Daha önce yalnız seyahat etmiştim fakat ilk kez bu kadar uzun bir tatil yapıyorum tek başıma.
Gezmek için kendime Antalya’yı seçiyorum. Önce Kalkan, oradan da Kaş’a geçeceğim.
Uzun otobüs yolculuğu boyunca uyuduğum için Kalkan’a geldiğimizde kendimi dinç hissediyorum. Otogardan deniz kenarındaki otele yürürken Kalkan’ın ufak bir kasaba olduğunu anlıyorum.
Dar yokuşlu sokakları yürüyerek biraz etrafı keşfedip halk plajına iniyorum. Kalkan’ın merkezinde bir tane özel beach bir de halk plajı var. Halk plajı ücretsiz ama şezlong ve şemsiye isterseniz ücret ödüyorsunuz. Yeme-içme için bir işletme bulunmakta. Sahilinde inci kumlar yok; küçük taşlardan oluşuyor. Denizi ise tertemiz.
Deniz kıyısında güzel restoranlar var. Canlı müzik adına pek seçenek yok. Sokaklarda dolaşan büyük bir İngiliz kalabalığı var. Çoğu buradan ev almış veya ev kiralamış. Nedense Kalkan’a yerleşmişler, gelen kalanı çağırmış. Tabelaların büyük bir çoğunluğu İngilizce Kalkan’da. A101’in tabelasında “A101 Discount Market” yazıyor. Terlik satıcısından manava, taksiciden garsonuna kadar büyük bir çoğunluk İngiliz aksanıyla akıcı bir şekilde İngilizce konuşuyor. Bazı yerler ödemeyi sterlin cinsinden kabul ediyor.
Kalkan’da yaş ortalaması biraz yüksek. Genellikle 50 yaş civarı İngilizlerin tercihi. Yerli turist pek göremiyorsunuz.
İngilizlerin tatil anlayışı biraz değişik. Gündüzleri deniz gören yazlıklarının havuzuna giriyorlar, barlarda maç izliyorlar veya briç oynuyorlar. Akşamları ise deniz kenarındaki restoranlarda ağır metal zehirlenmesi geçirecek kadar balık yiyorlar.
Günün son kahvesini içmek istiyorum. Merkezdeki minimal caminin yanında Toprak Ağa diye bir kahveci buluyorum. Yanındaki meyhanede de iki amca gazete eşliğinde demleniyor. Kahveyi yapan çocukla sohbet ediyoruz. Kendisi önceden Kaş’ta yaşıyormuş. İki yıldır Kalkan’daymış. Kaş çok bozdu diyor ben daha Kaş’a geçmeden.
Gece devam ediyor. Ara sokaklardaki tasarımcıları geziyorum. İnternetten bulduğum bir terasa, The Fountain‘e çıkıyorum. Burada kahlua ile yapılan bir kokteyl olan Mudslide’ı deniyorum. O sırada mekan çalışanlarından Selim ile sohbet ediyoruz. Bana gezebileceğim yerleri söylüyor. Sanırım o da Kaş’ı sevmiyor. Kalkan’a gelen Kaş’a dönmüyor.
Ertesi gün Patara’ya gidiyorum. Otogardan Patara’ya kalkan minibüsleri buluyorum. Varmak üzereyken Gelemiş Köyü’ne giriyor minibüs. Burada kamp alanları ve moteller var. Doğayla iç içe olmak isteyen gezginlerin tercihi belli ki. Patara’ya varıyoruz. Burası ören yeri olduğu için araçlardan para isteniyor. Minibüsteki herkes birkaç lira verip imece usulü giriş parasını ödüyoruz. Önce ören yerini dolaşıyorum. Likyalılara ait bu kalıntılara bakarken ne zaman Likya Yolu’nda yürüyeceğim diye soruyorum kendime.
Kalıntılardan 5 dakika sonra inanılmaz güzellikteki sahil sizi karşılıyor. Su gibi bir kum; tıpkı çöllerdeki gibi. Birikenler, kum tepelerini oluşturmuş. Plaja giriş ücretli. Karşılığında şezlong veriyorlar. Şemsiye isterseniz ekstra ücret ödemeniz gerekiyor. Böylesine güzel kumlara sahip bu yerin inanılmaz bir denizi var. Akıntı ve dalgadan yüzmek mümkün değil. Cankurtaranın düdük sesi hiç susmuyor haliyle. Çoluk çocuk denize giriyor.
Kalkan’daki son günüm. Bugün Saklıkent Kanyonu’na gideceğim. Erkenden otogara gidiyorum. Günde tek sefer var Saklıkent’e. Sizi götüren minibüs geri getiriyor. Tıngır mıngır bir yolculuktan sonra kanyona ulaşıyoruz. Vardığınızda sizi deniz ayakkabısı satanlar karşılıyor. Kalkan’da tanıştığım günlük arkadaşlarımın verdiği tavsiyeler üzerine plastik bir ayakkabı alıyorum. Kanyona girmek için bilet almak gerekiyor. Uzunca sıra hızlı ilerliyor. Kanyonu tırmanmadan önce hızla akan nehri geçmek gerekiyor. Ayaklarınızın altından sopsoğuk su akarken ipe tutunarak en az 10 adım atmanız gerekli. İlk zorluğu aşarak kalabalığın bir kısmını geride bırakıyorum. İlerledikçe parkur zorlaşıyor.
Yaklaşık 1 kilometre yürüyüp geri dönüyorum ve girişteki gözlemeciden otlu gözleme alıyorum. Yemeğimi yerken buranın çok da uzun olmayan bir süre önce tesadüf eseri Çoban Ekrem (Ekrem Uçar) tarafından bulunduğunu ve kendisinin 1989’da buraya bir lokanta açarak zengin olduğunu öğreniyorum.
Kalkan merkezden Kaş’a giden minibüslere biniyorum. Bu minibüsler sık geçmekte. Kaş’a gelmeden sizi sağ tarafta Çukurbağ Yarımadası selamlıyor. Tam da gün batımına denk geliyorum. Güzel fotoğraflar çıkıyor.
Kaş’ta bir sürü tatlı pansiyon var. Bu tatlı pansiyonların gecelik fiyatları ortalama pansiyonlara göre biraz tuzlu. Fakat otel konforu yaratıyorlar size. Biraz dinlendikten sonra kalabalığı takip ederek sokaklarda dolanıyorum. Küçük, tatlı bir yer burası. Çok sayıda mekan var. En popülerleri meyhaneler. Önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyor. Hatta çok revaçta olan bir-iki yer bir hafta öncesinden rezervasyonları dolduruyormuş. Maalesef canlı müzik için çok alternatif yok. Bangır bangır müzik çalan gece kulüplerinden göremiyorum bile. Anlayacağınız üzere miskinlere yönelik bir yer.
Etrafta büyükşehirlerde çalışan beyaz yakalılar fink atıyor. Yaş ortalaması 25-35 arasında. Çocuklu aileler çok yok. Onlar daha ziyade büyük otelleri tercih ediyorlar; animasyon şovu olanları.
İki adımda bir dondurulmuş meyve tezgahı var. Tava dondurma deniyormuş buna. Merakımdan bir tanesine gidip deniyorum. Buz tavasının üzerinde meyveleri doğruyorlar. Üzerine dilediğiniz yoğun işlenmiş şekerli sürmeliklerden koyuyorlar ve rulo haline getiriyorlar. İlginç bir yiyecek.
Kaş’taki ikinci günümde Kaputaş Plajı’na gidiyorum. Şehrin merkezindeki otogardan sıklıkla minibüsleri kalkıyor. Yol boyu yaşadığım mide bulantısı, plajı üstten görmemle kayboluyor. Herkes gibi ilk önce bu güzel görüntüyü fotoğraflıyorum. Popüler bir nokta olmasına rağmen plajda rahatça oturabiliyorsunuz. Sadece araba ile gelenler için park problemi var. Dar geçitin kenarına park edilebiliyor sadece. Dönerken plajın girişindeki tabela dikkatimi çekiyor. Buraya açılan yolun yapımı sırasında ölen işçilerin adları yazılmış.
Kaş’ın güzel bir marinası var. Bazı teknelerde gençler eğlenirken kimileri başıboş bir şekilde duruyor. Sahipsiz olanlardan bir tanesinin lümenine geçiyorum. Kendimi kaptan olarak hayal ediyorum. Bir gün yatımla Kaş’tan Göcek’e oradan da İtalya’ya gideceğime dair kendime söz veriyorum.
Son günün birazını kaldığım pansiyonun terasında miskinlik yaparak geçiriyorum. Sonrasında Küçük Çakıl Plajı’na yürüyorum. Burayı kapatan iki işletme var. İkisi de birbirine her açıdan benziyor. Giriş ücreti yok. Size rahat bir beach ortamı sunuyor. Sadece yediklerinize-içtiklerinize para veriyorsunuz. Menüde fiyatlar bir tık yüksek. Dilerseniz hiçbir şey içmeden saatlerce oturun; Türkiye’deki çoğu ücretsiz plajda yaşatılan zorunluluk burada sizi bulmuyor. Küçük Çakıl denilse de işletmeler kapattığı için çakıl plaj, yerini iskeleye bırakmış. Yani güneşten kızmış kumlara uzanma şansınız yok. Kaş’ta herhangi bir yerde denize girecekseniz mutlaka şnorkeliniz yanınızda olsun. Bende yalnızca deniz gözlüğü var. Nefessiz kalma pratikleri burada işe yarıyor ve harika bir denizaltı manzarasını görme şansı buluyorum.
Artık dönme vakti. Beton yığının ardından güneş doğuyor Ankara’da.
Diğer Notlar:
-Kalkan’da sizi Patara’ya ve Saklıkente’e götüren günlük turlar var. Üstü açık arazi araçlarıyla yapılıyor.
-Kalkan’dayken denize girmek için Kalamar Koyu da tercih edilebilir. Dalmak için iyi bir nokta.
-Deniz kenarındaki restoranlardan Aubergine’i tercih edebilirsiniz. Balık ve deniz mahsulü dışında da yemekleri var. Fiyatları Kalkan’daki diğer restoranlar gibi biraz pahalı.
-Pasaportunuz varsa günübirlik Meis Adası’na geçebilirsiniz. Kaş’ın merkezinde yolculuğu ayarlayan firmalar mevcut.
-Kaş’tan Kaleköy-Kekova turuna katılabilirsiniz. Buraya sadece tekne ile ulaşım var. Likya kalıntılarının olduğu bu yer tam bir Akdeniz kasabası.
-Kaş, dalış yapanlar için önemli bir nokta. Hiç tecrübeniz yoksa deneme dalışı yapabilirsiniz. Merkezde dalış programı yapan birçok firma var.
-Kaş’ta gün batımını izlemek çok güzel. Bunun için büyük bir çoğunluk Ayı Beer Garden’ı tercih ediyor. Onun dışındaki mekanlardan bu kadar rahat izlemek mümkün değil. Tek olumsuz yanı kalabalık olması.
-Rezervasyon problemi olduğu için ve sıra beklendiği için meyhanede oturmadım ama en revaçta olanları: Ruhi Bey Meyhanesi , Zaika, Voyn.
-Kaş’ın birkaç kilometre aşağısında Limanağzı denilen bir koy var. Buraya sadece tekne ile ulaşım mevcut. Merkezden Limanağzı’na karşılıklı seferler var. Burayı da iki işletme parsellemiş: Biri Nuri’s Beach, diğeri Bilal’in Yeri. İkisinin de birbirlerine çok büyük bir üstünlükleri yok. Tekne seferlerini bu iki işletmenin kendisi düzenliyor. Bu yüzden merkezden tekneye binmeden önce bir tercih yapmalısınız. Berrak bir denizi var. Şnorkelsiz gitmeyin.
-Benim Kaş’ta en sevdiğim yer Mavi oldu. Köy kahvehanesi gibi ortada bir yerde, renkli masaları olan bir bar. Hemen önünde midyeci duruyor. Oradan masaya midye sipariş edebilirsiniz.
-Bir öneri olarak; Kaş’ta Bahar Pansiyon ’da kaldım. Otogar’a, mekanlara ve marketlere çok yakın. Temiz bir yer. İşletenler çok ilgili. Kalkan’da ise Pırat Hotel’de kaldım. Konumu, yemekleri ve işletmesi çok iyi.
-Bu geziyi kalabalık bir grup ile gerçekleştiriyorsanız ev kiralamanızı öneririm. Çok sayıda günlük veya daha uzun süreyle kiralanabilen havuzlu villalar var. Kişi bazında hesaplandığında ekonomik bir tercih oluyor. Evler merkeze yakın olmalarına rağmen yine de özel araçla gidip gelmek gerekiyor. Kiralama için Airbnb ’ye bakabilirsiniz.