”Anormal, doğum kazalarının ürünleri rezalet olarak nitelendiriliyor ve bu sakat çocuklar ölüme terk ediliyordu. Eğer şans eseri bunlardan yaşayan olursa ona şüpheyle bakılıyordu. Sakatlığından dolayı toplum onlardan sakınıyor, aileleri bu lanetten dolayı her zaman utanıyordu. Bazen bu talihsizlerden biri soyluların dalga geçmesi ve eğlenmesi için bir meydana bırakılıyordu. Diğerleri ise dilenciliğe, hırsızlığa ya da açlığa terk edilerek yaşamları güçleştiriliyordu. Güzellik aşkı derin kökenleri olan medeniyetin başlangıcına dayanan bir dürtü. Anormal, çarpık yapılı ve sakat insanlara duyulan tiksinti atalarımızdan bugüne kadar uzanan bir süreçtir.”
Todd Browning/ Freaks (1932)
Todd Browning in 30 yıl boyunca yasaklı kalan kült filmi “Ucubeler” bu sözlerle açılır ve yine açılışta söylenen bu sözler filmin neden 30 yıl boyunca yasaklı kaldığının birincil göstergesidir. Film, akıllarda şemalanan “güzel” algısının karşıt manifestosu niteliğindedir ve izleyenlerine “güzel nedir” sorusunu en acımasız biçimde sordurur. İnsanlık medeniyetle beraber bir güzellik anlayışı mı geliştirdi yoksa “güzel” önceden hazır bir biçimde insan zihninde var mıydı?
Tek dişi kaldığı zannedilirken azı dişlerini tek tipleştirme üzerinden insanlığın etine geçiren medeniyet ısırdığı insanı bir daha bırakmamış ve her bir zihne tek bir güzellik algısını yerleştirmiştir. Bu tek tipleşmenin en ürkütücü biçimleri moda dergilerinde, takvim yapraklarında, televizyonlarda, kültürel belleğimizde ve hatta avucumuzda okşadığımız beyaz ekranda her gün tekrar tekrar takdir edilmektedir. ‘Güzel kadın’ dendiğinde bile başarılı bir operasyon sonucunda zihinlerde sarışın, beyaz Avrupalı kadın imajı belirir ve bu tiplemenin dışında kalan diğer “güzeller” ancak sarışın beyaz Avrupalı kadın imajına benzediği ya da benzemeye çalıştığı ölçüde güzel kabul edilmeye başlanır. Bu tek tipleşmeye neden ihtiyaç duyulduğu uzun yazıların konusu olacaktır, bu yazıda üzerine basılması gereken konu ise aykırı olandan, genele uymayandan yani güzel olmayandan duyulan tiksintidir.
İğrenme ve tiksinti kelimeleri böylesi bir konuda fazlasıyla güçlü ve rahatsız edici duruyor gibi görünse de aslında tek tipleşmiş insanın ötekileştirdiği farklı olana beslediği hissin tam karşılığıdır. İçinde yaşadığımız toplum da dahil olmak üzere bir çok toplum doğum anomalilerine sahip bir çocuğun ailesine ceza olarak tanrısal bir güç tarafından uyarı olarak gönderildiğine inanıyordu…Henüz ilk insanın nasıl göründüğünden haberi olmayan insanoğlu hangi ölçütler ile sağlıklı olmak ve güzel olan arasındaki bağı kurdu?Toplumun her kesiminde, her alanında güzel olarak kalıplaşmış olanın avantajı güzel olmayan üzerinde ezici bir tahakküm kurup güzel olmayanı ötekileştirmiş ve yalnızlaştırmıştır. Tıpkı filmde ucubelerin bir sirkte çalışmaya mecbur bırakılması gibi…Güzel olmayanlar yani “ucubeler” adeta normal insanın (!) kendini şanslı hissetmesini sağlayan bir ibret nesnesidir ve dünyada bulunuş amaçları ancak bundan ibarettir!
Medeniyetin kıskaçlarına sıkışan insan bu ibret nesnelerine tiksinti duyduğu ölçüde kendini normal hissetme eğiliminde olacak denli hastalıklıdır, fakat ne yazık ki bu hastalığın teşhisi ve tedavisi imkansızdır… Çünkü “güzellik aşkı” derin kökleri olan bir dürtüdür ve artık normalleşmenin kendisi olarak kabul edilmektedir. Yine tam bu noktada bir soru daha belirmeli düşünenlerin zihninde…güzellik göklerden retinalarımıza yansıyan erişilmez bir ideanın gölgesi mi yoksa elimizi uzattığımız takdirde dokunacağımız şu veya bu diye işaret edebileceğimiz bir şey midir? Hangi ölçütlere göre güzel ve güzel olmayanı belirliyoruz? Bu sorunun cevabı elbette ki çok açıktır. Güzel olmayan olarak, ucube olarak işaret edilen her şey aslında genel normlara uyan insanın kibri ve en aşağı şekilde çaresizce var oluş mücadelesidir.
Genel normlar ise Todd Browning’in başkaldırdığı Hollywood yapımlarının, kültürel kodların bize dikte ettiklerinden başka bir şey değildir. Sanatın nesnesi olarak bile sadece güzelliğin konu edilmesi herkesçe kabul görmüş bir haksızlıktır. Neden güzel olmayan, çirkinlik ve iğrençlik de en az güzel olan kadar sanatsal olmasın? Bunlar da işlenmesi gereken başka türler değil mi? Tüm bu kelimeler eksiklikten, farklı olandan delirircesine korkan “güzel aşığı” insanlar için fazla alengirlidir. Toplumsal kodlarımız bizler tarafından değil ancak bir şekilde belirlenmiştir. Güzel ve çirkin kelimelerinin ardında tarihi bir mücadele vardır. Kapitalist çarklar bile bu kelimelerle dönüşünü sürdürürken yine normal insan güzel olmayanı ötekileştirdiği ölçüde yalnızlaşacaktır ve yine filmi izleyenlerin ilk fark edeceği şey ucubeler olarak nitelendirilmiş sirk çalışanlarının sirkteki normal insanlarla iletişim kurarken hiçbir sorun yaşamaması ancak normal insanların ucubelerle aynı masada oturmaya dahi tahammül edememesidir.
Oysa filmin en önemli repkliklerinden biri sirkteki en güzel kadının bir ucubeyle düzenlediği sahte evlilik sahnesinde geçer. “We accept you, one of us” diye bağırmaktadır ucubeler hep bir ağızdan. Normal insanı “kendilerinden biri olarak aralarına kabul etmiştirler” bu kabul ediş içeriğinde normal insana yöneltilmiş bir soru barındırmaktadır “sen de ucubeleri kendinden biri olarak kabul edecek misin?” Bu soru film boyu cevapsız kalacaktır…Farklılıkların insanlığa aşıladığı bilinçdışı önyargıları ve fiziki üstünlük yanılsamansın getirdiği kibrin manasızlığını, güzellik aşkının kölesi olmuş insanın kapısına bırakıp zili çaldıktan sonra ucubeler hep bir ağızdan tekrar bağırırlar.
We accept you, one of us!
çok mükemmel bir sorgulama..kutlarım..alışılmış prototip algıyı sorgulayan bir- farkındalık vurgusu..
hiç kimsenin dış görünüşüyle yargılanmadığı bir dünya hala uzak bir hayal