in , ,

Pis Okurun Notları (201–207 )

201.) (Bir) Döküm 

En son, Pis Okurun Notları’nın 187. Maddesinde 2021 yılının ilk yarısında okuduğum kitaplar arasından 25 kitaplık bir seçki yapmıştım.

2021’in ikinci yarısında okuduğum 59 kitap arasından da 18’ini önerebileceğimi düşündüm. Bu liste ile beraber, yayın dünyamız açısından bir hayli zayıf geçen yılın dökümü tamamlanmış olacak.

Kitapları beğeni sırasına göre değil, okunma sırasına göre listeledim.

  • Murat Meriç, Pop Dedik, İletişim Yayıncılık, Müzik Tarihi
  • Tim Parks, Europa, Çevirmen: Roza Hakmen, Alef Yayıncılık, Roman
  • Javier Marias, Karasevdalılar, Çevirmen: Saliha Nilüfer, YKY, Roman
  • Amin Maalouf, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, Çevirmen: Ali Berktay, YKY, Tarih
  • Emile Ajar, Onca Yoksulluk Varken, Çevirmen: Vivet Kanetti, Agora Yayınları, Roman
  • Selçuk Altun, Kitap İçin 4, İş Bankası Kültür Yayınları, Deneme
  • Dag Solstad, Profesör Andersen’in Gecesi, Çevirmen: Banu Gürsaler Syvertsen, YKY, Roman
  • Özcan Ergüder, Maskeli Balo ve Diğer Öyküler, Kırmızı Kedi, Öykü
  • Serol Teber, Tutunamayanların Politik Psikolojisi, Okuyan Us Yayınları, İnceleme
  • Ferhan Şensoy, İngilizce Bilmeden Hepinizi I Love You!, Bilgi Yayınevi, Anı
  • Sergey Dovlatov, Puşkin Tepeleri, Çevirmen: Ayşe Hacıhasanoğlu, Jaguar Kitap, Roman
  • Selim İleri, Kar Yağıyor Hayatıma, Everest Yayınları, Anı/Portre
  • Haz: Adil İzci, Anılarda Sait Faik, Varlık Yayınları, Anı/Biyografi
  • Abidin Dino, Gören Göz için Fikret Mualla, Kırmızı Kedi, Anı
  • Kazuo Ishiguro, Klara İle Güneş, Çevirmen: Lale Akalın, YKY, Roman
  • Sibel Oral, İşitiyor musun Memet?, Doğan Kitap, Biyografi
  • Haldun Taner, Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil, YKY, Anı/Portre
  • Tanıl Bora, Cereyanlar-Türkiye’de Siyasi İdeolojiler, İletişim Yayıncılık, İnceleme

202.) Klaus P. Fischer, Nazi Almanyası: Yeni Bir Tarih, Alfa Yayınları, Tarih

Nazi Almanyası hakkındaki bilgilerimi tazelemek için epeydir ne okusam diye düşünüyordum. William L. Shirer’in devasa yapıtı “Nazi İmparatorluğu / Doğuşu – Yükselişi – Çöküşü” isimli eserini okuyalı yıllar olduğu için “Dönüp bir daha baksam mı?” derken, Fischer’in kitabına denk geldim.

Kitabı edinmeden önce yaptığım ön okumalarda Fischer’in, Shirer’i Alman düşmanlığını aşamamakla suçladığını, kendi yazdığı kitapta olaylara daha objektif baktığını anlatan metinlere denk gelince listeye ekledim.

Nazi Almanyası: Yeni Bir Tarih’in popüler bir tarih kitabı olmadığını söylemeliyim. Akademik metinlere alışkın, bol dipnotlu ve oldukça detaylı tarih okuması yapan okurların arasından Nazi Almanyası hakkında ön bilgi sahibi, en azından “kim kimdir” konularına hâkim olanlar Fischer’ın kitabından daha çok faydalanacaklardır.

Kitabın 879 sayfa olması başlı başına göz korkutucu. Ancak, kitabın oldukça küçük puntoyla dizildiğini de belirtmeliyim. Genel kabule uygun puntoyla dizilseydi bu kitap rahatlıkla 1200 sayfayı bulurdu.

Murat Belge, 830 sayfalık “Militarist Modernleşme” kitabının girişindeki teşekkür bölümünde “Sekiz yüz sayfalık kitap yazmak, kitabı okunmamaya mahkûm etmek gibi bir şey.” (s. 10) demişti. Buna rağmen, yayıncıların okurlarına güvenip bu denli hacimli yapıtları yayımlamaya devam etmelerini takdir etmemek elde değil.

203.) Okuduktan sonra, “bir kâğıdın iki yüzüne” benzettiğim iki kitabı kısa aralıklarla okuma fırsatım oldu.

Kitapların ilki, Alberto Manguel’in Okumanın Tarihi adını taşıyor ikincisi ise, Fernando Baez’in Kitap Kıyımının Evrensel Tarihi adına sahip.

Adı Okumanın Tarihi olsa da Manguel’in yapıtını, Kitabın Tarihi olarak da adlandırabiliriz.

Manguel’in diğer kitaplarını okuyup da bu kitabını henüz okumamış olanlar varsa onlara, yazarın diğer yapıtlarıyla biçim ve içerik olarak uyumlu bir eserle karşı karşıya kalacakları bilgisini verebilirim.

Manguel, Okumanın Tarihinde ele aldığı konuların birçoğuna öznel deneyimlerinden yola çıkarak başlıyor. Bu öznel deneyimleri sayfalar ilerledikçe sayısız kaynaktan beslediği detaylar ile zenginleştirmeyi başarıyor. Bu tercih, oldukça hacimli olan ve adına bakınca okurda kaygı uyandırabilecek bir yapıtı oldukça eğlenceli ve bir o kadar da kolay okunur kılıyor.

Manguel için, “kitap kurtları için onları iyi hissettiren kitapların yazarı, bilge” tanımlamasını yaparsak abartmış olmayız sanırım.

Ben, Okumanın Tarihi’nin Eylül 2019’da yapılan onuncu baskısını okudum. Kitapta, 2014 yılında yazılmış yeni bir önsöz bulunuyor. Önsöz, “Her kitabın yazgısı, özellikle de yazarı için gizemlidir. Okumanın Tarihi’nin 1966 yılında çıkan ilk baskısının ardından…” şeklinde ilerleyen cümlelerle başlıyor. Bu cümleyi okuduğumda irkildim. Kitabın künyesine baktım, Manguel 1948 doğumluydu. “Vay Canına!” diye düşündüm. Adam başyapıtını 18 yaşında yazmış. Sonra pirelendim ve internette basit bir tarama sonucunda Okumanın Tarihi’nin ilk baskısının 1996’da yapıldığını okuyunca taşlar yerine oturdu.

YKY yıllardır, özenli editörleri ve çevirmenleriyle adını duyuran bir yayınevi olarak bilinir. Yukarıdaki basit yanlış, bu görüşümü değiştirmeme neden olmadı kuşkusuz ama Türkçe ilk baskısı 2001’de yapılan bir kitabın daha önsözündeki bariz hatanın yıllardır kimse tarafından fark edilmemesi ve değiştirilmemesi de üzerinde bir hayli düşünmeyi gerektiren bir durum olsa gerek.

204.) Kitap Kıyımının Evrensel Tarihi, “tarihi” kelimesinin hakkını veren kitaplardan. Fernando Baez – Manguel gibi –  sayısız kaynaktan yola çıkarak insanlık tarihinde yok edilmiş milyonlarca kitabın izini sürmüş. Sonuçta ortaya, Antik Dünya’dan başlayarak 2013’e kadarki dönemde yaşanan toplu kıyımların detaylı bir analizi çıkmış.

Kitap Kıyımının Evrensel Tarihi, bize iktidarların hemen her dönemde kitabı bir güç olarak gördüğünü, kendi menfaati için kullanabileceklerinin yaygınlaşması için ellerinden geleni yaparken; iktidarlarının ya da inançlarının sorgulanmasına neden olabileceklerin ise nasıl acımasızca yok edildiğini gösteriyor.

Kitap; yukarıda değindiğim sistemli yok etmenin dışında, kitapların doğal nedenlerle ya da unutulma gibi sosyal nedenlerle de yok olduklarını örnekler üzerinden açıklıyor.

Baez’in ve Manguel’in çok önemli olduğunu düşündüğüm bu iki yapıtını bibliyofillerin mutlaka okuması gerektiğini düşünüyorum.

205.) Charles Bukowski, Kadınlar Çeviren: Avi Pardo, Parantez Yayınları, Roman

Pis Okurun Notları’nın isim babası olarak niteleyebileceğim Charles Bukowski’nin Kadınlar isimli romanını ilk olarak 2001 veya 2002 yıllarında Arion Yayınları tarafından basılan Mukaddes İlgün çevirisi ile okumuştum. İlerleyen yıllarda o kitap, eşe dosta verilip geri dönmeyen kitaplar kervanına katıldı. O dönemde (sıkı solculuğun etkisiyle) kitabı bir hayli maço bulduğum için tekrar okumayı düşünmemiş, giden kitabın da peşine düşmemiştim.

Yakın zamanda bir sahafta Kadınlar’ın Avi Pardo çevirisine denk gelince aldım. Dur bakayım, ne düşüneceğim diyerek de okumaya başladım.

Aradan geçen yirmi yılda kitabın maço dili değişmemişti ama benim o maço dili algılayışım ve Kadınlar’ın, Bukowski tarafından başka türlü yazılamayacak olması gerçeğini kabul etmem nedeniyle oldukça tatmin edici bir tekrar okuma deneyimi yaşadığımı söylemeliyim.

Kendi adıma, Bukowski’nin romanlarındansa öykülerin daha çok beğenirim. Bununla beraber, yazarın kitaplarındaki otobiyografik çizgiyi takip edebilmek için de Ekmek Arası, Factotum ve Postane’yi öncelikle okumak gerektiği konusunu da tartışmam. Buk külliyatına başlamak isteyenlere de bu üç kitap ile başlamalarını salık verebilirim.

Kadınlar, kronolojik çizgide ilerleyen; başı, ortası, sonu olan bir roman değil. Buk, kitabına elli yaşındaydım diye başlıyor ve yıllar içinde hayatına giren kimi kadınlarla yaşadıklarını anlatıyor. Romanın sonunda belli belirsiz bir anlatıyı kapatma kaygısı var ama üç yüz sayfayı aşan seks, alkol, uyuşturucu, kavga sağanağından sonra okuduğumuz bu son çok da bir şey ifade etmiyor.

Hiç kuşkusuz bir edebi başyapıtla filan karşı karşıya değiliz buna rağmen Bukowski’nin tüm kitaplarını okuduktan sonra yaşanılan o tuhaf “yalnız değilmişim” hissini bu kitapta da yaşamamak mümkün değil.

206.)

“Hani şu herkesin bir köşeye yayılıp, “Dün gece içkiyi fazla kaçırmışım,” deyip durduğu yaz ortası Pazar günlerinden biriydi.”

John Cheever’ın Yüzücü öyküsü, yukarıdaki müthiş açılış cümlesiyle başlar. Yazar, tek bir fırça darbesi ile resme bakanların zihninde belirgin bir imge yaratmayı başaran ressamlar gibi, kurduğu bir cümle ile okurun zihninde öykünün evrenini kurmayı başarır.

John Cheever’ın yaklaşık on beş sayfa süren öyküsü, akşamdan kalma bir karakterin evine yol üstündeki başka evlerin havuzlarından geçerek gitme kararı almasını ve yol üstünde karşılaştığı arkadaşları ile laflayıp bir iki kadeh bir şeyler yuvarlamasını anlatıyor. Kahraman, evine doğru yaklaştıkça öykünün tonu karanlıklaşıyor ve öykü kahramanı evine ulaşınca tüm öykü boyunca sezdirilen sürpriz, okurları şaşırtıp hüzünlendiriyor.

Yüzücü, The Swimmer adıyla 1968 yılında Frank Perry ve Sydney Pollack tarafından sinemaya aktarılır. (Pollack’ın adı jenerikte yönetmen olarak yazmaz.)

Filmde, Ned Merrill karakterine Burt Lancester hayat verir. Lancester, pırıl pırıl bir günde başlayan filmin, öyküdeki gibi adım adım kararan atmosferine uygun olarak, havuzdan havuza geçtikçe ışıltısını yitirir, bizi adım adım sürpriz sona hazırlayan bir tükenişi büyük bir başarıyla yansıtmayı başarır.

Elli yaşını çoktan aşmış bir filme bugünden baktığımızda, günümüzde alışık olmadığımız oyunculuklar görmemiz kaçınılmaz. Bu durum, öykü boyunca kahramanın karşılaştığı insanların tavırlarında belli belirsiz sezdirilen unsurların filmde defalarca seyircinin gözüne sokulmasına neden olur. Eminim bu filmi günümüzde çekseler, çoğu diyalog yerini ince bir bakışa, belli belirsiz bir gülümseyişe bırakırdı.

Filmin Künyesi:

The Swimmer (1968)

Süre: 95’

Yönetmen: Frank Perry, Sydney Pollack

Senaryo: Eleanor Perry, John Cheever

Ülke: ABD

İMDB: https://www.imdb.com/title/tt0063663/

207.) ALIŞVERİŞ SEPETİ

Pis Okurun Notları’nın bu maddesinde tek bir kitabı değil, seri halinde yayımlanmaya devam eden bir dizi kitabı konu edinmek istiyorum.

Adı pek duyulmamış olsa da Runik Kitap diye bir yayınevi var. İnternet sitelerine baktığımızda kendileriyle ilgili şu açıklamayı yapmışlar:

“Runik Kitap, Repar Tasarım’ın bir alt markası olarak 2020 yılında faaliyete başladı. Felsefeden sosyolojiye, sanattan tarihe, kurgu-dışı nitelikli akademik eserlerle Türkiye’nin bilgi birikimine katkı yapmayı amaçlıyor. Gerek teorik gerekse eleştirel metinlerle genel okuyucunun hem gündelik sorunlara hem de hayata bütüncül bakışında bir farklılık yaratmayı hedefliyor. Runik Kitap, düşünen ve kendilerini düşünmeye sevk eden kitaplar okumayı seven okuyucuları düşüncenin sakin ve dönüştüren dünyasına davet ediyor.”

Bu yayınevi, bir süredir kolay okunan bir biyografi dizisini yayımlamayı sürdürüyor. “Runik Hayatlar Serisi” adı verilen kitaplar Reaktion Books’un, Critical Lives adıyla yayımlanmış dizisinden tercüme ediliyor. Şubat 2022 itibariyle serinin 59 kitabı dilimize çevrilip yayımlanmış durumda.

Seri içinde, Castro’dan Gandhi’ye; Burroughs’tan Bulgakov’a; Picasso’dan Foucault’ya kadar oldukça geniş yelpazedeki isimlerin biyografileri yer alıyor.

Kitaplar ortalama 150 ile 200 sayfa arası uzunluğunda. Detaylı kaynakçalarla ve fotoğraflarla da desteklenen kitapların, okuduğum birkaç tanesinin çevirisi de ortalamanın üstündeydi.

Serinin editoryal açıdan ise bir hayli zayıf olduğunu söylemeliyim. Son okuma kısmına yeterli dikkat gösterilmediği için ufak tefek basım hataları da mevcut.

Tüm bunlara rağmen, Runik Hayatlar, benim gibi, İş Bankası’nın yayımladığı devasa biyografi kitaplarına mesafeli duranlar için biçilmiş kaftan.

İlgilileri mutlaka takip etmiştir ama kaçıranlar için İhsan Oktay Anar’ın yeni romanının yayımlandığını duyurmak gerekir.

İhsan Oktay Anar’ın, Suskunlar’a kadar, yayımlanan tüm kitapları ile edebiyatımıza seviye atlattığını düşünenlerdenim.

Puslu Kıtalar Atlası ve Kitab’ül Hiyel’in döne döne; Efrasiyab’ın Hikâyeleri ve Amat’ın ise en az bir kere okunması gerektiğine inanıyorum. Anar’ın sonraki kitapları da belli bir seviyenin üstündeydi kuşkusuz ama ilk iki kitabı ile çıtayı öyle bir noktaya taşımıştı ki ne yazsa tatmin olmayacak okurlar yaratmıştı. Buna rağmen, İhsan Oktay Anar’ın, nitelikli olduğunu varsayabileceğimiz okurlara, zorlu metinler üretmekten vazgeçmediğinin altını çizmek gerek.

Yazarın son romanı Galiz Kahraman 2014’te okurlarla buluşmuştu. Anar, aradan geçen sekiz senede yeni bir roman yayımlamadı. Nihayet Şubat 2022’de Tiamat isimli romanı Everest Yayınları etiketi ile raflardaki yerini aldı.

Yazan Onur Uludoğan

1978 yılının sıcak bir yaz gününde dalga seslerinin duyulabildiği bir hastanede dünyaya geldiği rivayet olunur.

Bir türlü ehliyet sınavını geçemediği için korsan taksi şoförlüğü, değişen telif yasaları sayesinde korsan CD satıcılığı, Allah vergisi sesi nedeniyle pavyon şarkıcılığı, pasifist düşünce yapısını bahane ederek bar fedailiği, pimpirikli kişiliği yüzünden de torbacılık gibi alanlardaki kariyer fırsatlarını yeterince değerlendiremedi.

İki yıl okurum diyerek başladığı üniversite yaşamını on üç yıl sonra bitirebilmesi belki de kayda değer tek başarısıdır.

onuruludogan@gmail.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bir Kedi Hakkında Her Şey

Haluk Levent, Olası Bir Nükleer Savaşı Engelleyebilecek Mi?