in ,

3.5 Millyar Dolarlık Sözcük Tartışması

Dünyanın en pahalı anlambilim tartışmasını, Steven Pinker‘ın “Düşüncenin Maddesi” adlı kitabında bahsettiği 11 Eylül olayında yıkılan İkiz Kulelerle ilgili ilginç sigortacılık davası meselesini sizin için derledik. “Olay” kelimesinin anlamıyla ilgili 3.5 milyar dolarlık bir tartışma bu!

Tam olarak nedir olay? Olay bir zaman zarfıdır ve fizikçilere göre zaman, sürekli bir değişkendir: Newton dünyasında önlenemez kozmik akış, Einstein dünyasında yekpare hiperuzayında dördüncü boyut. Fakat insan zihni, bu dokuyu yontup olay dediğimiz ayrı parçalara bölüyor. Zihin, o dokuyu hangi noktalardan kesip ayırıyor? Dünya Ticaret Merkezi kiracısının avukatlarının işaret ettiği üzere, bazen kesiklilik, nesnenin durumunun değişmesini kapsar, mesela binanın yıkılması. Sigorta avukatlarının işaret ettiği üzere, bazen de insan eyleyicinin hedefini içerir, mesela yürürlüğe sokulan komplo gibi. Çemberler sık sık örtüşür: Eyleyici, bir nesneyi değiştirmeye niyet eder, eyleyicinin niyeti ile nesnenin akıbeti tek zaman çizgisini izler ve değişim anı, niyetin tamama ermesine işaret eder. Üzerinde tartışılan dilin ardındaki kavramsal içeriğin kendisi dile benziyor. Sözcük boyutlu, dijital birimlerden (örneğin “olay”) meydana gelen analog bir gerçekliği temsil eder, ayrıca bu birimleri, bir çuval dolusu paçavra gibi etrafa saçmak yerine sözdizimi yapısı vasıtasıyla bir araya getirir. Örneğin Bin Ladin’in ABD’ye zarar vermek için eyleme geçmekle ve Dünya Ticaret Merkezi’nin o zaman yıkılmakla kalmaması, bu yıkıma Bin Ladin’in  eyleminin neden olması, 9/11 ‘e ilişkin anlayışımız açısından elzemdir. Belirli bir insanın niyeti ile belirli bir nesnedeki değişim arasındaki neden-sonuç ilişkisi, 9/11’e ilişkin ana anlayışı, komplo kuramlarından ayırıyor. Dilbilimciler, kavram envanterine ve kavramları birleştiren şemalara, “kavramsal anlambilim” der. Kavramsal anlambilim (düşünce dili), dilin kendisinden ayrı olmak zorunda, yoksa sözcüklerimizin ne anlama geldiği tartışmasını sürdüremezdik. Aynı vakayı ele alan rakip yorumların şaşaalı bir yasal davayı tetikleyebilmesi, gerçekliğin doğasının, insanların zihninde gerçekliğin temsil edilme tarzını belirlemediğini anlatıyor bize. Düşünce dili, belli bir durumu farklı ve birbiriyle uyumsuz şekillerde çerçevelendirmemizi mümkün kılar.

11 Eylül sabahı New York’ta yazılan tarih, zihnen nasıl betimlediğimize göre tek olay ya da iki olay sayılabilir. Bu betimlemeyse neye odaklanacağımıza, neyi göz ardı edeceğimize göre değişir. Bir olayı alternatif şekillerde çerçevelendirme yeteneği, mahkemeye gidilmesinin sebebi olmakla kalmaz, aynı zamanda insanın düşün yaşamının zenginliğinin de kaynağıdır. Göreceğimiz üzere, bilimsel ve edebi yaratıcılık için, mizah ve kelime oyunları için, toplumsal yaşamın dramları için malzeme temin eder. Üstelik, insan tartışmalarının sayısız arenasının zeminini hazırlar. Kök hücre araştırmalarında, bir hücre yığını mı yoksa gelişmekte olan bir insan mı yok ediliyor ,Amerikan ordusunun Irak’a girmesi ülkeyi istila etmek anlamına mı geliyor yoksa ülkeyi özgürleştirmek mi? Kürtaj, gebeliği mi sonlandırıyor yoksa çocuğun canına mı kıyıyor? Yüksek vergi oranlan, serveti paylaşmanın mı yoksa kazançlara el koymanın mı yolu? Tıbbi bakımı devlet idaresine bırakmak, yurttaşların sağlığını koruyan bir izlence mi yoksa devletin iktidar alanını mı genişletiyor? Tüm bu tartışmalarda olayı çerçevelendirmenin iki usulü karşı karşıya gelir ve tartışmanın tarafları, kendi çerçevelerinin şartlara daha iyi uyduğunu gösterme mücadelesi verir. Geçen on yıllık dilimde önde gelen dilbilimciler, Amerikalı Demokratlara, son seçimlerde Cumhuriyetçi Parti’nin onları nasıl hezimete uğrattığını anlatıp politik tartışmalarda anlambiliminin denetimini nasıl tekrar ele geçirecekleri konusunda tavsiye verirken, örneğin vergi sözcüğü yerine üyelik aidatı ve aktivist yargıçlar yerine özgürlük yargıçları demelerini söylüyorlardı.

9/11’in  küme eleman sayısıyla ilgili tartışma, düşünce diline ilişkin yine ilginç bir olguyu öne çıkarıyor. O günün olaylarını nasıl sayacağız diye kafa patlatırken, bunlara sayılabilir nesne muamelesi yapmamız istenir, mesela yığın içinde poker fişleri gibi. O gün New York’ta bir olay mı yoksa iki olay mı meydana geldi tartışması, dörtlü kutudan çıkarılmış iki tereyağı paketi ya da ikisi bir dolara satılan bir çift greyfurt misali şeylerin hızlı kasada bir parça mı iki parça mı sayılacağı tartışmasına benzer. Nesneleri saymakla ve olayları saymakla ilgili benzer bir muğlaklık, Einstein’ın zamanı ve uzayı gerçeklikte eşdeğer olarak tasvir edişinin çok öncesinden itibaren, insan zihninde uzaya ve zamana eşdeğer muamele edilmesinin pek çok yönteminden biridir. Zihin, maddeyi, ayrık şeyler (sucuk misali) ve sürekli şeyler (et misali) diye sınıflandırır. Keza zamanı, ayrık olaylar (karşıdan karşıya geçmek) ve sürekli etkinlikler (gezinmek) diye sınıflandırır. Hem uzay hem de zaman açısından, nesneleri ya da olayları saymamızı mümkün kılan zihinsel merceği, her birini neyin meydana getirdiğini daha yakından incelememizi de sağlar. Uzay (mekan) bağlamında, nesneyi meydana getiren maddeye odaklanabiliriz (gömleğimin her yerine sucuk bulaştı demek gibi); zaman bağlamında, olayı meydana getiren etkinliğe odaklanabiliriz (kadın caddede karşıdan karşıya geçiyordu demek gibi). Bu bilişsel mercek, kendimizi uzaydan sıyırıp bir nesne derlemesini yığın olarak görmemizi sağlar (çakıl taşı ile çakıllık arasındaki fark gibi) . Ayrıca zamana da dışarıdan bakmamızı sağlar, böylece olaylar derlemesini bir tekrar olarak görebiliriz (çiviye vurmak ile çivi çakmak arasındaki fark gibi). Zamanda da uzayda da bir öğeyi zihnen bir konuma yerleştiriyor, ardından yerini değiştiriyoruz: Toplantının saatini 3:00’dan 4:00’a kaydırabiliriz, tıpkı arabayı sokağın bir ucundan öbür ucuna hareket ettirmemiz gibi. Uçlardan bahsetmişken, kendi zihinsel geometrimizin kimi ince noktaları bile uzaydan zamana taşınabilir. Sicim ucu, teknik olarak noktadır, fakat Herb sicimin ucunu kesti diyebiliyor olmamız sayesinde uç uca bitişik küçük bir parça olarak yorumlanabilir. Aynısı zaman için de geçerli: Dersin sonu teknik açıdan bir andır, fakat şimdi dersin sonunu anlatacağım diyebiliyoruz, dolayısıyla olayın tepe noktasını, o ana bitişik küçük bir zaman zarfı içeriyor diye yorumluyoruz.

Dil, OLAYLAR NESNEDİR ya da ZAMAN UZAYDIR misali örtük eğretilemelerle [metafor) doludur. Aslında, uzayın, yalnızca zaman için değil pek çok durum ve koşul için kavramsal bir taşıt olduğu görülüyor. Nasıl toplantı saat 3:00’dan 4:00’a kaydırılıyorsa, trafik ışığı yeşilden kırmızıya değişiyorsa, kişi de hamburger köftesi kızartmaktan şirket idare etmeye geçebilir, ekonomiyse kötü durumdan daha berbat duruma kayabilir. Eğretileme dilde öyle yaygındır ki soyut fikirler için eğretileme olmayan ifadeler bulmak güç. Peki, dilin somutluğu, insan düşüncesi hakkında ne anlatıyor? Zihinde, en narin kavramlarımızın bile zihinsel sahnede dolaştırdığımız madde öbekleri olarak temsil edildiğini mi ima ediyor? Dünya hakkında birbirine rakip savların doğru ya da yanlış olamayacağını, belli bir durumu farklı şekillerde çerçevelendiren alternatif eğretilemeler olduklarını mı söylüyor?

Bu soruların cevabı hakkında fikir yürütmek için dilin insan düşüncesini nasıl şekillendirdiğini bilimsel olarak inceleyen Düşüncenin Maddesi kitabını mutlaka okumanızı tavsiye ederiz.

Yazan fionamimi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Falluslara Adanmış Koleksiyon: İzlanda Penis Müzesi

konuşan fotoğraflar – döngü