Antik Mezopotamya insanına göre hayatın anlamı, tanrılarla iç içe ve uyum içinde yaşamaktı. Tanrılar, insanları toplumun sorunsuz ve düzen içinde yaşaması için yardımcı işçiler olarak yaratmıştır.
Bu inanışın temellerini Erken Sümer Hanedanları atmıştır. Mezopotamya’ya göç edip yerleşen, orada oluşan uygarlık ve kavimler de bu inanışı benimsemişlerdir. Politeistik bir din olan bu inanışın tanrı ve tanrıçalarının isimleri zamanla değişime uğrasa da özellikleri genel olarak aynı kalmıştır. Bu tanrı ve tanrıçalara yazının devamında değineceğim.
Mezopotamya yaratılış efsanesi Enûma Elis‘ e göre neredeyse her mitolojide aynı olan yaşlı ve genç tanrılar arasındaki destansı bir mücadeleden sonra başlar(Yunan Mitolojisinde Uranos, oğlu Kronos ile kavgaya tutuşur ve mağlup olur. Daha sonra Kronos, oğlu Zeus ile kavgaya tutuşur ve mağlup olur.)
Enûma Elis: Antik Mezopotamya’da yazılı yaratılış destanı.1000 satır ve 7 farklı çivi yazısı tabletinden oluşur. Ne zaman yazıldığı tam olarak bilinmemektedir.
Sümerler; gök, yer, deniz ve havanın denetimini ellerinde bulunduran tanrıların yaratıcı tanrılar olduğuna ve diğer tüm kozmik varlıkları bu tanrıların yarattığına inanmışlardır. Tanrılar için zigguratlar(tapınaklar) inşa etmişlerdir. Bu tapınaklar devlet güvencesindedir. O kadar önemlilerdir ki, Mezopotamya hükümdarları ithaf ve anma yazıtlarında inşa ettikleri ve onardıkları tapınaklardan bahsedip övünmüşlerdir. Hammurabi Kanunları’nın 6. maddesi, ” Eğer bir adam, tanrıya(mabede) veya saraya ait bir şey çalarsa, o adam öldürülecektir. Ve çalınmış malı kabul eden de öldürülecektir” şeklindedir. Yani Antik Mezopotamya’da zigguratlar oldukça önemliydi. Şehir merkezlerinde, o şehrin koruyucusu olan tanrının tapınağı bulunurdu. Tanrıların bu tapınaklar içerisinde yaşadığına inanılırdı. Bu yüzden çoğu tapınak üç odalı ve odaların içerisi oldukça süslü bir şekilde inşa edilmiştir. Tapınaktan sorumlu tapınak rahipleri, her gün belli saatlerde en içteki odada bulunan tanrı veya tanrıça heykelinin önüne yemek bırakırlardı.Bu heykel her gün temizlenir, giydirilir ve beslenirdi. Bulunan heykelin önünde yine belirli günlerde kurban, dua ve ayinler yapılırdı. En ünlü kutsal şehirleri Nippur’dur. Nippur, tüm inançlar için önemli bir merkezdir. Hristiyanlık ve Müslümanlık dönemlerinde zarar görmeden kalmış, M.S. 800’e kadar yeni inançlar için önemli bir dini merkez olmaya devam etmiştir.
Panteon kavramı ilk olarak Sümerlerde görülür. Panteon; bir mitoloji ya da dine özgü tüm tanrıların birliğidir. Yunan ve Roma uygarlıklarında bir tapınağın adını temsil etmek adına kullanılır. Sümerlere göre; An, Enlil, Enki ve Ninhursag panteonun dört büyük tanrısıdır. Bu tanrılardan kısaca bahsedecek olursak;
An(Anu): Gökyüzü tanrısı, cennetin tanrısı, tanrıların kralı olarak adlandırılır. Göksel katmanların en üstünde oturur.
Enlil: Yeryüzü tanrısı. Sümer inancına göre tufanı meydana getirerek insanları cezalandıran odur.
Enki: Su, zekâ ve yaratmanın tanrısıdır. Babil mitolojisinde Ea olarak adı geçer.
Ninhursag: Ana tanrıça. Enlil’in kız kardeşidir. Akadlar ona tanrıların tanrıçası derlerdi.
Bu tanrılar dışında; Ay tanrısı Nanna, Güneş tanrısı Utu, Aşk ve Savaş tanrıçası İnanna diğer önemli üç tanrı ve tanrıçadır.
Yazımızda geçen ”tufan” efsanesine değinecek olursak, tufan birçok yerel efsaneye ve kutsal kitaplara göre tanrı tarafından bir kavmi, milleti ya da tüm insanları cezalandırmak için gönderildiğine inanılan felakettir. En çok bilinen şekli Nuh Tufanı’dır.
Birçok kültür bu felaketi benimsemiştir. Platon ve Aristoteles tufanı ”Geçmişte insanların uğradığı su ve ateş felaketleri ” olarak ifade etmişlerdir. Pisagor’a göre insanlık bu şekilde 7 doğal afet dönemi geçirmiştir. Maya inanışında da insanlık tarihi boyunca birçok büyük felaket olduğuna inanılırdı.
Tabii tufandan bahsedip Gılgamış Destanı’na değinmemek olmaz. Bilindiği üzere son yıllarda birçok teoriye konu olan Göbeklitepe ile Gılgamış Destanı’nın bir bağlantısı olduğuna inananların sayısı oldukça fazla. Destanda, Gılgamış ölümden kaçarak dünyanın öbür ucu Urfa taraflarına gelir ve tufandan kurtulmuş Utnapiştim ile karşılaşır. Tufan? Urfa? Göbeklitepe? İşte bunlar arasındaki bağlantı, bir destandan yola çıkılsa bile oldukça şaşırtıcı.
Gılgamış Destanı’na kısaca değinecek olursak; 56 kil tabletten oluşan, Akad çivi yazısı ile yazılmış tarihin en eski yazılı destanıdır. Uruk kralı Gılgamış’ın ölümsüzlüğü arayışının anlatıldığı destan, aynı zamanda Nuh Tufanı’nın en eski versiyonudur. Tanrı Enlil’in öğütleriyle, insanın ancak büyük bir ad bırakmakla ölümsüzlüğüne erişebileceğini kabul eden Sümerler tarafından yazılmıştır. Destanın en önemli özelliklerinden biri de anlattığı tufan öyküsünün üç büyük dinin kutsal kitaplarında aynen yer almasıdır. Üç büyük kutsal kitaba da geçen bir destandan bahsediyoruz. Hem şaşırtıcı hem de sorgulatıcı…
Gılgamış, ölümsüzlük otunu bulan Ziusudra’yı bulmak için yola çıkar ve Tilmun Adası’na ulaşır. Ziusudra, daha önce bahsettiğim tufandan kurtulan,Babilce’deUtnapiştim olarak bilinen kişidir. Şuruppak’ın kralıdır. Tufandan kurtulduğu için tanrılar tarafından ölümsüzlükle ödüllendirilir. Ziusudra, Gılgamış’a 950 yaşında olduğunu söyler ve yaklaşık yarım asır önce yaşadığı tufan hikâyesini anlatır. Üç büyük dine göre Ziusudra’nın karşılığı Nuh Peygamberdir. Ayrıca Kur’an ve Tevrat’ta Nuh’un yaşı 950 olarak geçer. Tüm bu benzerlikler yalnızca bir tesadüften ibaret olamaz gibi gözüküyor.