Lübeck Ölüm Dansı
Der Lübecker Totentanz yani Lübeck Ölüm Dansı adlı eser, 1463’te kentin kiliselerinden biri olan Marienkirche’de ‘kara ölüm’ yani veba salgını döneminde yapıldı. Basit kafiyelerden oluşan bir dil ile yazılan pasajlar ve türlü insan resimlerinden oluşmakta.
Yazılarda kişi ölümle konuşur, cevabı aldıktan sonra ikincisi cevap verir ve ardından cevabının son paragrafında bir sonraki ‘dans partnerine’ döner. Figür dağılımı ilginçtir. İmparatorlardan, kardinallere, tefecilerden icra memurlarına ve tüccarlara kadar neredeyse her karakter vardır. Ruhani ve Dünyevi statü değişkendir. Doktor figürü, kilise koruyucusu figürü gibi ruhani/dini statüye sahip insanlar olarak gösterilir. Günümüzde bu statü farklıdır.
Eser, kentin faşizm yıllarında (1942’de) bombalanıp yıkıntılar arasında kaybolana kadar insanları, bulaşıcı ‘veba’ hastalığına karşı uyarmıştır. Kentin kıyı şeridini takip ederek kuzeye doğru çıktığımızda fiyordlardan ayrılmadan rotamızı karşımıza çıkan haliç boyunca içeri doğru sürdürdüğümüzde Schleswig kentine bağlı bir ada karşımıza çıkar: Holm Adası ya da köyü.
Tıpkı ‘Lübeck Ölüm Dansı’ adlı ilginç eserin hatırlattığı gibi bu köy de neredeyse her şeyiyle ‘veba salgını’ dönemi ölümlerini hatırlatmakta.
Sizlere binlerce yıl önceden kopup gelen bu diyardan ve bu diyarın ‘ölüm geleneğinden’ söz etmek istiyorum. Günümüzün yaşam standartlarına sahip ama binlerce yılın geleneklerinin kendi aralarında halen değişmeden yaşandığı küçük bir ada burası.
İskandinavya’yı kapsayan bir Viking filmi için gittiğim bu köyü biraz daha anlatmak gerekli. Viking yaşam izlerinin belirdiği, en güneydeki bu bölgeden başlamıştım çalışmalarıma. Buraya Almanya’da Orta Çağ geleneklerinin halen yaşatıldığı birkaç yerden biri diyebiliriz. Lübeck’in kuzeyinde ve Danimarka sınırında olan Flensburg’un hemen yakınında Schleswig’de bulunan, Holm balıkçı bölgesi. Sokaklarında yürürken, adeta o eski dönemleri yaşarsınız.
Holm’un bağlı olduğu Schleswig, Kuzey Denizi ile Baltık Denizi’nin ortasında, 24 bin nüfuslu bir kent. Lübeck’in kuzeyinde kalıyor. Vikinglere ait yerleşim alanı Haithabu ise kentin hemen yanı başında. Merkezi ve eyalet yasaları Holm’lulara özel olarak hazırlanmış, uzun yıllar önce imparatorluk zamanında yaptıkları yasal bir anlaşma üzerine o dönemden beri kendi kuralları ile sürdürüyorlar yaşamlarını.
Burası Orta Çağ’dan beri özel bir konuma sahip. 1480’de İskandinav Kralı Christian, Holm balıkçıları için resmi bir kararname yayınlayarak, Haliç’in her yerinde balık avlamalarına izin verdi. Bu durum ilkesel olarak bugün bile hala geçerli. Köy sakinlerinin çoğu şimdilerde modern ekonomik faaliyetlere yönelse de, yüzlerce yıl önce olduğu gibi yelken açan ve ağlarını koymak için evlerinin önünde küçük iskeleler kullanan balıkçılar varlıklarını sürdürüyor.
Bunlardan bir tanesi ise kendilerine konuk olduğum bir balıkçı ailesi. Adadaki kökleri yüzlerce yıl önceye uzanan aile günümüzde de aynı yerde ata mesleklerine devam ediyor. Öyle ki adanın yüzlerce yıl önce yaşadığı korkunç ‘veba’ yılları bile aile hafızasına kazınmış durumda.
Fischer ailesi ile uzunca sohbetlerimiz oldu, kısa bir röportajdan söz etmiyorum. İşten bağımsız olarak arkadaş olduk ve sonra balık avlamaya çıktık örneğin. Dönüşte evin iskelesinde balık sattık, Holm sokaklarında gezdik, geleneksel kneipelere (yemek yenen ve sosyalleşilen mekanlar) uğradık. Ve birden adayı ve ruhunu anlamaya başladım. Klasik bir film gibi değil mi? Hani adam uzak bir kasabaya gider ve bir şey vardır kasabada henüz anlamlandıramadığı ve sonra birden ayırdına varır. Bir süre sonra neden ölüm ile bu kadar iç içelermiş anlamış oldum.
Bölge üzerine birçok bilgimin ilk kaynağı, Holm’lu balıkçı ailesi (Fischer) arkadaşlarımdır. Kendilerine ait özel bir diyalekt kullanarak, keyifle anlatırlar adalarını, yaşamlarını ve tabi ölümlerini:
‘’Burada biz hem tatlı su balığı hem de deniz balığı yakalıyoruz, çünkü burası “brackwasser” yani göl ve deniz suyun karışımı. Bizim burada (Baltık Denizi’ni kast ederek) kuzeye kadar açılır deniz. Burada balıkçılık yapmak için bazı şartları kabul etmek gerekli.
Öncelikle köyümüzde yaşamalısın, bize ait avlanma kurallarını kabul etmelisin. Dışarıdan gelenler için biraz zor bir durum buna rağmen dışarıdan gelenler de var. Genelde çocuklarımız mesleğimizi devam ettirir. Ben babamdan mesleği devraldım, babam ise dedemden, neredeyse yüzlerce yıllık dönüşümlü bir miras bu.
Vikingler bizim atalarımız sayılır. İleri de Haithabu var. Kuzeyin ilk ticari noktası. Vikingler de aynı bizim gibi balık avlardı. Tabi bugün bizim daha değişik olanaklarımız var, ağlarımız teknelerimiz biraz farklı ama özünde binlerce yıldır değişmeyen bir yaşam bu. Haithabu’da büyük yangın çıkınca Vikingler gölün güneyinden kuzeyine yani buralara göçmüş, çok uzak değil hemen gölün karşısı, bu nedenle Vikingler aslında bizim atalarımız diyebiliriz.
Esasen Holm, ada demek, ayrı bir isme gerek duymamış atalarımız, biz kısaca Holm der geçeriz. Hep dünyadan ayrıydık. İkinci Dünya savaşında savunma amaçlı bir köprü kurarak, adayı ana karaya bağladılar. Böylece biz değil tüm dünya bize bağlanmış oldu (esprili)’’
Fischer ile süren arkadaşlığımız boyunca, tekneye atladık, Baltık Denizi’nde su kuşlarını takip ettik, Fiyordlarda açılmamış unutulmuş, farklı büyüklükte ve renklerde kuş yumurtalarını inceledik. Ağ ördük, kafes yaptık, ağ attık, balık tuttuk. Sadece denizde değil karada da çok gezdik, söyleştik.
Konuşma sırasında; “Köy meydanları eğlence ve buluşma yeridir tüm dünyada, burada ise köy meydanında bir mezarlık var”, dediğimde Fischer gülerek anlatmaya başladı
‘’Kendi aramızda sakince yaşarız, genelde balıkçılık yaparız. Köyümüzün ortasında hemen görebileceğiniz bir mezarlığımız var, etrafında evlerimiz kurulu. Başka yerlerden gelenler bu görüntüyü yadırgasa da bizim köy meydanımız mezarlıktır. Burada çalışır, yaşar ve ölürüz. Ölülerimizi de yine burada, biz toprağa veririz. Çok eskiden kalan bir gelenek.
Veba salgını döneminde insanlar ölüleri yakardı, dokunmak istemezdi. Ama biz Holm balıkçıları buna izin vermedik ve kendimiz ölülerimizi toprağa vermeye başladık. Üzerinden uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen halen devam ettiriyoruz bu geleneğimizi’’
İlk yasalarının oluşturulması veba salgını dönemine rastlamakta… Hastalık sebebiyle kaybettiklerini gömmekten korkan Avrupalılara karşı bir hassasiyet gösteren Holmlular, “Biz kaybettiklerimizi ortada bırakmayız” diyerek kendi defin törenlerini kendi kurallarına uygun oluşturacakları kararını imparatora kabul ettirirler tabi sonrasında bunun devamı da gelir.
Gelenekleri ise çok daha önceye dayanmakta. Viking yerleşim yeri olan Haithabu büyük bir yangın ile yok olduğunda, halk Schlee Gölü’nün güneyinden kuzeyine göç eder ve halen devam eden geleneksel balık avları o dönemden kalmadır.
Artık biraz modernleşse de binlerce yıldan beri aynı biçimde ağlarla, aynı yılan balıklarıdır avladıkları. İşte o zamandan beri göl geçim kapılarıdır.
Şimdilerde pek kullanılmasa ve sadece uzmanlar bilse de, gölün bir diğer adı da Hedebis Noor.
Hedebis, Antik Viking dilinde sıcak deniz noor ise bataklık anlamına geliyor. Almanya’nın İskandinavya’ya açılan kapısında sıcak deniz bulunur mu diye düşünebilirsiniz. Deniz bize göre halen sıcak değil ancak sıcak bir yaşam ile karşılaşmak mümkün bu uzak diyarlarda. Sanırım bu sözü bir davranış alışkanlığı olarak değil de daha çok ‘toplumsal örgütlenme ya da dayanışma’ olarak kullanmak gerekli. Kendi adlandırmaları ile ‘Holmer popüler’ bir diğer adlandırma ile ‘Holmes Totengilde’ yani ölüm Loncası.
Ölü Loncası binlerce yılın geleneğidir: Orta Çağ’dan beri Schleswig-Holstein’daki Holm balıkçı köyünde özel bir ölü kültürü korunmuştur.
Holm’u özel bir tarihe sahip bir yer yapan sadece balıkçılık geleneği değil.
Holm adı ada anlamına geliyor demiştik. Uzun bir süre küçük yerleşim sadece Schleswig şehrine ve dünyanın geri kalanına bir köprü ile bağlandı. Taze balıkları satmak için sadece yerel pazara getirilmeleri gerekiyordu. Dolayısıyla hiçbir zaman kendilerine ait bir pazar yerine ihtiyaçları yoktu.
Bunun yerine, buradaki evlerin neredeyse tamamı bir kiliseye ve köy mezarlığına bakmaktadır. Bu bir ziyaretçi için alışılmadık bir manzara: Ev bahçelerine, kilise binalarının arkasına, yüksek duvarlar veya parkların kenarındaki ağaçların arkasında gizlenmiş mezarların varlığını biliyor ve görüyorsunuz. Holm’un her yerinde bir mezar var ve bu ‘gönüllü’ bir tercih olarak şekillenmiş.
Veba, ölüm loncasını getirdi
Sadece balıkçılıkla geçinen, fizik olarak son derece güçlü insanlar, mesleklerinde, geleneklerinde ve yaşam tarzlarında şehrin diğer sakinlerinden farklıdır. Sadece imparatorluk zamanından beri kazandıkları imtiyazlı yasaları ile değil. Aynı zamanda özel ilişkileriyle de tamamen kapalı bir birliktelik kurarlar. Ölüm Loncası’nın Kuruluş yılı 1650, Otuz Yıl Savaşının sona ermesinden iki yıl sonradır. Bu felaket sırasında ve sonrasında Schleswig kenti, askeri birliklerin dolaşması nedeniyle güvensiz ve hayatı tehdit eden bir yer haline gelir. Bu insanlar, zamanın kötü hijyen koşulları nedeniyle hızla yayılan şehre salgın hastalıklar getirirler. Bu yılların ve sonradan gelen on yılların dehşet verici durumu, sayısız ölümle sonuçlanan çeşitli veba salgınlarına yol açar
Eski geleneklerde söylendiği üzere “zehirli, zararlı salgın” o kadar çok yayılmıştı ki, görüşe göre ‘düzenli’ cenazeler artık pek mümkün değildi. Ölülerin çoğu geceleri hızla ve alelacele gömüldü. Karşılıklı yardım ve komşuluk ilişkileri unutulma tehlikesi altındaydı. Holm’luların özel bir yas kültürü var. O zamanlar Avrupa’da büyük bir veba salgını başlar. Salgın sırasında şehre bağlantı engellendiğinden, Holmlular ölenlerin gömülmesi konusunda kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalırlar. Bu arka plana karşı, “hakim irade”den yani yetkililerden gelen bir emir olmadan, erkekler, hüzünlü koşullarla başa çıkmak, ölenlere doğru düzgün ve inançlarına uygun Hristiyanlığa uygun bir defin töreni düzenlemek ve akrabalarına yardım etmek ve iyilik sunmak için Schleswig’deki Holm ve diğer yerleşim alanlarında bir araya geldi. Ve işte 21. yüzyılda bile, Holm’un ‘Ölüm lonca’ları’ bölge sivil yaşamının ayrılmaz bir parçası haline geldi. Gittikçe küçülen bir dünyada, Holm halkı için güzel, ama aynı zamanda zorunlu bir durum oldu bu.
Bu tür ciddi salgınlarla, genellikle merkezi yetkili organizasyonun hazırlıksızlığı ve tek tek gömü yeri bulunamadığından dolayı, cesetlerin hızla gömüldüğü toplu mezarlar yaratılmıştır. Cenazelere dini tören yapılamadığı, o topluma ait defin kültürünün ritüllerinin yerine getirilemediği apar topar gömülmeler gerçekleşir.
Ama Holm’da böyle olmamıştır; veba döneminde bile, ölen her kişi, saygıyla, ölmüş kişinin anılarına layık bir cenaze töreni ile defnedildi. Bu, “Holm topluluğunun, Ölü Loncası” nda bir araya gelen gönüllüler sayesinde oldu. Orta Çağ’da loncalar, temelde bugünki mesleki örgütlenmelerin başında geliyorlardı. Ticari bir meslekte çalışan herkes, ilgili bir loncaya katılabilir ve böylece, bir topluluktaki çıkarlarınızı örgütlü bir şekilde savunabilirdiniz. Ait olduğunuz lonca sizi temsil edebilir ve örneğin ticaret sözleşmelerinizi, yöneticilerle müzakere edebilirdiniz. Bu ve buna benzer şekilde çalışan yetenekli esnaf loncaları vardı.
Ölüm loncaları popüler bir hal alır.
Veba döneminde birçok kentte ve köyde, gönüllü kuruluşlar var olsa da, insanların pek istedikleri bir görev değildi bu; çünkü ölüm ürkütür. Kıta Avrupa’sında ölüler özensiz ve acelece toplu olarak ve saygısızca üzerlerine toprak atılsa da; Holm adasında böyle değildi işler. Yani zorla değil “gönüllü” oldu insanlar. Diyebiliriz ki; sadece burada gelenek korundu.
Bu gelenek günümüzde halen sürüyor. Holm Adası ölüm dayanışması ya da resmi adıyla Ölüm Loncası bugün hala var. Balıkçılık için çok az talep olsa ve neredeyse hiç ağ atılmasa bile, insanlar her zaman ölürler.
Burada ölüm gönüllüleri halen siyah şapkalı ve klasik siyah takım elbise giyiyor ve bir ölüm esnasında tabut taşıyıcılarını ve diğer işleri organize etmek için evden eve koşturuyorlar. Cenaze hizmetlerine ek olarak, ölenlerin akrabalarını türlü maddi ve manevi yardımlar ile destekliyorlar. Bu durum Holm’luların hayat sigortası ya da ölüm sigortası olarak bile görülebilir, çünkü loncaya yıllık katkı bir gömme alanını finanse edebiliyor. Bu kuruma bağlıysanız, ölümden sonra ‘Lonca kardeşlerinizin’ sizi yeraltına saygıyla uğurlayacağından emin olabilirsiniz.
Ölüm Loncası sadece cenaze törenlerinde aktif değildir. Sonuçta, Lonca kardeşleri “gelecekte hayatta ve ölümde birlikte durmaya” yemin ettiler. Eğlencelerde de bir arada olurlar. ‘Lübeck ölüm dansı’ eserinde de öyle değil mi?
Tüm herkes dans eder bu festivalde. Nasıl mı?
Lonca yılda bir kez popüler bir festival düzenliyor. Bu ölülere ve aynı zamanda Holm’daki en büyük olaya adanmıştır. Mezar taşları özellikle güzel çiçekler ve süslemeler ile donatılır ve sokaklara renkli afişler asılır. Lonca üyeleri siyah takım elbiseleri içinde görünürler, gururla ve özel olarak hazırlanıldığı kolayca anlaşılan bir yürüyüş düzenlerler. Bu görkemli yürüyüşte, başlarında ‘Öllermann’ ünvanına sahip liderleri bulunan lonca üyeleri, kurulu köyün sokaklarından ve bu yürüyüş için özel olarak yapılmış bir kapıdan geçerler.
Festivale bando takımı eşlik ediyor ve tercih edilen dil ‘Low German’.
Yeri gelmişken söz edelim, Schleswig-Holstein’daki dil atmosferi çok çeşitlidir. Kökenlerine bağlı olarak, insanlar Jutian, Frisian ve Low German dillerini konuşurlar. Low German dili, Almanca ‘plattDeutsch’ olarak adlandırılmakta.
Öllermann, her popüler festivalde önceden belirlenmiş bir yönetmeliğe göre değişir. Tahta masada belirli bir oturma düzeni vardır. Eski Öllermann’ın sağında oturan kişi sırası geldiğinde onun yerini alır, yeni bir Öllermann olur ve bir yıl boyunca elinde bir sopayla “yönetebilir”. Sol tarafta ise; yeni bir üye masaya geldiğinde ve ancak dokuz yıl sonra kendini “ilerletebilen” bir başka lonca üyesi bulunur. Ve bu döngü böyle sürer gider.
Bu ölümlerden doğmuş örgütlenmeye, kadınlar üye olabilir, ancak henüz yönetim kuruluna dahil edilen bir kadına rastlanmadı şimdiye dek… Anlayacağımız ‘bu lonca kardeşliği’ saf bir erkek kulübüdür.
Tabi ölüm karşısında herkes eşit muamele görür. Ölüm her zaman, herkese, hep eşit davranır…