sanat tarihi disiplininin temellerini de atmış olur. Vasari’nin kullandığı biyografik yöntem, asırlar boyunca sanat tarihi yazımına öncülük eder ve model oluşturur.
Kitap, Rönesans’ın doğuşunu ve gelişimini dönemin belli başlı sanatçılarının hayatları ve yapıtları üzerinden anlatıyor. Cimabue ve Giotto’dan Alberti gibi perspektif teorisyenlerine ve Rönesans sanatının doruğunu temsil eden Raffaello, Leonardo ve Michelangelo gibi büyük ustalara uzanan Vasari, sanatçılarla ilgili ilginç anekdotların yanı sıra yapıtları hakkında da son derece ayrıntılı bilgiler veriyor.
SANAT TARİHİNİN TEMEL KAVRAMLARI, HEİNRİCH WÖLFFLİN
Klasik ve Barok sanat arasındaki temel farklar nedir? Sanatın farklı zamanlarda farklı kültürlerde sarmal biçiminde gelişmesinin temelini oluşturan bir kalıp model var mı? Aynı ressama ya da aynı resme tamamen farklı tepkiler vermemize ne yol açar?
Günümüzde klasik bir metin haline gelmiş olan, ilk kez 1920’li yılların başında Almanya’da yayımlanan Sanat Tarihinin Temel Kavramları’nda Heinrich Wöllflin, bu tür soruları yanıtlayacak bir dizi nesnel kriter sunuyor. Üslup, nitelik ve temsil şekli gibi unsurları karşıt beş kavram (Çizgisel-Gölgesel, Yüzey-Derinlik, Kapalı Biçim-Açık Biçim, Çokluk-Birlik/Bütünlük, Belirlilik-Belirsizlik) üzerinden ele alan yazar, heykeli ve mimariyi de derinlemesine inceleyerek altmış dört sanatçının eserlerinin çözümlemesini yapıyor. Botticelli, van Cleve, Dürer, Holbein, Brueghel, Bouts, Hals, Rembrandt, Velázquez, Tiziano, Vermeer ve daha pek çok önemli sanatçının ürettiği yaklaşık yüz elli görsel, okurun, Wöllflin’in sanat eleştirisi metodolojisini anlamasına yardımcı oluyor.
Bu kitap, sanat, sanat eleştirisi ve sanatın değerlendirilmesi konusunda yöntem araştırmaları yapanların sağlam temeller üzerinde ilerlemesini sağlıyor.
SANATIN ÖYKÜSÜ, E. H. GOMBRICH
İlk yayımlanma tarihi 1950 olan “Sanatın Öyküsü” bugüne kadar yayımlanmış sanat kitapları arasında en tanınmış olanlarından biridir. Bilinen ilk mağara resimlerinden günümüzün deneysel sanatlarına kadar uzanan geniş bir dönemi ele alan önemli bir başlangıç kitabı olarak, yayınlandığı günden beri rakipsizdir. Bu kitabın dünya çapında kazandığı büyük başarı, yazımındaki yalınlığa ve açıklığa dayanır.
Profesör Gombrich, sanat alanındaki derin bilgisini, anlattığı sanat çalışmalarına duyduğu sevgi ile birleştirip iletebilen gerçek bir usta olarak kabul edilmiştir.
SANATIN GEREKLİLİĞİ, ERNST FISCHER
Bu kitap, batı dünyasında büyük ve önemli bir gelişmenin ürünü olarak görülmüş, çok geniş yankılar uyandırmıştır. Avusturya’da Eğitim Bakanlığına kadar yükselmiş bir politikacı olan Ernst Fischer, 1959’dan sonra kendini bütünüyle edebiyata vererek Marx’çı eleştirmenlerin en önde gelenlerinden biri olmuştur.
Fischer bu kitabında, sanatları başlangıcından alıp günümüze kadar inceliyor, sanatın geçmiş ve gelecek toplumlardaki durumunu gözden geçirirken Keats, Kafka, Baudelaire, Brecht gibi sanatçıları çağdaş Marx’çı görüşle yeniden değerlendiriyor.
ESTETİK VE SANAT NOTLARI, S. M. KAGAN
Estetik, sanatsal değerler ortaya koyan, sanatsal-yaratıcı nitelik taşıyan böylelikle de özde ötekilerden ayrılan, kendine özgü insansal etkinliğin bir ürünü olarak sanatı, bu etkinliğin ne denli sanatsal olduğunu ve nasıl yürütüldüğünü araştırır.
Bu bakımdan, estetik, şu ya da bu yolda, yalnızca sanatsal yaratımın sonuçlarını değil, ama aynı zamanda, sanatsal yaratım sürecinin kendisini de ele almak zorundadır; yoksa, belli bir etkinliğin sonucu olan ürünün neyi temsil ettiği anlaşılamaz. Üstelik bir sanat yapıtı, insanların bilinçleri üzerinde bir etki uyandırsın diye yapılır ve salt bu algılama edimi içinde bir sanat yapıtı kendisini sanatsal bir değer olarak ortaya koyabilir.
Onun için, sanatın araştırılması, şu ya da bu biçimde, sanatsal algı ile sanatsal algının kendine özgü yasalarının ele alınmasını zorunlu kılar. Bu bakımdan, estetiğin araştırma konusu, yalnızca sanat değil; ama sanatçıyı, sanat yapıtını ve sanatı algılayan insanı kaplamak üzere, belirli bir iletişim sistemidir.
GÖRME BİÇİMLERİ, JOHN BERGER
‘’Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce bakıp tanımayı öğrenir.
Ne var ki başka bir anlamda da görme, sözcüklerden önce gelmiştir. Bizi çevreleyen dünyada kendi yerimizi görerek buluruz. Bu dünyayı sözcüklerle anlatırız ama sözcükler dünyayla çevrelenmiş olmamızı hiçbir zaman değiştiremez. Her akşam güneşin batışını görürüz. Dünyanın güneşe arkasını dönmekte olduğunu biliriz. Ne var ki bu bilgi, bu açıklama gördüklerimize uymaz hiçbir zaman. Gerçeküstücü ressam Magritte, Düşlerin Anahtarı adlı resminde sözcüklerle görülen ile nesneler arasında her zaman var olan bu uçurumu yorumlamıştır.
Düşündüklerimiz ya da inandıklarımız nesneleri görüşümüzü etkiler. İnsanların cehennemin gerçekten var olduğuna inandıkları Ortaçağda ateşin bugünkünden çok değişik bir anlamı vardır. ‘’
Yayımlandığı 1972’den günümüze, yağlıboya resimden reklamlara, görselliği ve imgeleri anlamanın, eleştirel bir görme biçiminin manifestosu olmuştur bu kitap.
SIRADAN OLANIN BAŞKALAŞIMI, ARTHUR C. DANTO
Amerikalı sanat kuramcısı, eleştirmeni ve filozof Arthur C. Danto’nun 1983 yılında yayımlanan kitabı Sıradan Olanın Başkalaşımı, çağdaş sanat yapıtları ve kuramlarının sorunsallaştırdığı sanat tanımı etrafındaki güçlükleri, özgün bir kavramsallaştırmaya tabi tutarak ele alıyor. Danto, sanat felsefesinin yer yer nesnesini bir kenara bırakıp kendi içine kapanan tavrına alternatif olarak kuramını gerek sanat gerek felsefe tarihinden örnekler yoluyla açıyor. Çağdaş sanat açısından yeni bir kuramın aciliyetine vurgu yapan kitap, çağdaş sanat yapıtlarını da içine alacak yeni bir sanat tanımının düşünülebilir olmasını sağlayacak bu yeni kuramda kurucu rolü sanat ile felsefe arasında bölüştürürken, sorgulamaya sanat kurumlarının dahil edilmesi gerekliliğine de değiniyor.Sanat felsefesiyle ve “sanat yapıtının” tanımlanmasıyla ilgili en ilginç felsefi kitaplardan biri…
Danto hem sanat felsefesi hem de sanat tarihiyle ilgili gıpta edilecek bir bilgi zenginliği sergiliyor. Sonuçta ortaya çıkan, gelecek yıllarda bu alandaki tartışmaların merkezine yerleşeceği kesin olan bir çalışma. Journal of Aesthetics and Art Criticism
Yazar, “sıradan nesnelerin nasıl sanat yapıtlarına dönüştüğü” sorusuna odaklanarak, sanat yapıtının tanımlayıcı özelliklerini ortaya koyuyor… Kitap, sanatta “üslup” konusuyla ilgili harika bir tartışma sunuyor. Danto, hem Nelson Goodman’ın bazı temel görüşlerini anlatıyor hem de onları tartışıyor…
Danto, sanatı sıradan olanın bir metaforu olarak sunuyor. Sanat apaçık şeyleri sıra dışı hale getirir; sıradan olanı paradokslaştırır. Ezber bozar. Commonweal
SANAT KOMPLOSU, JEAN BAUDRILLARD
Jean Baudrillard, 1996’da Sanat Komplosu’nu yayımladığında, artık çağdaş sanatın varlık nedeni kalmadığını ilan ederek sanat çevrelerinde büyük bir skandala yol açtı. “Sanat, bayağılığa, atıklara, vasatlığa, değer ve ideoloji diye el koyuyor,” diye yazmış, çağdaş sanatın hükümsüz olduğunu, bir hiç olduğunu belirtmişti. Bu “saldırı” karşısında bazı eleştirmen ve küratörler Baudrillard ismini defterlerinden sildiler; işi bilenlerse, yankılar uyandıran bu parlak “skandalın” şehvetli ürpertisini hissettiler yalnızca. Sanat hakkında ne söylendiği önemli değildi – yeter ki sanattan söz edilsin. Dünya çapındaki “Yeni Sanat Düzeni,” öylesine güçlü ve göz kamaştırıcıydı ki, kendisine yönelik her türlü tehdidi kışkırtmaya da, bu tehditleri sindirip massetmeye de muktedirdi. Sanat Komplosu’nda Baudrillard da tam olarak bunu iddia ediyordu: Eleştiri bir eleştiri yanılsamasına, tüketim düzenine içkin bir karşı-söyleme dönüşmüştü. Günümüzde sanat, tıpkı herhangi bir ticarî işletme gibi, kariyer fırsatları, kârlı yatırımlar ve yüceltilmiş tüketim nesneleri sunuyor. Sanatla ilgisi olmayan her şey sanata dönüşmekte. Roland Barthes, “Amerika’da cinsel ilişki dışında her yerde cinsellikle karşılaşabilirsiniz,” derdi. Şimdi her yerde sanat var, sanatta bile. Sylvère Lotringer
Jean Baudrillard, 1968 devrimi ertesinde düşünce dünyasında yaşanan Paris merkezli radikal dönüşümün avangardıdır. Onun geliştirdiği “simülasyon”, “hiper gerçeklik” gibi kavramlar bugün kültürel eleştirinin anahtarlarını oluşturur. Baudrillard’ın çağdaş sanat ve estetik üzerine incelemeleri, çağdaş sanat üzerine düşünenlerin temel referansları sayılır.
SANATIN İCADI, LARRY SHINER
Larry Shiner, öncelikle, Batı’nın diğer toplumlara ve hatta kendi geçmişine bakışının, son iki yüzyıl içinde kurumsallaşmış olan sanat ve zanaat ayrımına göre biçimlendiğini gösteriyor. İlk bakışta alanın çatışmalarını içermediği düşünülen sanat kavramlarının çoğunun, baştan aşağı ırkçılık, cinsiyetçilik, Avrupamerkezcilik, sömürgecilik ve sınıfsal ayrımcılıktan beslendiğini açıklıyor. Daha sonra, el emeği üzerinden kurulan “usta ve ustalık” kavramının gittikçe gözden düşürülerek; yerine eserinin bağımsızlık halesini korumak adına hayattan kopmuş “sanatçı ve sanat” kavramının yüceltilmesinin ve estetik değerin her şeyin önüne geçmesinin hikayesini anlatıyor. Geçmişin sanat ve zanaat, sanat ve hayat ayrımlarını içermeyen sisteminden modern güzel sanatlar sistemine geçiş sürecinde yaşanan bölünmeleri aşma yönündeki kuramsal ve sanatsal deneyimleri örnekleyerek günümüz sanatındaki alternatif arayışlara bağlıyor hikayesini.
Sanatın İcadı’nı kaleme alırken çağdaş Fransız düşüncesinden, özellikle Michel Foucault ve Paul Ricoeur’dan etkilenen Larry Shiner’in, her tür okurun zevkle okuyacağı, alışılmadık bir sanat kitabı. Yalnızca sanatseverlere değil, modern toplumun kurulma süreçlerini ve çağdaş düşüncenin hayatı yorumlama gücünün katettiği mesafeyi merak edenlere göre bir kitap.
GÜZELLİĞİN TARİHİ, UMBERTO ECO
Güzellik nedir? Sanat, zevk, moda nedir? Güzellik mantık çerçevesinde değerlendirilebilir mi? Güzellik üzerine nesnel saptamalarda bulunulabilir mi?
İşte Umberto Eco, bütün bu soruların merkezinden başlatıyor büyük keşif gezisini. Eski Yunan’dan günümüze doğru çıktığı zaman yolculuğunda okurunu da peşinden sürüklüyor. Batı kültürünün başyapıtlarını (“Milo Venüsü”nü, Andy Warhol’un “Marilyn”ini, Bosch’un canavarlarını, Botticelli’nin Madonnalarını veya Manet’nin odalıklarını göz ardı etmeden) en ince ayrıntısına kadar inceliyor.
Güzelliğin Tarihi, ne bir sanat ne de bir estetik tarihi; Umberto Eco, klasik dünyadan günümüze insan duyarlılığını etkileyen güzellik anlayışlarını belirleyebilmek için her iki disiplinin yani hem sanat hem de estetik tarihinin derinliklerine iniyor. Sadece Botticelli’nin ve Michelangelo’nun değil, altmışlı yılların modasının Mısır giyiminden nasıl esinlendiğinin, Roma’daki ve XVIII. yüzyıldaki saç kesimlerinin ortak noktalarının da anlatıldığı kitap, bilineni yeni kılıyor, bilinmeyenleri de ışığıyla aydınlatıyor.
Tarih boyunca estetiği tanımlamaya çalışmış pek çok incelemede estetik felsefesinin izleri sürülerek farklı okur kitleleri için hazırlanan Güzelliğin Tarihi, resmi, heykeli, mimarîyi, sinemayı, fotoğrafı, dekoratif sanatları, romanları ve şiirleri içeren sonsuz zenginlikteki bir panorama.
“Güzellik nedir?” gibi güç bir soruyu cevaplamaya çalışan sanatçılara ve düşünürlere kitabında yer vererek anlatılanları zenginleştiren Eco, “Güzelliğin Tarihi” kitabı ile bugüne değin kabul görmüş tüm fikirleri geliştirerek güzelliğin tanımını tekrar tekrar yeniden yapıyor.
ÇİRKİNLİĞİN TARİHİ, UMBERTO ECO
Bu kitap, Güzelliğin Tarihi’nin devamı niteliğinde. Ne de olsa güzellik ve çirkinlik birbirlerini imleyen kavramlar. Çirkinlikle güzelliğin tersini ifade ederiz. Demek ki yapmamız gereken birinin doğasını anlamak için diğerini tanımlamak. Ne var ki, yüzyıllara yayılan birçok çirkinlik tezahürü, sanılanın aksine oldukça zengin ve şaşırtıcıdır.
Çirkinliğin Tarihi de işte bu örnekleri sunuyor bize. Hem de kalemini bilgece oynatan mahir bir yazarın eliyle…
SANAT VE ESTETİK, PETER DE BOLLA
Sanatın yalnızca bir politika ya da ideolojinin kılık değiştirmiş biçimi olduğunu veya basit bir biçimde insanları eğlendirmekten, onlara hoşça zaman geçirtmekten öte bir anlamı olmadığını ileri süren yorumlar güncelliklerini korumaktadır. Ancak sanat dünyasında, özellikle son yirmi yılda “estetik-sanat” ilişkisiyle ilgili yapılan tartışmalar da oldukça yaygın hale gelmiştir. Estetik ve sanat arasında varlığına inanılan karşılıklı çekimin gücüne dair çok çeşitli görüşler ortaya atılmaktadır.
Bu kitap, sanat yapıtıyla karşılaşmanın estetik doğası üzerine yapılan bir keşif serüvenine cesurca yelken açıyor. Akademisyen ve yazar Peter de Bolla, üç farklı alanda üretilmiş üç farklı sanat yapıtından (Barnett Newman’dan çağdaş resim, Glenn Gould’dan klasik müzik ve William Wordsworth’ten lirik şiir örneklerinden) ve onlarla yaşadığı deneyimlerden yola çıkıyor. Bu deneyimlerin, bir sanat yapıtıyla karşı karşıya kalındığı zaman ortaya çıkan duygulanımların, verilen tepkilerin ortak yönlerini nesnel temellere dayandırarak sözcüklere döküyor ve imkansız gibi görünen bir şeyi başarıyor. Böylece bizleri sanatın harikalığı, onu deneyimlemenin, duyumsamanın mucizevi dinamikleri üzerine derinliğine düşünmeye sevk ediyor. Böylece sanatın kendi dünyamızdaki yerini yeniden sorgulamaya başlıyoruz.
Sanat ve Estetik, estetik deneyimin biricikliği üzerine yapılmış olağanüstü bir tartışma; etkileyici betimlemelerle dolu, rafine, duygusallıktan uzak ve özgün bir çalışma.
RESMİN TARİHİ, DAVID HOCKNEY & MARTIN GAYFORD
Mağara Duvarından Bilgisayar Ekranına
Bir şeye baktığımızda ne görüyoruz? İnsana, duruma, yere göre değişen bu algı, bir şeyi görüş biçimi, ancak resimle gösterilebilir, açıklanabilir der Hockney. Resim ile kastettiği de sadece tablo değil; fotoğraf, çizim dahil her tür imgedir; ve bu anlamda resim yapan herkesin karşılaştığı bir sorunu ele alır: İnsanlar, şeyler ve mekânlar üçboyutlu olduğuna göre bunlar düz bir yüzeyde nasıl gösterilebilir, açıklanabilir? Bu amaca yönelik çabalarla ortaya çıkan sonuçlar, genelde tablo, fotoğraf, film diye tek bir kategoride sınıflandırılıyor. Ya da tarih ve üsluba göre tasnif ediliyor: Ortaçağ, Rönesans, Barok vb adlandırılan dönemlere ayrılıyor. Hockney ise bütün imgeleri; ister fırça, ister kamera ya da dijital programla yapılsın, ister mağara duvarlarında veya bilgisayar ekranında görülsün, öncelikle resim olarak niteliyor. Çevremizdeki dünyayı –ve böylece kendimizi– anlayabilmemiz için de resmin tarihine ihtiyaç olduğunu belirtiyor. Resmin tarihi işte bu kitaptır.
Resim ve çizimler yapmak, kameralarla imgeler üretmekle geçen yaşamı boyunca edindiği bilgi ve enerjiyle sanatçı Hockney, sanat eleştirmeni Martin Gayford’la birlikte bin yıl boyunca resimlerin neden ve nasıl yapıldıklarını araştırıyor. Düz bir yüzey üzerine yapılan işaretler neden ilginçtir? Hareketsiz bir resimde hareketi nasıl gösterirsiniz? Veya tam tersi, film ve televizyonu eski usta ressamlarla nasıl bağdaştırabilirsiniz? Zamanı ve uzamı tuval ya da ekranda statik bir imgeye sığdırmanın, indirgemenin yolları nelerdir? Resimler bize ne gösterir – yalan mı söyler, gerçeği mi gösterir? Fotoğrafların gösterdiği dünya yaşadığımız, deneyimlediğimiz dünya mıdır?
Hockney ve Gayford, zengin çeşitlilikle imgeleri, örneğin Disney çizgifilmlerinden bir kareyle Japon Hiroshige’nin bir baskısını, Ayzenştayn filminden bir kareyle Velázquez tablosunu yan yana getirerek yüksek kültür ile popüler eğlence arasındaki sınırları aşıyor ve zaman ve medya arasında beklenmedik bağlantılar kuruyorlar. Hockney’nin yeni bir çığır açan Secret Knowledge (Gizli Bilgi) kitabının ardından yola devam ederek film, fotoğraf, resim ve çizimlerin birbirlerine derinden bağlı olduklarını savunuyorlar. İçgörüsü güçlü ve zihin açıcı Resmin Tarihi gerçekliğin temsiliyetine adanmış saygın çalışmaların yeni ve önemli bir halkası.
David Hockney uluslararası sanat tarihçileri tarafından takdir almış ve popüler anlamda da en beğenilen günümüz sanatçısıdır denebilir. Resim, çizim, sahne tasarımı, fotoğraf ve baskı resimler dahil neredeyse her teknikle eser üretirken bu türlerin sınırlarını da genişletmektedir.
20. YY BATI SANATINDA AKIMLAR, AHU ANTMEN
Kübizm’den Gerçeküstücülüğe, Soyut Dışavurumculuktan Pop’a, Arazi Sanatı’ndan Performans’a ve Kimlik Sanatı’na 20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar, gelişen bu serüvenin ana noktalarını içeren bir rehber olarak çağımız sanatına ayna tutuyor, yüz yıllık sürece yayılan dönemde birbirini kovalayan yeni oluşumların izini sürüyor.
Her biri kendi dönemine damgasını vurmuş sanatsal akımları, onları bizzat yaşayanların yazdıklarından ve anlattıklarından yapılmış bir seçki eşliğinde okuyabileceğiniz kitapta, tarihe yansıyan sayfaların sanatçılarca doldurulmuş satır araları var:
Picasso ve Braque, Kübizmi nasıl keşfetti?
Fütüristler neden müzeleri yıkmak istiyordu?
Maleviç’in “Siyah Kare”si dönemin eleştirmenlerinin yazdığı gibi ‘sanatın sonu’muydu?
Marcel Duchamp neden sıradan bir pisuarı sergilemek istedi?
Chris Burden Performansları sırasında fiziksel dayanıklılığın sınırlarını mı araştırıyordu?
James Luna müzede neden kendini sergiledi?..
SANAT MANİFESTOLARI & AVANGARD SANAT VE DİRENİŞ, ALİ ARTUN
Sanat manifestoları, 20. yüzyılda sanatın tarihinin en sahici belgeleridir. O nedenle manifestolara başvurmadan modernizmi ve avangardı canlandırmak boşunadır. Onlar, çağdaş sanatın bilinçaltının da şifreleri sayılır. Ayrıca, sanat manifestolarının gücü, başta felsefe ve politika olmak üzere, sanatın ötelerinde de etkili olur. Çağdaş eleştirel düşüncenin esin kaynaklarından biri, bu manifestoların modernliğe karşı yürüttüğü inatçı muhalefettir.
Sanat Manifestoları derlemesi, sanatı ve hayatı aklın egemenliğinden sökmeye çalışan, hayal gücünü özgürleştiren ve sanatın özerkliğini kuran avangard hareketlerin bildirilerini biraraya getiriyor. 20. yüzyılda avangardın vaat ettiği umudun ve direnişin yüzyıl dönümündeki izlerini sürüyor.
‘’Modernizm olarak bilinen kültürel devrimi, öncelikle manifesto biçiminden yaptığı uyarlamalar dolayısıyla kavrıyoruz.’’ Janet Lyon
MODERNİZMİN SERÜVENİ, ENİS BATUR
Rimbaud’nun “mutlaka modern olunmalı” sloganıyla, Meschonnic’in “modernizm iyileşilmesi gereken bir hastalıktır” saptaması arasına giren 150 yıl içinde yeryüzü kültürü, Batıdan Doğuya, Kuzeyden Güneye modernist bakışın egemenliği altında yaşadı.
Enis Batur, temel bir başvuru seçkisi, bir eğitim aracı olarak tasarladığı Modernizmin Serüveni’nde, konunun farklı teorik cephelerine ışık tutan ana metinleri bir araya getirdi.
Yalnızca sanat ve edebiyatın sınırladığı bir toplam değil buradaki: Felsefeden mimariye, geniş bir yelpazede bir çağın değerlerini, taşkınlıklarını, ütopyalarını gösteren bir kaynak-kitap.
KİMLİKLİ BEDENLER, AHU ANTMEN
Sanat, Kimlik, Cinsiyet
Kimlikli Bedenler’de bir araya gelen yazılar, farklı dönemlerde üretilmiş, farklı türde yapıtlar üzerinden bedenin kimlik etrafındaki kültürel örüntülerine bakıyor. Sanatın ve tarihinin kimlik olgusunun kurgulanma sürecinde oynadığı ideolojik işlevi sorgulayan yazıların yanı sıra, günümüzde kimlik politikalarıyla ilgilenen sanatçıların, geçmişin yapıtlarından bugüne taşınan stereotipik temsilleri nasıl alt ettiği irdeleniyor.
Osmanlı resminden Cumhuriyet dönemine uzanan süreçte çıplaklık olgusunun sanatsal ve kültürel zemini, Türkiye’nin modernleşme süreci bağlamında beden ve temsilleri, bir ‘namus meselesi’ olarak heykel olgusu, kadınların çağdaş sanattaki öncü konumları, feminizm ve performans, kimlik politikaları bağlamında sanatta performatif beden, bedenin ‘armağan’ kavramı bağlamında sanatsal bir metafora dönüşümü Kimlikli Bedenler – Sanat, Kimlik, Cinsiyet’te ele alınan konular.
SANAT/CİNSİYET, AHU ANTMEN
Sanat Tarihi ve Feminist Eleştiri
Ahu Antmen’in derlediği bu kitapta feminist eleştirmenler tarafından yazılan makaleler ataerkil bir toplumda sanat tarihinin nasıl erkek egemen bir bakış açısına göre şekillendiğini ve bu bakış açısını değiştirmek üzere verilen aktivist mücadeleyi ifade etmektedir.
Yakın geçmişe kadar müze koleksiyonlarına ve sanat tarihi kitaplarına baktığımızda, tarih boyunca hemen hiç kadın sanatçının yaşamamış olduğu, yaşamışsa da herhangi önemli bir sanatsal katkıda bulunmadığı kanısına varabilirdik. Bugün durum pek de öyle değil. ABD ve Avrupa’da 1960’lı yıllardan itibaren yaşanan toplumsal feminist dalga, çok geçmeden etkisini sanat pratiği ve kuramında da gösterdi.
Başta Linda Nochlin’in çığır açıcı makalesi “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?” olmak üzere, feminist eleştirmen ve sanat tarihçilerinin geleneksel sanat tarihi üzerindeki incelemeleri, kadın sanatçıların üretiminin görmezlikten gelinmesi sürecini ciddi anlamda kesintiye uğrattı. Aradan geçen yıllar içinde sanat tarihi kitaplarının yeni basımlarında kadınlara da yer verilmeye başlandı; feminist sanat tarihçilerinin öncülüğünde, unutulmuş, gözden kaçmış, çeşitli nedenlerle hiç önemsenmemiş kadın sanatçılarla ilgili monografik çalışmalar yapıldı. Deha, ustalık, yetenek gibi kavramların erkekler tarafından erkekler için belirlenmiş olduğuna inanan feminist sanat tarihçi ve eleştirmenlerin, akademi, müze, sanat tarihi gibi belirleyici kurumların kadın sanatçıyı sürekli dışlayan sistematiğini belli bir sorgulamaya tabi tutması, tarihin akışını bir ölçüde dönüştürdü. Bu seçki, bugün de sürmekte olan o yoğun sorgulama sürecinden seçilmiş metinleri bir araya getiriyor.
İMGENİN PORNOGRAFİSİ, ZEYNEP SAYIN
İmgeler hangi koşullarda pornografikleşir, ne zaman teşhircileşirler? Teşhircilik geleneği diye bir şey var mıdır? Ya da teşhircilikten azade bir imge mümkün müdür? Farklı zamanlarda ve mekânlarda nasıl üretilmiştir, üretilebilmiş midir?
İmgenin Pornografisi, Zeynep Sayın’ın başlangıçta kendisine bir varoluş problemi olarak sorduğu bu sorular çerçevesinde gelişiyor. İmgelerin henüz bir “sanat” olmadığı çağlardan, Roma ölü maskelerinden, Bizans ikonalarından, Anadolu’daki yazı-resimlerden kalkarak 20. yüzyıl başlarına, oradan da günümüze kadar gelen yolu katederken de hep bu soruların peşindedir.
SANATIN SONU, DONALD KUSPIT
Postmodern sanat anlayışı, neyin sanat olup neyin olmadığı konusunda bir süredir hararetli bir tartışmaya ve kafa karışıklığına yol açıyor. Günümüzde sanat ve sanat eseri piyasa, moda, milyon dolarlar, pazarlama, marka gibi kelimelerle birlikte anılıyor. Bunlara eşlik eden puslu havada, sezilen ama bir türlü adı koyulamayan bir şey var. Tanınmış sanat eleştirmeni Donald Kuspit’in kitabı işte tam da bu ifade edilemeyen şey üzerine. Son derece bayağı, iz bırakmayan, sığ postmodern çalışmalarla dolu bir sergi salonunda izleyicinin hissettiği sıkıntının ardındaki gerçek: Bunlar sanat eseri değil, bu yüzden de gerçek sanatın hissettirdiklerini hissettiremezler.
Bu tür eserleri tanımlamak için Alan Kaprow’un “postsanat” terimini kullanan ve postmodern sanatın aslında sanatın sonu anlamına geldiğini, çünkü estetiğin itibarını kaybettiğini öne süren Kuspit, tinsel değerlere inanan sanatçı tipinin yerini nasıl pazarın taleplerine göbekten bağlı postsanatçı tipinin aldığını anlatıyor. Marcel Duchamp ve Barnett Newman’ın çalışmalarını ve kuramsal fikirlerini titizlikle değerlendirerek, sanattaki bu değer kaybının modern sanatın entropik karakterinden ayrılamayacağına dikkat çekiyor, varılan noktayı estetik karşıtı postmodern sanat olarak nitelendiriyor.
Yirminci yüzyıl boyunca sanatın katettiği yol üzerine keskin gözlemler içeren kitap, görsel sanatların halihazırdaki çıkmazlarını gösterdiği gibi, bu sıkışmanın taşıdığı imkânlara da işaret ediyor.
SANATIN SONUNDAN SONRA, ARTHUR C. DANTO
Sanat eleştirmeni ve düşünür Arthur C. Danto, altmışlı yıllarda sanatın bittiğini ilan etti. O tarihten beri günümüz sanatının doğasına yönelik en radikal eleştiriler de Danto’dan geldi. Sanatın Sonundan Sonra’da yazar bu görüşünü ilk kez eksiksiz olarak ortaya koyarak, sanatın nasıl daha önce izlediği anlatı yolunu terk ettiğini gösteriyor. Dahası, Danto bize geleneksel teorilerin bir manav tezgahıyla bir modern sanat yapıtının farkını açıklamakta zorlandığı tarih-sonrası bir çağda sanatı anlamamıza yardımcı olabilecek yeni bir eleştiri türünü sunuyor.
Danto bu kitabında, çağdaş sanatın belki de en şaşırtıcı özelliğiyle, her şeyin mümkün olduğu görüşüyle baş edebilecek bir sanat eleştirisi felsefesi üzerinde yoğunlaşıyor. Bu kitapta sanat tarihi, pop art, “halk” sanatı, gelecekte müzelerin rolü, estetik ve sanat felsefesi alanlarında ufuk açıcı tartışmalar bulacaksınız.
YARATMA CESARETİ, ROLLO MAY
Yaratma Cesareti, Amerikan psikolojisi ve varoluşçu psikoterapinin önde gelen ismi Rollo May’in en temel yapıtlarından biri. May, psikoloji, psikoterapi, felsefe ve sanatla yakın ilişkisinden ötürü, yaratıcılık konusunu ilginç bir perspektiften inceliyor. Tüm varoluşçular gibi o da kaygı olgusuna büyük önem vererek, değişimin kaygının içine gömülerek varılacak bir yaratıcılık düzeyinde gerçekleşeceğini vurguluyor. Geçiş dönemi psikolojisinin tüm olumsuzluğunu, yaratıcılığın zorunluluğu adına kutlayan May, “yeni olan”ın her yerde fışkırdığı bir dünyada, insanın bilinçdışı kaynaklara güvenmesi gerektiğini savunuyor.
SANATTA RUHSALLIK ÜZERİNE, WASSILY KANDINSKY
“Her sanat eseri, çağının çocuğu ve pek çok durumda duygularımızın kaynağıdır. Bundan da anlaşıldığı gibi, uygarlığın her dönemi, asla tekrarlanamayacak olan, kendine özgü bir sanat meydana getirir. Geçmişin sanat ilkelerini canlandırma çabaları en fazla ölü bir sanat doğurur. Eski Yunanlılar gibi yaşamamız ve hissetmemiz olanaksızdır. Aynı şekilde, heykelde Yunan metodlarını takip etmeye çalışanlar, yalnızca bir form benzerliği elde ederler, eser sonsuza değin ruhsuz kalır.”
Yazılar yayınevlerinin tanıtım bültenlerinden alınmıştır.