in , , , , , , ,

Varoluş Sancısına Bir Doz Kuantum Fiziği

Zihin, ruh ve benlik üçgenine düşmüş insanın Kuantum Fiziği’ne sarılışı.

Varoluş bir sancıdır!

Varoluş bir sancıdır. Stanislav Grof, bu sancıyı duymayan insan için “sıradan insan” tanımını yapar. “Bu insana ‘yaşıyor’ demek zordur, doğru ifade ‘yaşayıp gidiyor’ olacaktır” diye ekler. İnsan her ne kadar fiziksel varlık sahasında “farkındalıksız bir halde” varolsa da, öz farkındalığına ulaşması bir adımlık mesafede durmaktadır. Bu bir adımlık mesafe, aynı zamanda bir uçurumdur. Bir anlık bir tereddüt, adımın boşlukta son bulmasına neden olabilir. Öz farkındalık, atılmış en cüretkar adımdır insan adına.

Zaman geçtikçe, toplumsal bilincin soruları birikir oldu. Antik Yunan, Doğu Disiplinleri, İslam Mistisizmi ve daha nice odak, insanın varoluşuna dair sorulara yanıtlar verdi. Son yüzyılda bu birikimin neredeyse tümü reddedildi ve Newtoncu, materyalist, kartezyen bir bakış açısı hakim oldu. Bu algılama biçimi, dünyayı üç boyutlu, neden-sonuç ilişkilerine bağlı ve Newton Fiziği ile tanımlanabilir bir kompozisyon olarak tanımladı. Buna göre neden-sonuç ilişkileri zamanın doğrusal akışıyla var olur, fiziksel varlığımız kütle çekim yasalarıyla açıklanır oldu.

Newton’dan Bohr’a

Newton Fiziği ile uzun zamandır işlerini halleden insanlık, yüzyılın başında Bohr ile atom modelini değiştirmeye ve parçacıklar üzerinde çalışmaya başladı. O zamana kadar atom modeli insanlığın ulaşamadığı bir bilgiydi. Ancak fizikçiler atoma dair görüntüler elde etmeye ve hesaplamalarla atom altı parçacıkların hareketlerini anlamaya başladıklarında işler değişti. Hızlıca ilerleyen parçacık fiziğinin keşfettiği en büyük gerçek “maddi varlığın bir gözlemciye ihtiyaç duyuyor olması”ydı.

Bohr bile atomu merkezde sabit parçacıklar ve etrafında dönen parçacıklar olarak tanımlamıştı. Bohr atom modeli incelendiğinde, halen lise fizik kitaplarında görebileceğimiz atom resmiyle aynı olduğu anlaşılır. Ancak Heisenberg’le başlayan belirsizlik, ikiz yarık deneyiyle tüm gerçekliğimizi değiştirecekti.

Bakarsan bağ olur, bakmazsan?

Ünlü ikiz yarık deneyi. Teknik ayrıntısını bir kenara koyarsak, elektronların bir gözlemci olmadan hiçbir rotaları olmadığını gösteriyordu. Ya da tersi, bir gözlemci yoksa, elektron her noktada bulunabilen sonsuz bir olasılıklar dalgası olarak var oluyordu. Gözlemci, elektronu bu sonsuz olasılıklardan birine çökertiyordu. Laboratuvar deneyleri göstermiştir ki, maddi varlığın “ne halde” olacağını tamamen gözlemci belirlemektedir. Bu, felsefi olarak gerçekliği gözlemcinin var ettiğini, aksi durumda varoluşun “sonsuz olasılıklar bulutu” olarak durduğunu söylemektedir. Düşünsel anlamda gözlemci, sonsuz olasılıklardan birini meydana getiren olmaktaydı.

Benzer şekilde, gözlemcinin kendi varlığı da, kendine yaptığı gözlem sonucunda ortaya çıkmaktadır. Gözlemcinin kendisi atomlarla tanımlı fiziksel gerçekliğin dışında değildir. Bu durumda gözlemci hem gözlemleyen, hem de gözlemlenen pozisyonunda bulunmaktadır. Önceki yazılarımızda bahsettiğimiz “benlik”, işte tam da bu noktada ilginç bir hal almaktadır. Çünkü benlik tanımında “özne olan ‘ben’in, nesne olan ‘ben’i tanımlası”ndan bahsetmiştik. Bu durumda özne olan ben, nesne olan beni gözlemleyerek sonsuz olasılığı çökertmekte ve bir olasılığa çöküşü sağlamaktadır.

Peki bu çöküş ve kendini var etme projesi, varoluşu açıklamakta mıdır?

Fiziğin varoluşa dair en temel varsayımı

Modern fizik ve özelinde Kuantum (parçacık) fiziği, maddi gerçekliği araştırdıkça, atom altı parçacıkların da altında quarkların ve bozonların varlığını keşfetti. Fakat ne kadar derinleşirse derinleşsin, fiziğin elde etmeye çalıştığı “şey” hala ortada yoktu: Madde!

Evet, elle tutabildiğimiz her şeyin, atom yapısını inceleyen fizik, tüm maddi varoluşun bir “hiçlik” teorisi üzerinde şekillendiğini görüyordu, her seferinde. Temel olarak elde edilen bilgi, maddenin görüntüsünün altında titretişim olan bir boşluğun yattığıydı. Madde boştu, içinde “hiçbir şey” yoktu. Fakat bu o kadar küçük ölçeklerde görünebilen bir haldir ki, doğrudan gözlemlenmesi neredeyse imkansızdır. Bu nedenle çarpıştırıcılar, alan etkisi araştırmaları gibi dolaylı deneylerle etkisel olarak araştırılabilir. Yine de fizikçiler atom denilen tanımın merkezinde fiziksel bir “varlığın” değil, görünmeyen ve yalnızca etkisi olan bir “hiçliğin” yattığında hemfikir oldular.

İşte parçacık fiziği, bu noktada kadim felsefelerle aynı masaya oturmuş oldu. Budizm’in ve Sufizm’in “hiçlik” inançları tam da bu noktada Kuantum Fizikçileri’ine göz kırpar olmuştu. Fizikçiler şaşkındılar, yüz yıldır görmemezlikten geldikleri bu mistik öğretiler, şimdi onlara, buldukları gerçeği binlerce yıl öncesinde söylenmiş olduklarını hatırlatıyorlardı. Bazı fizikçiler bu hatırlatmaya kulak vererek, bulgularının Budizm ve Sufizm gibi kadim felsefelerdeki karşılıklarına baktılar. Ortak nokta hiç şaşmıyordu: Hiçlik!

Madde ve Anti Madde

İlkesel olarak, saf (maddi varlığa dönüşmemiş) enerjinin hiçlik olduğu kabul edilir. Doğrusu bizim maddi varlığımızın maddi olmayan bir “hali” algılaması mümkün görünmemekte. Ancak eldeki veriler, madde ve anti maddenin buluştuğu noktanın “hiçlik” olduğunu göstermekte. Dahası, boş kabul edilen uzayın dahi Dirac Denizi olarak adlandırılan bir enerji denizi olduğunu da kanıtlamış bulunuyor fizik. Bu durumda elimizde hiçliğe dair bir formül de bulunuyor demektir. Buna göre, maddi varlığımızın bir başka bileşkesi olan anti madde, bizim maddi varlığımızla birleştiğinde fiziksel-maddi varlık ortadan kalkıyor (çöküyor) ve bu yokuluş aslında bir “sonsuz potansiyele çekilme” anlamına geliyor.

Kuantum Fizikçileri’ne göre ilksel hal, madde ve anti maddenin olmadığı, sonsuz potansiyele sahip bir enerji denizidir. Yani maddi varoluş öncesi hiçliktir. Ancak bu hiçlik, düşünebileceğiniz (ve düşünemeyeceğiniz) tüm maddi hale dönüşebilme potansiyeline sahiptir. Bu anlamda varoluş sahasına çıkan öz (potansiyel hiçlik), maddi varlığı oluştururken, kendini öze döndürebilecek diğer bileşkesini de (anti madde) ortaya çıkarır.

Öz halin patolojisi

Varlık sahasına geçmemiş öz için, “her şeye dönüşebilme potansiyeli” adını verebiliriz. Fizikçiler böyle çağırıyorlar kendisini. Öz’ün varlık sahasına geçmesi, maddi bir biçim alması ise bilmeme halinden “bilme” haline geçmesi ile mümkün görünüyor. Çünkü sonsuz ihtimalin tek bir ihtimale çökmesi için bir gözlemciye ihtiyaç duyuyor. O noktada “bilen/bilinç” sonsuz potansiyeli çökerten ve tek bir (maddi) hali ortaya çıkarak olmakta. İşte fiziğe göre sonsuz potansiyelden tek bir maddi varlığa dönüşme macerası, “bilme fiili” üzerine gerçekleşiyor. Bu durumda sonsuz potansiyel olarak varolan öz (artık buna ruh diyebiliriz), potansiyel varoluşlarından birine çökmüş oluyor. Kendine gözlemci haline gelmesiyle, “kendini bilme haliyle” hiçlikten varlık sahasına geçen bir öz.

Bu varoluş gerçekleşmeden önce öz (ruh), sonsuz bir bilmeme halini ve sonsuz potansiyel halindeki hiçliği deneyimliyor. Aslında buna deneyim demek biraz zor. Zira deneyim de zaman ile bağlantılı bir kavram. O halde ortada ne bir deneyim, ne de bir maddi varoluş mevcut. Yalnızca, her şey olabilecekken hiçbir şey olmayan bir potansiyel.

Karar anı

Sonsuz potansiyele sahip salt enerjinin (öz/ruh), kendine dair herhangi bir hali bilmek istemesiyle, o hale dönüşmesi an meselesidir. Çünkü gözlem başladığı anda meydana gelir çöküş. İkiz yarık deneyinde ortaya çıkan bu gerçek, hiçlikten (aslında sonsuz potansiyel) varlığa dönüşmenin bir gözlemcinin varlığıyla “anında” olduğunu göstermekte. İşte karar anı, gözlemci olma haline geçişle, yani sonsuz potansiyele sahip ruhun bunu tercih edişiyle “bir anda” gerçekleşiyor.

O anda tüm potansiyel tek bir hale çöküp maddi varlığı, gözlemciyi (zihni), unutmuş ilk hali (ruhu) ve deneyimi (benlik), bir bedende ortaya çıkarıyor.

Fiziğin kadim geleneklere göz kırpışı

Bu noktaya ulaşan fizikçiler, bu noktadan geri gittiğimizde de benzer bir açılımın olabileceğini öngörmektedirler. Yani, maddi varlığa çökerek sonsuz potansiyelini “unutan” zihnin, bilmeme haline dönebileceğini, bu bilmeme halinin de maddi varlık içinde dahi sonsuz potansiyele dair olanı (ruhu) hatırlayabileceğini…

Bu konuda detaylı bir anlatımı Dr. Alan Wolf‘un kitaplarında bulabilirsiniz. Kuantum Fiziği doktoru olan Wolf, varoluşu anlamaya dair çıktığı yolda fiziğin gücünü kullanarak kadim geleneklerle örtüşen bir yaklaşım sergiliyor.

Zihin, Ruh, Benlik

Kendini kendinden maddiyata geçiren öz (ruh), aynı zamanda gözlem sürecinin devamını sağlayan (zihin) ve maddi varlığımızda yaşadığımız deneyim (benlik), Kuantum Fiziği’nin ilgi alanına giriyor ister istemez. Çünkü atom altında bulunan hiçlik, Newton Fiziği ile açıklanamıyor.

Bu açıdan baktığımızda, maddi varlığımızı oluşturan zihin (gözlemci/bilinç), asıl varlığımızı (öz/ruh) unutmamıza neden olmakta. Bununla birlikte, aslında suya bile yazılmayan deneyimi yaşayana da verdiğimiz bir isim var: Benlik. Ne denli izafi bir tanımdır o halde benlik…

Zihnin sustuğu, benliğin ise izafi kabul edildiği noktada, insan yalnızca bir varoluştur o halde. Sonsuz potansiyelden tek bir potansiyele çökmüş bir varoluş. Hiçlikten varlık sahnesine çıkan bir deneyimin, yeniden hiçliğe ve sonsuz potansiyeline dönüşü de, fiziğin varoluş bulgularına göre hiç de uzak bir düşünce değil kanımca.

Hiç olmayı varoluş öncesine atfettik, ancak kadim gelenekler (Budizm, Şamanizm, Sufizm) bu hali dünyada da (maddi varoluşumuzda da) “yaşayabileceğimizi öngörüyorlar.

Stanislav Grof’un sözleriyle bitirelim yazıyı:

“Ölmeden önce ölmek, bedensel bir ölüm değildir. Aksine, beden bağımlılığından kurtulmak ve maddiyata geçmemiş ilk halimizi hatırlamaktır!”

Sağlıcakla…

Yazan baran

Bir Yorum

Cevap Yazın
  1. İlmin yollarını tüketip, sınırlara, Araf’a varmak. Bundan sonrası aynel yakiyn, tanıma, arafe olmalı.
    “Yusuf’un kardeşleri geldi, Yusuf onları hemen tanıdı (arafe), onlar ise onu tanımamıştı”.
    Yusuf 58

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Benötesi Psikolojinin Deneysel Yanı

“Çürümelisin Ingrid Çünkü Dönem Çürümüş” Carl Drayer, ORDET