Nasıl bilirdiniz? Diye yükseldi gür ses. Bir iki cılız ses yanıtladı: İyi bilirdik! Bir daha sordu imam kalabalığa, cılız seslerin sayısı arttı, yokluk biraz daraldı. Üçüncü defa yanıtlanmadı soru, imam cenaze aracına doğru yürüdü. Yürürken aklından, camiyi sadece adres tarifinde kullananların çocukları bahşiş ne kadar verir ki diye geçiyordu. Sağına soluna baktı, müdavimlerinin sayısı her geçen sene azalmaktaydı. Kaymakam Bey gelmese ağız tadıyla cuma namazını kılacak cemaat bulamayacağız diye söylendi sessizce. Köyüne dönme düşüncesiyle irkildi. Camisinin dolup taştığı, mevlitler için randevu defteri tuttuğu günlerin özlemi çöktü yüreğine. Şehirlerin mezarlıkları kalabalıklaşırken, imamları yalnızlaşıyordu.
İmam efendiyi ruh haliyle baş başa bırakıp konumuza dönelim. Cenaze töreni uygun şekilde yapıldı ve çocuklarım usulünce yeni yerime yerleştirdi. Toprak atarken küreğin elden ele verilmeyeceğini öğrendiler bu bahaneyle. Yaşlı bir adam, alçak sesle söyledi bunu. Mezarıma sen toprak atacaksın gibi bir anlamı varmış, küreği elden ele geçirmenin. Akıllarında tuttular. Tahtadan yapılmış üzerine benim mezarım olduğumu işaret edecek pusulalara tarih yazma telaşına düştü dayımın oğlu. Doğum yılı tamamda, 28 eylül mü 28 aralık mı yazalım diye sordu ağabeyime.
Lisede öğrenmiştim bende doğum günümün farklı olduğunu. Matematik öğretmenimin aynı sınıfta okuduğumuz kızı sayesinde. Bir kış günü beni okul çıkışı parka çağırmıştı teneffüste yakalayıp. Parlak kağıt kaplı, içinde çok güzel bir dolmakalem olan kutuyu tutuşturmuştu elime. Doğum günün kutlu olsun demişti sonrasında gözlerini kaçırarak. Ama bugün değil benim doğum günüm diye şaşkın birkaç söz çıkmıştı ağzımdan. Açsana der gibi bakmıştı. Annem söyledi doğum gününün yirmi sekiz aralık olduğunu, benimde iyi bir okulu kazanmam gerekiyormuş senin yanında olabilmek için. Sen çok iyi bir üniversite kazanabilirmişsin. Yanında olmak istiyorsam çaba göstermem gerekiyormuş. Annem öyle söyledi. Omuzlarımda tanrılardan çalınmış ateşi hissetmiştim bütün yüküyle, öylece gözlerim boşlukta kalmıştı. Denize doğru baktığımda hep o anı hatırladım daha sonraları.
O zamanlar çocuklar evde doğuyor ve bazıları çok yaşamıyordu demişti annem akşam neden diye sorduğumda. Çocukların ölmesi olağandı yani, ölen ağabeyin ve ablan gibi. Bütün kardeşlerin birkaç ay sonra yazdırıldı nüfusa. Neden ölmeni isteyelim ki? Sen okumana bak, ablan ve ağabeyin doktor olacaklar. Sende iyi bir yeri kazanacaksın, kardeşin de okulda başarılı. Evleneceksin, çocukların olacak. Allah uzun ömür versin, baban ile birlikte bir iki ay sende, bir iki ay ağabeyin ve kardeşinde kalırız. Damat eline bırakmazsınız herhalde. Hadi şimdi git ders çalış biraz, senin ders çalıştığını görmeyince baban üzülüyor diye gözlerimin önünde kurgulanmış denizi daha da büyütmüştü.
Yılar sonra annemin gözünde gördüm aynı boşluğu. İzmir Karşıyaka’da yılbaşı bileti diye bağıran piyangocunun önünden geçerken, hadi anne bir bilet çek bakalım dediğimde. Bana göre değil büyük hayaller kurmak oğlum. Bana çıkmaz zaten, büyük hayaller kurarsan büyük yıkımların olur demişti piyangocu hala bağırırken. Şimdi düşünüyorum da yirmi sekiz eylülde doğmuşsam aralık sonu gibi düşmüşümdür yumurta olarak ana rahmine. Babam da bir yılbaşı akşamı dışarıda arkadaşlarıyla bir iki kadeh içip eve gelmişse. Yani o satılmayan piyango biletinin sebebi olabilirim. Zaten babam senin doğumundan hemen sonra içmeyi bıraktım demişti bir keresinde. Doktor olacak ağabeyimin hep birlikte içeriz diye heveslenip rakı aldığı yılbaşı akşamı. Siz için çocuklar ama bana ısrar etmeyin deyip oturmuştu sofraya. Belki bundandır, yılbaşı akşamları koca bir yılı bitirmekten çok, gelecek olanların ağırlığı ile üzgün oluşum.
Annem gelmemiş mezarlığa, evde başında ilgilenecek birileri vardır. Ağlıyordur, ama dört yaşında oğlunu toprağa vermiş zamanında. Bunu da atlatacaktır. İş yerinden çalışma arkadaşları. Kullandığım bilgisayar yeniydi. Yusuf Bey odasından da bilgisayarından da memnun değildi. En çok onun elinde gördüm küreği. Camide iyi bilirdik diye yanıtlamıştı imamı da. İmam telkin veriyor. Kimse söylemedi herhalde bu adam deistti diye. Aklında yine bahşiş. Oğullarımın kafası rahat, paylaşılması gereken miras yok. Birbirlerini kıracak bir şey kalmamış yani. Onların yanında eski karım. Kaç yıl önce en güzel yıllarım ile birlikte gömdüm ben onu diyor içinden. Kimileri saate bakıyor, kimileri hayır olsun diye dağıtılmayı bekleyen pidelerle ayran dizilmiş eğreti duran masaya. Öğle sıcağı yakıcı, toprağın altı serin.
Telefonumda mesaj, iyi yolculuklar sevgilim yazıyor mesajda. Otobüs hareket edeli bir saat olmuş, ne güzel uyuklamışım. Online yazarlık kursuna kayıt olmuş. Ders sırasında ayrılmıştım yanından. Yolcu edememişti. Sevgi sözcüklerinin muhatabı olmak ne güzel bir his. Bilgisayar ekranında bir kadın vardı ve ben o sevgi sözcüklerinden eksik durmuştum yanında. Yazarlık atölyesi deniyormuş. Kurallar, yazım teknikleri ve metaforlar kalmış aklımda yarım yamalak kulak misafiri olduklarımdan. Tek kişilik ödeme yaptığından Gamze, ekrandaki kadının emeğinden çalmak olur diye düşünüp, balkonda sigara içmiştim çoğunlukla. Kadın tanrının bir şiirini okuyordu sanki davudi bir sesle. Ben ile yazmayın dediği hatırımda birde başlarken. Ben öznesiyle yazdığınız hikayede tarafsız kalamazsınız.
İman etmek gerek dünyada. İmama, yazarlık atölyesinde konuşanlara. İlk öykülerimi kitaplaştırmak niyetim ve bunun için özgeçmiş yazmam gerekli. Benim öykülerimde iman eksik, beceremiyorum iman etmeyi. Zaten benim öykülerim, insanlara bu kafayla giderseniz, sizden bir halt olmaz diyor. Ben ile başlayabilirim yani öykülerime, imansızım sonuçta. Otobüs şoförü uyukluyor mu ne, yol uzun, gözlerim yine kapanıyor.