in ,

The Breakfast Club: Bir Özgürleşme Hikâyesi

Dünyayla anlaşma konusunda problemi olan 5 gencin hikâyesidir bu. Garip bir hikâye değildir aslında ve karakterler de asla garip değildir. Aksine sıradandır ve film boyunca bu sıradanlığı korumaya devam ederler. Onlar toplumun içinde sıklıkla rastladığımız gençlerdir. Aileleri tarafından yok sayılan, toplumun berbat illüzyonlarının kurbanı olan, kendilerinin olmayan yaşamları ve karakterleri benimsemek zorunda kalan gençlerdir. Toplum ise umursamaz, anlayışsız ve saldırgandır. Tıpkı okulun müdür yardımcısı Richard Vernon gibi. Gençliğin içinde bulunduğu buhran film boyunca açığa vurulur. Bazen çokça gizli yapılır bu ve bazen elinde hoparlörle gezer. Ancak bir şekilde dönemin Amerikan toplumuna verilen mesajları görebilir ve hissedebilirsiniz. Aile, toplum ve eğitim sisteminin öldürdüğü genç ruhlar vardır. Sadece beden olarak gezerler. 20 yaşında öldürürler gençleri, belki de daha genç ve sonra 70 yaşında hiçbir suçluluk hissetmeden gömerler. The Breakfast Club saf bir trajedidir ve zannedildiğinden daha büyük bir politik ve sosyolojik bir isyanı içinde barındırır.

The Breakfast Club bedenlere odaklanır. Onu kült bir film haline getiren şey budur. O sadece diyaloglardan ibaret değildir. Bazen karakterlerin gözlerine baktığınızda bunu görürsünüz. Birçok şey söylemektedirler size ve bunlar pek de klasik bir bakış açısının anlayabileceği şeyler değildir. The Breakfast Club özünde bir özgürleşme mücadelesidir. Aileye karşı, topluma karşı, otoriteye karşı ve karakterlerin kendilerine karşı yürüttüğü bir mücadele…  Muhafazakâr Amerikan toplumu ve onun aile yapısı gençlerin itiraf sahnesinde sorgulanmış ve eleştirilmiştir. Grubun güreşçisi Andrew, aynı zamanda antrenörü olan babasına küfrederek, içsel olarak özgürleşmiş ve o zamana kadar sorgulamadığı baba figürüyle yüzleşmiştir. Bu Andrew için bir kırılma noktasıdır ve artık hiçbir şey onun için eskisi gibi olmayacaktır. Filmin “Anti-herosu” ve aykırı ve ayrıksısı John Bender ise babaya karşı çıkışın tipik bir sembolüdür aslında. O evde babasından şiddet görmekte ancak bunu toplumun diğer bireylerinden ve en kötüsü kendisinden çıkarmaktadır. Grubun “beyni” Brain ve “prensesi” Claire ise aslında “sözde”, toplum tarafından “iyi” olarak adlandırılan çocukların hayatlarına bizi götürmekte ve aslında hiç de sanıldığı kadar  “İyi” olmadıkları izleyicilere anlatılmaktadır.

Genel olarak The Breakfast Club toplum, aile ve eğitim sistemine, çokça geniş perspektiften yöneltilen bir eleştiridir. Toplum, aile ve eğitim korkunç olduğunda “kayıp jenerasyonlar” ortaya çıkacak ve muhtemelen bu ”kayboluş” sonsuza dek devam edecektir. The Breakfast Club bir aynadır. Toplum, eğitimciler, aile ve gençlerin kendisi için. Yapmamız gereken basittir. Aynalarımızın sayısını arttırmak. Daha fazla özgürlük, daha fazla mutluluk ve daha fazla kaybolmamak için. The Breakfast Club herkes için iyi bir “ders”tir ve bu haliyle bir film olmaktan daha fazlasıdır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Tutku Üzerine

Wright Mills’e Göre Sosyolojik İmgelem