-“endişe” adlı şiir kitabınızdan ve kendinizden bahseder misiniz?
Kendimi bildim bileli okumayı ve yazmayı öğrenmeye çalışan biriyim; en çok da okumayı. Çünkü okumayı öğrenebilirsem dünyayı daha iyi tanıyıp tanımlayabileceğimi düşünüyorum.
İlk şiir kitabım “Sonbaharda Umut” adını taşıyor. Ağırlıklı olarak çocukluk dönemimde yazdığım şiirlerden oluşuyor. Bu yüzden çocukluk şiirleri genellemesini yapıyorum onun için. Ardından “endişe” doğuyor. Endişe, çocukluk sonrasını kapsıyor artık. Daha olgun, daha derin manaları saklıyor içinde. Tabii ki okuyucu ne düşünüyorsa okurken, mutlaka onu da saklıyordur bünyesinde. Çünkü bazen bir okur yorumu fark ettirir bize aslında ne yazdığımızı. Endişe için genel olarak şunu söyleyebilirim: Adından da anlaşılıyor aslında, yaşama karşı duyulan endişelerin birçoğu, artısı ve eksisiyle sayfalarda yer alıyor. Çocuğa karşı, hayata karşı, ölüme karşı, zamana karşı, acıları yaşayamamaya karşı duyulan endişeler birikimi.
-İngiliz yazar Douglas Adams, “Perşembeler hep zorlu geçer,” der. Sizin de eserinizde perşembe metaforu dikkate değer. Bu derdinizden bahseder misiniz?
Perşembe benim için dert değil aşktır. Aşk ise evrenseldir. Perşembeyle ilgili birçok anekdotum var:
“Perşembede ne var?” dedi.
“Aşk!” dedim.
Güldü.
Her gülüşü bir perşembe ediyordu.
Perşembe hep merak edilendir. Neden perşembe? Ne oldu o gün? Ki ben de uzun zamandır perşembelerin ne olduğunu fark etmiyordum. Ona aşk diyen ben bir gün fark ettim; derin hikâyeleri var. Perşembe benim konuştuğumdur, derinimdir, doğurduğumdur fakat aynı zamanda öykülerimdir de. Öykülerimi ağırlıklı olarak perşembe günleri yazıyormuşum, buna da yine bir öyküme tarih düşerken rastladım. Bunun derin bir örneğini vermek isterim çünkü bu örnek “perşembe ne oluyor?” sorusunun da cevabıdır. Bir gün bir haber okudum, 16 yaşındaki İranlı Atefah Sahaaleh adlı bir çocuk hakkında. Bu gibi haberler insanda hiç geçmeyecek olan derin izler bırakır. Kim olduğu, nereli olduğu önemli değildir, önemli olan bir canlıya yaşatılan zulümdür. Bunun üzerine bir öykü yazmak istedim, gerçek kişileri, gerçek hayatları anlatmak bana hep zor gelir. O duyguyu tam olarak veremeyeceğimi düşünürüm. Yine de bununla ilgili bir öykü yazmak istedim ve çalışmalara başladım. Önce çocuğun hayatıyla ilgili haberleri okudum, ardından çiçek dili ile anlatmayı tercih edip çiçeklerin anlamlarını incelemeye başladım. Çalışmalar bitince de çiçeklerin dili ile sembolik bir öykü oluşturdum. Uzun zamanımı aldı öyküyü tamamlamak. Neden bu kadar uzun sürdü bilmiyorum fakat birçok notlar alıp öyküyü tamamlamamıştım. Sonra bir gün tüm notlarımı çıkardım ve öyküyü düzenli bir şekilde yazmaya başladım. Nasıl başladı, nasıl bitti fark etmedim bile. Fakat bittiği zaman sonuna ben de çok şaşırdım ki bu hep olur çünkü konu planım hiç olmaz; kalem nereye götürürse oraya giderim ben de merak içerisinde, izleyerek bu yolculuğu. Daha sonra her zamanki gibi tarih düşmek için takvime baktım. Takvimdeki tarihi görünce kalem elimden düştü. Tarih 15 Ağustos’tu. Günlerden ise perşembeydi. Şok olmuştum ve kendimi zor toparlamıştım. Tarih 15 Ağustos 2013’tü. Bu tarihte ne mi var? Atefah 15 Ağustos 2004’te saat 06:00’da idam edilmişti. Bu öykü bitmek için aynı tarihin gelmesini beklemiş. “Ağlayan Gelin” adını taşıyan öykümün sonunu paylaşmak isterim:
Ağlayan Gelin, doğmuştu, büyümüştü ve ölmüştü; ona yaşlanma şansı verilmemişti. Bu yüzden de o günden beri, her çiçeğe yaşlanması için şans verilmiş. Her sabah, Ağlayan Gelin’in gittiği saatte, sabahın altısında, her çiçek onun için yaşlanır ve on altı çiy damlası bulaşır toprağa ve bulaşan her damlada bir nergis çıkar ortaya, saygı duyarcasına… Bazen de bir fulya belirir beklenmedik anda ve der ki “Unutma!”
İşte aşk olan, güzellikler getiren perşembe bazen de bana derin öyküler getirir. Kendime gelmem uzun sürer bazen, bazen de hiç kendime gelemem. Bu da sanırım perşembenin gizi.
-Endişe kelimesi insana huzursuzluk verir. Sizi şiir yazmaya iten durum, bir endişenin içinden mi doğdu?
Evet, endişe kelimesi huzursuzdur, huysuz olur insan endişeli olunca fakat endişeli olduğum bir anda değil aksine sakin, huzurlu olduğum bir zamanda yazdım ilk şiirimi. Adı “sınır”dı. 9-10 yaşlarındaydım sanırım, yazdığım an çok net aklımda. Her ne kadar huzurlu olduğum bir an desem de, sonbahar bir ruha sahip olduğum için en huzurlu anlarımın fonunda bile huzursuzluk, endişe vardır aslında. Dünya huzurlu kalabileceğimiz bir mekân değil çünkü ve hep birileri için bir şeyler için endişeliyiz ve bizi insan yapan en önemli unsur da endişedir. Canlıya yapılan adaletsizliğin gailesini çekeriz hep.
-“Her doğumla yeniden kendimi doğururum aslında yaşama” diyorsunuz. Şiirleriniz özellikle ölüm ve çocuk izleği etrafında şekilleniyor. Ölümle yaşam arasında kalan çocuğu, bu ikilem içinde nereye oturtuyorsunuz?
Çocuk, her alanda var. Birçok şekilde de tanımlanabilir. Benim yazdığım, duyumsadığım çocuğa baktığım zaman bir filizdir o. Bazen büyür, yemyeşil olur, bazen de büyümeden yok olup gider. Hayatın gerçeğinin en acı şeklidir ölen bir çocuk. Çocuk, umuttur hep, her doğum yeni bir umudu barındırır ve ölüm de umutsuzluktur. Masum olanın ölümü, insanı umutsuzluğa taşır. Endişelendirir, üzer, sorgulatır. Doğumdan ölümü kapsayan süre içerisinde çocuk hayatta olduğu sürece bir sorun yoktur. Ama öldüğü anda ki bu ölüm bedenen olmayabilir de. İşte o zaman sorun başlar. Endişe başlar. Çünkü çocuk; büyümesi gereken, güzel kalması gereken, güzellik getirmesi gerekendir. Bazen hep çocuklara seslenirim, bazen de çocuk olamayana aslında. Dediğim gibi birçok tanımı olabilir çocuğun.
-Son olarak hafızanızın o geniş bahçesinde neler var? Okuma listenizdeki kitaplar, yazmak istediğiniz konular, teknikler vs.?
Aklımda birçok proje var tabii ki, yazınsal olarak. Gerçek hayatla ilgili öyküleri okumaya devam ediyorum ve etmek istiyorum. Ayrıca masallar okuyorum; çocuklar için ne yazılıyor, onlara ne verilmek isteniyor diye merak ediyorum. Bununla ilgili de masal çalışmalarım var fakat henüz çocuklarla ilgili yazılar haritamda yolum belli değil. Gerçek hayat öykülerine ağırlık vermek istiyorum. Bir öykü dosyam var, henüz adına karar vermediğim için şu an adını söyleyemiyorum fakat yakın zamanda okuyucusuna kavuşur diye umuyorum. Bilimkurgu dikkatimi çekse de çekindiğim bir konudur çünkü yazılanın gerçeğe dönüştüğü ile ilgili farklı düşünceler de taşıyorum. Birçok konu hakkında, birçok kişi hakkında, yazılması istenilen konular hakkında, en az tercih edilen yazı tekniklerini çalışarak yazmak istiyorum en çok. Deneme-günlük tarzında bir çalışmam var, şiir ve öyküden uzak, karakterlerin sustuklarını çığlık ata ata söyleten bir yapı taşıyor. Hem gerçeği yazmak hem de kurgusal eserler yaratmak istiyorum. Düşüncelerim okudukça, öğrendikçe bir yelpaze gibi açılıyor, genişliyor. Aslında ben de neler yaratabileceğimi merak ediyorum ve her yazmaya başladığımda heyecanla ne olacağını bekliyorum.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/endise-/550716.html
Söyleşi: Mahmut Yıldırım