-Aziz Nesin, “Bizim köşe yazarı, gazetelerde her gün yazar ve her konuda yazar; Avrupa ülkelerindeyse haftanın belli ya da belirsiz bir ya da birkaç gününde ve uzmanı oldukları konuda yazarlar,” der. Bize köşe yazarlığı anlayışınızdan bahseder misiniz?
Sevgili arkadaşım Jan Paçal, çıkardığı online dergiye yazmamı teklif ettiğinde, denemeyi kabul ettim. Ancak bu beni köşe yazarı yapar mı emin değilim, sadece yazıyorum. Aziz Nesin büyük usta elbette ve doğru da söylemiş. Uzmanlık alanım eğitim, yaratıcı drama ve kültürel miras. Sadece bu konularda yazmaya kalkarsam son derece sıkıcı ve bunaltıcı olur. Çok sevdiğiniz bir şeyi düzenli olarak belirli süre yapabilirsiniz. Hani güzel Türkçemizde bir deyim vardır, “ her gün baklava börek yense bıkılır”. Ayrıca diğer konulardaki düşüncelerimi ve bakış açımı aktarma şansım olmaz. Bu nedenle farklı konularda yazıyorum.
-Köşe yazarlığında konu seçimlerinizi, sınırlarınızı nasıl çiziyorsunuz?
Konu seçimi biraz yüreğimin götürdüğü yere giderek oluyor aslında. Bu ifadem yanlış anlaşılmasın, ilham perileri gelip bunu yaz demiyor elbette. Beni etkileyen bir yer, rahatsız eden bir durum, anlatılması gerektiğine inandığım bir konuyu ele alıyorum. Bazen sanatçı bir dostumun eserine yönelik sözcükler kendiliğinden geliyor. Öylesine güçlü bir eser yaratmış ki sanatçı, eser sözcükleri fısıldıyor size. “Yıldız’ın Mürdüm Rengi” böyle yazıldı örneğin, bilgisayarımda bekleyen yazılardan birisiydi, okuyucuya ulaştı.
Ziyaret ettiğim bir antik şehir veya kent öylesine etkiliyor ki paylaşmak ihtiyacı hissediyorum. Elbette dünya artık çok küçüldü, herhangi bir yere gitmek geçmişte olduğu gibi büyük çabalar veya koşullar gerektirmiyor. Ancak hayatın akışı içinde bir telaş içindeyiz ve bazen değerleri atlayabiliyoruz. Sivrihisar’ı ziyaret ettiğimde bunun farkına vardım. Yıllardır geçtiğim kavşaktan, 2021 yılında geçip gitmeyip içeriye girdiğimde, kendimi bir anda geçmişin izlerini sağlam temellerle taşıyan bir yerde buldum. “Kavşakta Bir Hazine” başlığıyla yazdım. Yazımı okuyan birkaç dostum ardımdan ziyaret ettiler ve benzer duyguları dile getirdiler. Dolayısıyla yazmak için belirli bir konu seçimim yok. Sadece hangi konularda yazmayacağımı çok iyi biliyorum. Örneğin siyaset konusunda yazmayı hiç düşünmem. Bu o konuda bir düşüncem olmadığından değil, keyifle yazamayacağımdan. Etik ya da erdemli siyasetin olmadığı yerde, bu konuda yazmayı düşünmem… derken siyaset hakkında yazmış oldum sanırım…
-Fethiye Tazelenme Üniversitesi üzerinde büyük emekleriniz var. Okurlarımıza da kısaca buranın faydalarını anlatır mısınız?
Dünyamız hızla yaşlanıyor. Bu süreçte karşımıza “Sağlıklı Yaşlanma” kavramı çıkıyor. Bizim ülkemizde hızla yaşlanan ülkeler arasında ön sıralarda yer almaya başladı. Gençlik dönemlerinde insanlar iş yaşamı, aile yaşamı, çocuk yetiştirme, sosyal etkinliklere katılma gibi son derece yoğun bir tempoda yaşıyorlar. Emekli olduklarında ise bu yoğun tempo birden bitiyor. Çünkü artık çocuklar büyümüş, aile büyükleri kaybedilmiş, yaşıtların bir kısmı farklı yerlere taşınmış oluyor. İnsanlar bir anda kendilerini işe yaramaz hissetmeye başlıyorlar. Bu duyguyu yoğun olarak yaşayan kişilerden biriyim. Emekli olduğum ilk aylarda her şey çok güzeldi. Koşuşturma bitmişti. Kendime ayıracak zamanım vardı. Sonra Eylül ayı geldi, üniversitelerde dersler başladı ve bir gün ben kendimi “peki şimdi ne yapacağım” sorusunu sorarken buldum. O an atıl, işe yaramaz, eskiciye gitmesi gereken bir nesne gibi hissettim kendimi.
Tazelenme Üniversiteleri, yaş almış bireylere, hak ettikleri yeni yaşama geçiş noktasında ihtiyacımız olan birçok şeyi sağlıyor. Bu sosyal sorumluluk projesi 3 temel hedeften oluşuyor. Emeklilik sonrası bireylerin sağlıklı yaşlanması için ihtiyaçları olan bilişsel, fiziksel ve sosyalleşme ihtiyaçlarını karşılamak. Bunu da dersler aracılığıyla yapıyoruz. Bölüm ya da meslek edinme kaygısı olmadan 4 yıl boyunca, belirlenmiş bir eğitim programına devam ediyorlar. Bu genellikle üniversitelerin olanaklarından yararlanarak, kampüslerde gerçekleştiriliyor. Şöyle bir örnek vereyim. Kurucuları arasında yer aldığım ve eğitim programı sorumlusu olduğum Fethiye Tazelenme Üniversitesinde öğrencilerimiz bu yıl mezun olacaklar. Mezuniyet töreni için öğrencilerimiz ege dansları, halk oyunları, müzik ve tiyatro grubu olmak üzere 4 farklı grupla çalışma yapıyorlar. Bu çalışmalar 60+ yaş grubunun bilişsel, fiziksel ve sosyalleşme ihtiyaçlarının tümünü karşılıyor. Fethiye’de üniversite olmadığı için, biz bu çalışmaları bir kampüsün olanakları olmadan, yerel dinamiklerin destekleriyle yapabildik. Umarım büyük üniversitelerimizde Üçüncü Yaş Üniversitelerini açma yolunda çalışma başlatırlar ve sağlıklı yaşlanma kavramı yaygınlaşır.
–Amacımız Yalnızca Eğitim başlığınızda eğitim amaçlı birçok bilgiyi ve davranışı, sanat yoluyla çocuklarımıza kazandırmaya çalıştığınızı dile getiriyorsunuz. Öğretmenlerin çoğunun öğrencilere ezbere bilgi aktardığını, onlara konunun mantığının kavranması yolunda bir yol kat edilmediğini belirtiyorsunuz. Tabii bunda birçok etken var. Günümüz eğitiminde online sürecin yürütülmesi ve öğretmenlerin her şeyi ezbere aktarması sorunu üzerine neler söylersiniz?
O yazıyı Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığına bağlı öğretmen olarak çalıştığım dönemde yazmıştım. O günden bu güne neler değişti? Elbette değişen bir şeyler var ama yeterli olmadığını söyleyebilirim. Meslekte 36 yıllık deneyime sahip bir eğitimci olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki, online öğretim olur ama eğitim olmaz. Bireyler arası etkileşimi çevrim içi koşullarda oluşturmak mümkün değildir. Eğitim dediğimiz şey bilgi aktarma süreci değildir çünkü. Davranış kazandırmaktır, çocukların/gençlerin birbirinden öğrenmesidir. Bunu çevrim içi kanallarla sağlama şansımız yoktur. Tazelenme Üniversitesindeki öğrencilerimizden örnek vereyim. Pandemi sürecinde biz de çevrim içi kanalları kullandık, çünkü özel bir grup, koruması gereken bir grup ama eğitim devam etmeli. Tek bir çözümü vardı, çevrim içi olarak eğitime devam etmek, ettik. Bunu şansa çevirmeyi de başardık, 6 farklı ilden öğrencilerimiz oldu. Bu yıl hibrit model uyguluyoruz, yani Fethiye’deki öğrencilerimiz yüz yüze eğitim alırken, aynı anda diğer şehirlerdeki öğrencilerimiz için de çevrim içi yayın yapıyoruz. Hangisi daha zevkli derseniz, tabii ki yüz yüze olan. Kişisel veriler gereği ekranlar kapalı olarak eğitim yapılması, eğiticinin ve öğrencilerin birbirinin yüzünü görmediği bir uygulamanın başarılı olması mümkün değildir.
Ezber eğitim ne yazık ki bizim ülkemizin yıllardır temel sorunu. Akademik başarıya odaklanmış bir sistemde –ki burada sistemin varlığını da tartışabiliriz- ezberleme kaçınılmaz yöntemdir. Çünkü en yüksek başarıya ulaşmak zorundasınız. Oysa temel olan öğrenmeyi öğretmektir. Öğrenmeyi öğrettiğinizde başarı kendiliğinden gelir. Üstünde durulmayan şey ne yazık ki bu. Akademik başarı için sadece soru çözme, en yüksek notu alma kaygısı, çocukları öğrenme hedefinden, sanat veya spor çalışmalarından uzaklaştırıyor. Aileler Bilim Sanat Merkezleri gibi veya spor kulüpleri gibi yerlere çocukları ders dışında göndererek çözmeye çalışıyorlar. Bunların hepsinin okul tarafından sağlanması gerekir. Üstelik eğitimde temel hedef bireylerin yeteneklerine uygun modellerin uygulanmasıdır. Öğrenme bireyden bireye değişiklik gösterir. İşitsel, görsel veya kinestetik öğrenen bireylerin hepsine aynı model eğitimi vermemelisiniz. Tek tip insan modeli nitelik ve nicelik kavramını ortaya çıkartır.
-İz bırakan belli özel isimleri kitabınıza alıp onları bizlere tanıtmanız çok kıymetli. İnsana dokunan, iz bırakan kişileri hiçbir şekilde unutamıyoruz değil mi? Hayatımızın sonuna kadar içimizde bir yerde varlıklarını sürdürüyor gibiler. Değerli insanları köşenizde yazma düşüncesi size neler kazandırdı?
Hayatımıza farklı kişiler girer ve biz onlarla anlamlı paylaşımlar yaparız. Bizde, duygularımızda, düşüncelerimizde yerleri vardır. Bu kişileri yazıya dönüştürdüğümüzde, içimizdeki yerlerinden, anılar sepetinden çıkartıp, tarihe kazımış oluyoruz. Yazdığımız yazıyı okuyan kişilerle, değer verdiğimiz bu insanları paylaşmış oluyoruz. “Ben Giderim Adım Kalır” da anlattığım Sezen Yalçıner’i isim olarak belki birçok kişi bilmiyordur, ancak onun Türk yayın hayatına kazandırdığı Tay Yayınlarını bilen çoktur, en azından çizgi roman severler mutlaka biliyordur. 50+ yaş grubu Teksas, Tommiks, Zagor gibi çizgi romanlarla büyüdü. Bu yazının okuyucuları, yayınlarını bildikleri ama kendisini bilmedikleri, hayata sıfırdan başlayarak inanılmaz işler başaran birini tanımış oldular. Daha fazla kişiyi yazmak gerekiyor. Her insan bir dünyadır, bazı insanlar evrendir. Bu değerli insanların sözcüklerle portresini yapıyorsunuz yazdığınızda. Portre mutlaka renk ve tuvalle olmak zorunda değil, sözcüklerle de resim yapabilirsiniz. Müzelere gittiğimizde gördüğümüz tablolar veya heykeller bize hem dönem hakkında bilgi veriyor, hem de kişinin nasıl göründüğünü. Fotoğraf makinesini icadından sonra işler daha kolaylaştı elbette. Ancak sözcüklerle yaptığınız portreler sizin duygularınızı da içerdiği için bana göre daha çok anlam taşıyor. Bir şeyi de vurgulamam gerekli. Yazmak için seçtiğiniz kişiler, yazmaya değer bulduğunuz kişiler oluyor. Tabii bir de isteseniz de yazamadığınız kişiler oluyor. Örneğin annemi yazamadım, çünkü onun artık var olmadığını henüz kabul edemedim… sanırım.
– Son olarak içinizde sizi etkisi altına alan neler var? Yazmak istediğiniz konular, okuma listeniz, yeni vs.?
2016 yılından bu yana kadim Anadolu’nun kültürel mirası üzerine çalışıyorum. Bu nedenle Anadolu topraklarında hüküm sürmüş uygarlıkları antik kentler aracılığıyla yazmak gibi bir düşüncem var. Zaten Köşede Bir Yerde’de yer alan “Kutsal Alan Lagina” ve “Latmos Herakliası” bu bağlamda yazılmış yazılar. Çok özel bu iki antik kenti, ilgili olanlar dışında birçok kişinin ilk kez duyduğunu düşünüyorum. O nedenle bunun anlamlı bir seri olacağına inanıyorum. Öncelik yaşamımı sürdürdüğüm topraklarda olacak elbette. Bu diğer bölgelerin değersiz olmasından değil, yaşadığım bölgeyi derinlemesine, daha iyi inceleme şansım olmasından kaynaklanacak tabii ki. Yaklaşık bir yıldır 1922’de mübadelede ile Fethiye’den gidenlerin yazdığı kitapları Türkçeye çeviriyoruz, ben de düzeltmelerini yapıyorum. Yine yanı sıra sözlü tarih çalışmasını sürdürüyorum. Büyüklerimizin bildikleri, anımsadıkları büyük önem taşıyor. Geçmişimizi bilmek, geleceğimizi biçimlendirecektir. Bu çalışmalar sonucunda tarih boyunca farklı isimlerle anılan cennet Fethiye’nin tarihini kayıt altına almış olacak, araştırmacılara ve gelecek kuşaklara arşiv bırakmış olacağız.
Ancak kültür sadece güzel ülkemin toprakları ile sınırlı değil elbette. Seyahat etmeyi çok seviyorum ve gittiğim ülkelerde de kültürünü ve kültür varlıklarını incelemeye çalışıyorum. Seyahatlerimde not defterim hep yanımda oluyor, sürekli notlar alıyorum. Üçüncü kitap belki bu yazılardan oluşacak. Ayrıca hayatımın seyrini farklı yöne çeviren uzmanlık alanım yaratıcı drama ile ilgili de bir kitap taslağı var. Bir ders kitabı niteliğinde olacak ve alanda çalışan gençlere yol gösterecektir diye düşünüyorum.
Okuma listeme gelince, bir süredir okumaya ara verdiğim Dinler Tarihi ve Budizm üstüne okunacak yeni kitaplar var. Likya Uygarlığı ile ilgili yeni çıkan kitaplar var. Kısaca okuma listem çok uzun.