Tanrıların, tanrıçaların, periler ve cinlerin boy gösterdiği antik çağlarda, mitolojik kahramanlar; hep ejderhaların, devlerin, cadıların savaşının kahramanı olarak anlatılır. Yerin ve göğün doğaüstü varlıkları arasında kıyasıya geçen mücadelenin başka bir boyutu, denizlerin derinliklerinde süregelen efsaneleri de vardır.
Binlerce yıldır halk söylencelerine konu olan bu doğaüstü canlıların, denizlere hükmeden sihirli dünyasına aslında hiç de yabancı değiliz. Bir çoğumuz Tritonun salyangozundan, denizin efsanelerine kulak vermiş, hatta onun sihirli müziğine kapılmışızdır. Kıyıdan okyanusların derinliklerine doğru ilerlediğimizde ise Okarina’nın sihirli melodileri, yani deniz efsaneleri karşılar bizi.
Tüm zamanların en iyi bilgisayar oyunu seçilen “Ocarina of Time” yani Okarina Zamanı, işte bu efsanelerin‚ efsaneleştirdiği‘ bir oyundur. Okarina, oyunun kahramanı Link‘in çaldığı sihirli enstrümanın adıdır. Link, denizin derinliklerinde bulduğu Okarina’nın sihirli melodilerinden habersiz atılır maceralara. Link, bir süre sonra ona eşlik eden şirin perisi Navi’nin yol göstericiliği ile keşfeder sihirli Okarina’nın gücünü. Ve halen onun efsaneleri anlatılır kulağımıza götürdüğümüz Tritonun salyangozunda.
Denizlerin en güçlü efsanesi, Okarina’nın sihirli notaları ile başlar. Okarina, sihirli notaları ile Link’i deniz ülkesi Zoras’a ulaştırır. Sihirli notaları doğru sıralama ile çaldığında sular yarılır, dev çağlayanları aşar ve neşeli deniz insanlarının yaşadığı Zoras’a ulaşır. Link, Zoras’a ulaştığında neşeli deniz insanlarının büyük bir üzüntüye kapıldıklarını ve artık gülmediklerini öğrenir. Çünkü Zoras’ın prensesi dev balık Lord Jabu-jabu tarafından yutulmuştur. Link, Okarina’nın sihirli melodileri ve su perisi Navi‘nin yardımı ile atıldığı macerada denizlerin sırlarını öğrenmeye başlar, gizli dehlizleri araştırır, sihirli şişeleri bulur, gizleri çözer ve Zoras’ın prensesini özgürlüğüne kavuşturur.
Binlerce yıl öncesinin anlatıları günümüze sadece bir bilgisayar oyunu olarak ulaşmadı elbet.
Eski Yunan mitolojisinde küçük deniz tanrıçasına Oceanids ve dünyayı çevreleyen sulara Oceanus adı verildi. Derin denizlere ise okyanus dendi. Tüm bu isimlerle benzerliği dikkat çekse de Okarina’nın sihirli melodilerinin yankıları halen denizlerde sürüyor. Denize duyduğumuz özlem ve tutku başka neyle açıklanabilir ki?
Suya daldığınız zamanları düşünün. Hissettiğiniz daha fazla denizin içinde kalma isteği, sadece gördüğünüz manzarayla açıklanabilir mi? Deniz dibinin hareketliliği, kumların hışırtısı, sahile vuran dalgaların ritmi ile siz de bu sihirli notaların yarattığı senfoniye kapılmış olabilir misiniz? Belki de deniz kızlarının efsaneleri ile çınlayan kayalıklardan geçerken duyduğunuz seslere esir düşmüşsünüzdür?
İtakhe Kralı Odysessus gemisi ile çıktığı zorlu yolculukta, deniz kızı Sirenaların büyülü şarkılarını adamlarının duymaması için balmumu ile tıkatmıştır kulaklarını. Odysessus, bir kraldır ve krallığı karadadır. Adamlarının denizin çağrısına kapılmasını istemeyen Odysessus’a belki de denizlerin tanrısı Poseidon bu nedenle kızmıştır. Odysessus, kıvrak zekası ile yarattığı Truva atı sayesinde kazandığı savaştan dönerken başına gelen bir çok bela, belki de bu yüzdendir. Odysessus, bir dikili ağaca bile sahip olamayacağı denizi reddederek, krallığını karada kucaklamak istemiştir.
Denizin Sesi, Mitolojik Çağlardan Bu Yana Etkilemiştir İnsanları.
Denizlerden farklı tonda ve farklı notalarda yükselen sesler öylesine ahenkle sarar ki bizi. Denizle içiçe yaşayanların şarkıları da denize benzer. Şarkılarında çok seslilik vardır. Uyumlu bir koro halinde söylenir şarkılar. Ve deniz gibi sonsuzluğa uzanırlar. Tıpkı Karadeniz kıyılarında tekrarlanan, ‘heyamola‘ ya da Kuzey Denizi’nde hep bir ağızdan söylenen ‘Yohhoo Yohhoo‘ gibi.
Yüzyıllar öncesinden bugüne İngiltere ile Danimarka arasındaki Faroe Adaları’nda yaşayan halkların söyledikleri şarkılar ile Kelt’lerin balık avına çıktıkları gecelerde, sisler arasında ilerleyen kayıklarında mırıldandıkları hüzünlü Baladlar her zaman denizin sesi olmuştur. Ve tabii ki Ege Denizi’yle gelen nefis aryalar…
Denizcilikte sereni, sancağı ve yelkeni aşağı indirme eylemine arya denmesi de tesadüf olmasa gerek…
Denizler, seslerini öylesine kazımıştır ki yeryüzüne, karada şarkılarda, salyangozun kabuğunda duyarsınız bu sesleri. Salyangozun mitolojide bir sahibi vardır. Triton. Deniz tanrısı Posedion ile su perisi Amphitrite‘nin oğludur. Triton mitolojide bazen kötü bazen iyi bir tanrı olarak yer alır. Yani deniz gibidir… Bazen tehlikeli, bazen huzurlu bir geleceği bildirir ve elindeki büyük salyangoz kabuğuyla her yerden duyulacak biçimde ulaştırır sesini sonsuzluğa.
Günümüzde Triton’un sesini halen deniz salyangozunda duymaktayız. Müzikolojistler bu seslerden ve mitolojiden mi esinlendiler bilinmez ancak Triton efsanesi halen notalarda yaşıyor. Triton, müzikte birbirinden farklı üç tam sesten meydana gelen ve çözülmeyi bekleyen bir aralıktır. Triton’un salyangozu ile müzikteki sol anahtarının benzerliği de denizlerden gelen sesi çağrıştırmıyor mu? Peki ya diğer anahtarlar, ‘do‘ ve ‘fa‘nın dalgalı şekillerine ne demeli?
Denizin sesinden ne kadar uzaklaşabilir, kulağımızda Triton’un salyangozundan gelen notalarla ne kadar uzağa düşebiliriz ki? Ruhunda ritimleri hisseden herkes denizin tutkunudur.
İşte bu yüzden bir tutkudur deniz…