in

Genetik Aptallık

Berberimde oturmuş, televizyondaki haberleri izliyordum. Kanalda dikkatimi çeken bir altyazı geçiyordu: “Genetik Hastalıklara Son”. Alt başlıkları şöyleydi: “Bozuk Genleri Ayıklama, Hamilelik Sırasında Bozuk Genlere Müdahale…” Özetle şu söyleniyordu: Ana rahmine düşmüş dölün genetiği incelenecek. Bozuk genler varsa, bu genler tek tek ayıklanacak ve döl sağlıklı bir hale getirilecekti. Örneğin şeker, kalp, kanser gibi onulmaz hastalıkların genlerine önceden müdahale edilerek bu hastalıklı genler temizlenecekti.

İşte berberimin makas şakırtısı altında bunları dinlerken, Aptallığın geni var mıdır? diye düşünmeye başladım… Böyle bir gen varsa, mutlaka bozuktur. tedavi edilmelidir. Yani embriyodan ayıklanmalıdır çünkü bu bozuk genle başımız bir hayli dertte…

Peki, bizim başımız bu aptallık geni ile niçin dertte? Anlatayım: Büyük dâhi Einstein’ın ünlü bir sözü vardır: “Aptallığın en büyük kanıtı, aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç elde etmeyi ummaktır.” Bu özdeyişi ilk okuduğumda, yıllar yılı kafamı meşgul eden bir sorunun da yanıtını bulduğumu anladım.

Hani Arşimet ile ilgili bir hikâye anlatılır: Arşimet, birgün banyo yaparken suyun kendisini kaldırdığını fark eder. O sırada bir problemi çözmeye çalışıyordur. Çözümü tesadüfen bulduğunu anlar. Anadan üryan dışarı fırlayarak, “Eureka, eureka, eureka!” diye sevinçle haykırır.

Benim de yıllarca kafa yorduğum ama bir türlü yanıtını bulamadığım birçok problem vardı… Ülkede yirmi dört saat trafik kazası meydana geliyordu. Neredeyse tamamı insan hatalarına dayanıyordu. Her gün trafik kazalarıyla yaşamamıza rağmen nasıl oluyordu da bu durumlardan hiçbir şey öğrenemiyorduk? Örneğin aşırı hız, hatalı sollama, kemer takma gibi hayati önem taşıyan basit önlemleri niçin alamıyorduk?

Ne bileyim, neden herkes aynı sokağa bakkal, manav, berber, ayakkabıcı vs. açıyor da niçin kimsenin aklına başka bir iş yapmak gelmiyor? Bıkıp usanmadan aynı konuda ya da aynı işte birbirimizden kopya çekip duruyoruz… Başka bir davranış biçimi geliştiremiyoruz. Bu konuda beynimiz bize ihanet ediyor.

Futbol maçlarında oyuncularımız üst üste üç pas yapamıyor… “Vay be! Ne akıllıca, ne zekice pas attı, on numara!” diyerek coşkumuzu dile getiremiyoruz. Akıl dolu, zekâ dolu hareketleri gerçekleştiremiyoruz. Futbol takımlarımızı hayran hayran izleyemiyoruz. Neden?

Düğünlerde, bayramlarda tüfekle sağa sola ateş ederek insanların ölümüne, yaralanmalarına sebep olmak ne kadar akıllıca? Bu bir gelenekse, kültürümüzün bir parçasıysa ve hiç akıllıca değilse, bu kültürü yaşatmak akıl kârı mıdır?

Koca koca çöp bidonları orada öylece bomboş dururken, çöpümüzü bidonların içine değil de hemen yanına bırakmak ne kadar akıllıca? Onuncu kattaki dairenin pencere denizliğine sıra sıra saksılar koymak çok mu zekice? Acaba bu kişinin Newton’dan haberi var mıydı? Sözgelimi “kuvvet ve hareket kanunu” biliyor muydu?

Bilirsiniz, bir özdeyiş vardır: “Akıl var ama fikri yok.” Bu özdeyişin, bizim akıllı görünüp aptalca işler yapanlarımız için söylendiği belirtilir. (Akıl Var da Fikir Yoksa, Erdal Atabek, 15. 3. 2008)

Bilim insanlarına göre zekâ, çevreye uyum sağlama gücü ve kendini yönetme yeteneğidir. Bu tanım, zekâyı ne kadar basit anlatıyor değil mi? “Yav ne var bunda, biz de çevreye uyum sağlayabiliyoruz, kendimizi yönetebiliyoruz…” diye aklınızdan geçiyordur eminim.

Gerçekten öyle mi? Çevreye uyum sağlayıp kendimizi yönetebiliyor muyuz? Sanmam… Bunu anlamak için şöyle bir çevremize bakmamız yeterli olacaktır. Ya kendimizi yönetme yeteneği? Bu konuda ne kadar becerikli olduğumuzu görebilmek için bulunduğumuz zaman ve mekândan geriye doğru yolculuk yapmalıyız…

PISA bilim ölçeğine göre 57 ülke arasında 47. sırada kalmışız. (7.12.2007)

Üstümüzde Uruguay, altımızda Ürdün var… Peki, niçin bu sonuçlarla karşı karşıya kalıyoruz? “Çünkü problem tanıyamıyoruz. Sık sık tekrarlanan bir laftır: Problemin çözümünün yarısı problemi görmekte yatar. Biz işte bu problemi görme yani teşhis etme kısmında çuvallıyoruz. Problemi görmenin iki bileşeni vardır: 1) Eleştirel bir tavır sahibi olmak. Yani her duyduğundan her gördüğünden kuşkulanmak. 2) Etrafımızda olup bitenler veya ilgilendiğimiz konular hakkında bilgi sahibi olmak. İşte biz bu her iki konuda çuvalladığımız için problem teşhisi yapamıyoruz. Tabii problemi görmeyince ortada yaratıcı çözüm bulmak için neden kalmıyor.” (Cumhuriyet Bilim Teknoloji, A. M. Celal Şengör, 7.12.2007)

Demek ki önce problemi teşhis etmek, sonra yaratıcı çözüm bulmak gerekiyor…

5 Yorum

Cevap Yazın
  1. Çok güzel bir yazı tebrik ederim. Bu konuda geçen hafta sonu biz de şu olayı sorgulamıştık: bu kadar giyilebilir mekanik dizayn varken akıllı lens, işçilerin ağırlık kaldırmaları için metal giysi, robot kol vs. bir basketbol oyununa uygulandığını var sayarsak; artık basketbol her uzaklıktan potaya açı ve uzaklık hesaplamalarını doğru yaparak her defasında skor alabileceğimizden yok olabilir mi? yoksa bu insanüstü bir oyuna mı dönüşür. Endüstriyel futbol ve basketbolu teknoloji yenebilir mi. Öyle gözüküyor ki bir hareketi herkes yapabilirse genetikle de bu sporların üzerimizde yarattığı etki belki eski gücünü koruyamayabilir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Pis Okurun Notları (215 – 220 )

Erteleme Üzerine