in

Türkiye’nin Öncü Performans Sanatçısı Şükran Moral: Aile, Düzenin Uşağı ve Tüketicisidir.

Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği tarafından geçtiğimiz nisan ayında kendisine ‘Yılın Sanatçısı’ ödülü verilen Şükran Moral, Türkiye’nin öncü performans sanatçılarından… Sanatçı çoğunlukla kadın bedenini, kadın kimliğini ve Türkiye’de kadına olan bakışı sorgulamamızı sağlayan kışkırtıcı performanslara imza atıyor. Bu performanslarını hamam, genelev, akıl hastanesi veya mezbaha gibi sıradışı mekanlarda gerçekleştiren Moral, çalışmalarını İstanbul ve Roma’da sürdürüyor.

Otoriterleşme, göçmenlik, sansür, LGBTİ+ bireylere yönelik ayrımcılık gibi başlıklarda da eserler veren sanatçı, yapıtlarında dünya ve ülke gerçeklerinin etrafından dolaşmak yerine acının tam içine girmeyi ve yarayı kanatmayı tercih ediyor. İşlerine yönelik tüm sansür, tehdit ve itibarsızlaştırma girişimlerine rağmen Şükran Moral, kabulleniş ikliminin ters rüzgarı sayılabilecek direngen bir asi ruh, sıradanlığa ve toplumsal riyakarlığa tahammülü olmayan proaktif bir sanatçı.

Kendini sil baştan bir araya getirebilmek için hayatını defalarca dağıtabilecek eyvallahsız biri olarak Şükran Moral’ın özyaşam öyküsü de tek başına cüretkar ve özgün bir yapıt bizlere göre.

Çalışmaları ve performans kayıtları Vehbi Koç Vakfı, The British Museum, İstanbul Modern ve Victoria & Albert Museum gibi koleksiyonlarda yer alan sanatçı ile performans sanatı, toplum, sansür, sürgün ve cesaret üzerine eşsiz bir söyleşi gerçekleştirebilmiş olmanın tarifsiz heyecanını yaşadığımızı da henüz başlarken ekleyelim.

Performans sanatına neden ve nasıl başladınız?

Performans sanatına göreceli olarak başladım. Son karar almamı sağlayan olay İtalya’dan atılmamla başladı. O an anladım ki vücudumdan başka ne evim ne yurdum ne ailem vardı. Önce resim, heykel ve enstalasyon işler yaparken 1993-94 yıllarında sanat nedir, toplumda galerici ve sanatçı kimdir sorularını sormaya başlamıştım. Bu sorgulamadan AMBİGUİTAS performansım çıkmıştı. Kimlik üstüne bir performansım. Ve yine 1994 yılında yaptığım ARTİST işim.

Performanslarınızda konforlu alandaki seyirciyi sarsıp onların keyiflerini kaçırıyorsunuz. Sanatınız ve seyirci arasında kurduğunuz bu bilinçli provokatif ilişkilide sanat, sanatçı ve izleyici kavramları ne ifade ediyor sizin için?

Seyirciyi sarsmak, onları zihinsel olarak uyarmak. Ama yine de seyirciye karşı sevimli olma niyetinde değilim. Konfor alanında yaşayan kişiler sanki hipnoz olmuş gibiler. O uykudan uyandırırsan çok kızıyorlar. Dogmalara sarılarak geçen hayatlardan hele hiç konuşmayalım. Küçük bir kız çocuğuna evlilik adı altında yapılan tecavüze hiç sesleri çıkmıyor da bunu sanata dökersen kızıyorlar.

‘’Kendi sesinize sahip olabilmek için önce onun birileri tarafından duyulduğunu unutmak gerekir.’’ denir. Kolayca yaftalanabilecek işlerini sansürlemeden paylaşan romantik- aktif bir sanatçı olarak cesaretinizi nasıl beslediğinizle ilgili bize bir sır verebilir misiniz?

Cesaretimi her an sınıyorum, bazen çok az da olsa kendimi de şaşırttığım oluyor. Cesareti yaptığım işlere inancımdan alıyorum desem de bu yeterli değil. Toplumun ikiyüzlülüğünden o kadar çok tiksiniyorum ki içimi öfke sarıyor. Dediğin gibi ben romantik biriyim ama edilgen değilim. Denemekten, meydan okumaktan hiç yorulmam. Yenilmek veya yetersiz olmak önemli değil, “eylem” içinde olmak önemli.

‘’Hüküm sürmekte olan kültür mantığa aykırı.’’ cümlesinin manifestosu sayılabilecek işler yapan bir sanatçı olarak, toplum ve aile kavramlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sanat vasatın egemenliğini tersine çevirmek için nasıl bir enstrüman ?

Aile ve toplum eşittir vasat demek zaten. Aile kendi içinde tamamen düzenin uşağı ve tüketicisidir. Ülkede aile var elbette ama onlar 100 aileyi aşmaz, ülkenin mal varlığının yüzde 70’ini elinde tutanlar. Geri kalan 70 milyondan fazlası o 100 aile için çalışır. Neymiş ‘Fuck Your Family’. Sanat vasatın üstünde olmalı zaten. Sanat hayatta tanıdığım en güçlü ve en narin enstrümandır.

Kanlı Türkiye haritası yatağı arkasında bir çocuk gelini konu ettiğiniz ‘’Türkiye’ye hoş geldiniz’’ isimli çalışmanızda seyirciden neden dizlerinin üzerine çökerek küçük kızın gözlerinin içine bakmasını istediniz?

İzleyiciye ceza vermek istedim. Küçük bir kız çocuğuna evlilik palavrasıyla tecavüzü meşrulaştırmaya izin verdikleri için.

Bordello (Genelev) ve Hamam gibi sadece erkeklerin alındığı iki mekanda yaptığınız işler arasında nasıl bir bağlantı var?

Müthiş bir bağlam var. Biri; kadınları seks kölesi olarak kullandıktan sonra öteki yerde arınmaları. Günah ve arınma. İkisi de erkek egemen yerler. Hamamda alem yapma geleneği vardır mesela. Şehrin içinde kültürümüze girmiş olan yerler.

İğneyi toplumun riyakarlığına cesurca batırırken ‘Bordello’ isimli performansta  genelev’in kapısına astığınız ‘’Çağdaş Sanat Müzesi’’ yazısı günümüz müzelerine avangard bir çuvaldız niteliği mi taşıyor?

Aslında müzeler ölü yerler. 1997’de bir müzeyi morga çevirmiştim. Burada da genelevi bir müzeye çevirdim. En büyük hayalim MOMA (Museum of Modern Art)’yı bir gün geneleve çevirmek.

Jinekolojik muayene masasına uzandığınız ve bacaklarınızın arasında bir monitör olan ‘’Jinekoloji Masası’’ isimli çalışmanızda hem dişiliğini hem de mahrem ve korunaksız yanını yansıtırken video görüntüleriyle konuşturdunuz vajinayı. Sene oldu 2018. Geçenlerde Kadıköy Belediyesi ‘’Vajina Monologları’’ isimli oyunun gösterimine ismini bile telaffuz etmeye utandıkları gerekçesiyle izin vermedi. Tıbbi bir terim olan vajina neden hala yıkılmaz bir tabu?

Vajinadan çok korkuyorlar, hele konuşan vajinadan hem korkarlar hem de nefret ederler. Vajina demek onların emrinde olan obje olmalı, yoksa kişiliği olan, farkındalığını yaşayarak zevk alan bir vajina hiç işlerine gelmez. 1996 yılında jinekoloji masasında bacaklarımın arasında monitörde akan imajlarla vajinamı konuşturmuştum. Penis kültürü; kendi penisine tapınan bir savaş, öldürmeyi seven bir düzen kurdu. Vajina, bu ataerkil kültürün kurgusuna göre tamamen onun, yani erkek egemen düzenin emrine amade olmalı. Analık, namus, şeref sadece kadının cinselliğinde düğümlenmiş. Erkek elini yıkar ve gider. Yeni öldürücü macerasına. En ezilen sınıftan olan bir erkeğin bile evde ezeceği bir kadın var. Kölelerin de kölesi olan KADIN.

Geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini ters yüz ettiğiniz ‘’Üç Adamla Evlilik’’ isimli çalışmanızı bir Kürt şehrinde gerçekleştirdiniz.  Sadece evlilik mefhumuyla değil ataerkiyle de alay ettiğiniz bu çalışma esnasında yerel halktan nasıl tepkiler aldınız?

İnanmayacaksınız ama yerel halk beklediğimden çok ama çok daha anlayışlı çıktı. Yine de performanslarımı yaparken halktan fazla bir şey beklemem. Kadınlar çok yardımcı oldular, kendi hikayelerini de anlattılar. Bana büyük bir sofra açtılar. Bunları unutamam. Kendisi de kuma olan bir genç kadın da performansıma katıldı.

2014 yılında Diyarbakır’da yaptığınız ‘’Balkon’’ isimli performansta Hitler kılığında halka seslendiniz. O günden bugüne yerelde ve tüm dünyada giderek artan otoriterleşmeyi nasıl okuyorsunuz?

Bütün dünyada bir geriye gitme olduğunu, ırkçılığın arttığını ve faşist partilerin yükseldiğini görüyoruz. Faşist partiler yabancı düşmanlığı üstünden inanılmaz tırmanışa geçtiler. Bu neden böyle? Dünya zenginliği giderek tekelleşmeye ve çok az ailenin eline geçmeye başladı. Ucuz emek köleleri ise göçmenler. Yeni bir sefiller yaşanıyor internet çağında.

Ölüm tehditleri aldığınız ‘’Amemus ‘’ veya ‘’Suçlu Vajina’’  gibi çalışmalarınız Türkiye’deki sansürden nasibini aldı. Topluma bedelini ödemeden kimsenin kendi olamadığı bu evrende, kendi ruhunuza sahip çıkmanın diyeti olarak bir çeşit sürgündesiniz. Sansürü aşmak için de kıvrak bir manevrayla önceden duyurulmayan vur-kaç projeler gerçekleştiriyorsunuz. Ülkenin mevcut durumunu ve sansür uygulamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Güzel; hayatımın özeti “sürgün ve sansür’’, kabullenen biri olmadığım için olabilir mi? Romantik bir asi olabilirim ama kimse sanatımı yapmamı durduramaz. Sansürü aşmanın bildirisini yazmaya ve yapmaya çalışıyorum.

İtalya faslı nasıl başladı? Sanatın beşiği İtalya’da kapılar hemen açıldı mı size? Sanatçı olmak yeterli mi, yoksa kadın ve yabancı olmak orada da zorluklar getiriyor mu?

İtalya faslı da uzun bir macera. O zaman da ırkçılardı.1995’te Irkçı Avrupa kültürü bayrağını boş yere yapmamıştım. İtalyanlar müthiş bir kültüre sahipler ama aynı zamanda çok tutucular.

‘’Auschwitz bir insan mezhabaya bakıp ‘Ama onlar hayvan’ dediği zaman başlar.’’ der Adorno. Geçtiğimiz günlerde Kadıköy’de bir apartman duvarına mezbahada yaptığınız performansı gösteren bir video yansıttınız. Mahalleliden tepki aldınız mı? Nasıl bir deneyim oldu?

Girmediğim bir MEZBAHA kalmıştı ve uzun zamandır orada bir performans yapmak istiyordum … Çünkü: şu an bir mezbaha metaforu yaşıyor güzel ülkem. Ben hala etkisindeyim olayın. Hayvanları kesmeden önce tartıya gözleri bağlı götürüyorlar ve hayvanın ne zaman önünden gözü bağlı bir arkadaşı geçse bağırıyordu. Bağırma değil çığlık ve ağlama. Sıra bana geldiğinde ben de aynı yoldan gözü bağlı gidiyordum ki, o aynı arkadaş yine ağladı ve bağırdı. Bu olayı bir VUR-KAÇ eylemi olarak Kadıköy’de bir sokakta duvarda gösterdim. Evet, tek kişi karşı çıktı ve çoğu da beni savundu. Sokaklar bu nedenle güzel.

Eylemlerle eş zamanlı olarak Gezi parkında gerçekleştirdiğiniz performansınızda kalkışmaya damgasını vuran çarşı ve anarşinin A’sını jiletle karnınıza çizdiniz. O döneme kadar sadece tabuların karnını deşmeyi tercih eden biri olarak kendi bedeninizi kanattığınız bu performansta nasıl hissettiniz? Tepkiler nasıl oldu? Acı çeken bir beden neyi temsil eder?

Bunu bilerek yaptım, yani performans sanatında bu tür kesmeler çok abartılır. Bir farkla; ben, gerçek bir halk uyanışının içine galeri ve müzelerin koruması olmaksızın neredeyse beş dakikada jiletle karnıma anarşinin “A”sını çizdim. Onlar bunu saatler süren bir gösteride kestiler. O andaki duygumu anlatmak çok zor. Aşırı duygulandım, sonrasında eve kapanıp evden çıkamadım.

Banksy müzayedede bir milyon sterline satılan işini satışın hemen ardından şaşkın bakışlar altında parçalara ayırdı. Instagram hesabından o esnada “Gidiyor, gidiyor, gitti…” diye yazdı ve sanat tarihinin en büyük şakası olarak karşılandı. Mizah duygusu gelişmiş, cesur ve politik bir sokak sanatçısı olarak şimdiye kadar yaptığı işlerle özgün bir ruh olduğunu defalarca ispatlayan sanatçının bu tavrı kapitalist düzene karşı devrimci bir duruş mu yoksa müzayedenin haberi olmadan mümkün olamayacak cingöz bir PR çalışması mı sizce? Nasıl gördünüz bu haberi?

Ben o kadar önem vermiyorum bu olaya. Müzayedenin haberi olmaz olur mu.

Çağdaş sanat ile klasik sanat arasındaki bakış ve onlara verilen değer farkı nerden kaynaklanıyor?

Çağdaş sanat bence Marcel Duchamp’ ın “FOUNTAIN” işi ile Manzo’ninin “Merda L’Artista” işleri. Yani “ÇİŞ VE BOK” başlatmıştır çağdaş sanatı.

Türkiye ve dünyadan hangi isimlerin işlerini takip ediyorsunuz?

Zaman zaman değişiyor. Daha çok sinema dünyasını izlerim.

Yeterli temsile mazhar olamamış grupların sesi sayılacak pek çok iş yaptınız. Kendini bir biçimde ‘’öteki’’ hisseden tüm bireylere ne söylemek istersiniz?

Öteki olmaktan asla korkma, saklanma, boş yere uyum sağlama; çünkü, bu korkaklık olur.

Şimdilerde üzerine çalıştığınız yeni projeleriniz var mı?

Birçok projem var. Ama söyleyemem…

Yaratmak ve paylaşmak misyonu üzerine yaşayan biri olarak sizi cezbeden başka ilgi alanlarınız var mı? Hayalleriniz neler?

Zamanım olsa neler yapardım. Hayallerim, projelerimi gerçekleştirmek. Sinemayı çok severim.

Özel hayatınızda yaratıcı bir kadınla nasıl birlikte olacağını bilen ve bunu kabul eden erkeklere rastladınız mı? Var mı öyle bir şey? 🙂

Rastlamadım, rastlasaydım yanımda olurdu. Erkekler yaratıcı kadını çok kıskanıyorlar…

*Performans sanatı ve Şükran Moral üzerine yazdığımız  ‘Performans Sanatı: Cesur Bir Yüzleşme ya da Korkutucu Bir Safsata’ adlı yazıyı buradan okuyabilirsiniz.

 

 

 

 

Yazan Juno

juno.afm@gmail.com

2 Yorum

Cevap Yazın
  1. Sanata büyük ilgim var, ama yazıları okumak hep sıkıcı gelmiştir.Tâki sizin yazılarınızı okuyana kadar. Sonuna kadar akıcılığını koruyor. Tebrikler

  2. gerçekten cesur sanatçı, gözünü bu ülkenin gerçeklerine hiçbir zaman kapatmadı. o da burjuva çevrelerde aptalca şeyleri insanlara sanat diye yutturup büyük paralar kazanabilirdi ama zor olanı seçti. hala da hak ettiği değerin verildiğini sanmıyorum kendisine.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Ucubeler

Haim Kardeşler ve Modernize Yemen Halk Müziği