Kibar Feyzo filminin efsane repliklerinden biri şehirde çalıştıktan sonra köye dönen Feyzo’nun köyün ortasına kurduğu abdesthane sahnesindedir. Helanın ne olduğunu merak eden marabalardan biri kendi cahilliğinden girmeye utanıp çocuğa parayı verir. Çocuk helaya gidip geldikten sonra adam ne var diye sorduğunda, çocuk “aha böyle delik var, içinde de pok var” der. Adam da köy yerinde hacetini gidermenin paralı olmasını saçma bulmasından “s*ktir ulan” deyip çocuğun ensesine şaplağı indirir.
Bolca güldüğümüz, günlük hayatta da sıkça atıfta bulunduğumuz bu sahne kapitalizmin her şeyi metalaştırmasına şahane absürtlükte bir örnektir. Ücretli tuvalet, ücretli otopark, ücretli su…
Çocukluğumda izlediğim bir reklama çok şaşırmıştım. İsmini hatırlayamadığım bir marka 90’lı yılların sonlarında şimdikilerden daha tombul bir pet şişede su reklamı veriyordu. O anki hislerimi bugün gibi hatırlarım: Evimizde içtiğimiz sudan bambaşka lezzette, büyülü bir şeymiş gibi gelmişti. Kimin gidip de şişe suya para vereceğini de merak etmiştim. Zira bizim suya ihtiyacımız ancak evimizden uzaktaysak olabilirdi. Onu da genellikle camilerden içerek hallederdik. Yakınlarda cami yoksa bir evin kapısını çalar, su isterdik. Hiç tanımadığımız ev sahipleri, bu duruma alışıkmış gibi gider bir sürahi ve bardakla geri dönerdi. Sahi, bu şişelenen suları kim alacaktı?
Korkunun Tüketim Gücü
Reklamlarda uygulanan alışveriş psikolojisinde bir şeye duyulan gerçek ihtiyaçtan çok, bir şeyi elde etme durumunda insanda oluşacak olağanüstü ruh haline vurgu yapılır. Asitli içecek reklamlarında, çölde susamış insanın karşısına soğuktan terlemiş içecek şişesi çıkar; tamamı kimyasaldan oluşan toz içecekten hazırlanmış sürahiye kaşıkla vuran anne figürü sanki ortalığa mutluluk yayıyordur; pet şişe bilmem ne dağının kar sularından erimiştir de, sanki eğilip içiyoruz havasında reklam edilir. Oysa pet şişelerin arkasında “ozonla zenginleştirilmiştir” yazanlar da firmaların ta kendileridir.
Reklamlar gerekli olmasa bile bir metayı satın aldırma üzerine kuruludur. Fakat temel tüketim malzemelerinin reklamlarında fazladan bir neden daha olmalıdır. Su içmeye hepimiz mecburuz fakat niye pet şişeden içilip daha küçük birimler için fahiş fiyatlar ödeyelim? İşte burada ihtiyaçlar piramidinin ilk basamağından yola çıkarak güven duygusunun üzerine oynanır. Saf, doğal, kaynağından, el değmemiş, köyünüzün suyu gibi güzellemelerin havada uçuştuğu tarifler musluk sularının pis, kaka, zehirli, kireçli ilan edilmesiyle insanın güven/korku duygusu içinde hareket etmesine meylettirilir. Doğal kaynağından, el değmeden, damatlık takım elbise gibi şık şişelere doldurulmuş sular kırt sesiyle kapağı açılarak bekareti bozulur. Kendi sularının çok güvenilir ve saf olduğu iddiasında olan firmalar alt mesaj olarak musluk sularının öyle olmadığını ima etmektedir. Medyada haber olarak çıkacak birkaç güdümlü şebeke suyu kötülemesiyle insanlar nakavt edilir. Bundan sonra gelsin siparişler. Güven duygusu böylece şirketlere devredilir. O kadar devredilir ki, damacanalar 50 derece sıcakta bekletilip evlere servis edilse de, pet şişelerdeki sulara mikro ölçülerde plastik karıştığı söylense de, onlarca su firmasının suları musluk suyundan daha kötü çıktığı sağlık bakanlığı ölçümlerinde kanıtlansa da insanlar almaya devam eder. Çünkü insanlar fazla para ödediklerinde kendilerini daha fazla güvende hissederler.
Sektöre Dönüşen Su
Suyun restoranlarda umumi sürahiden kişiye özel tek kullanımlık şişelere girmesi devasa bir pazar yarattı. Restoranlar musluktan doldurup ücretsiz verdiği suyu artık satın aldığı için satmaya başladı. Çoğu restoranda yemeğin üstüne içilen çay (sıcak olarak paketlenemediğinden) ücretsizken,
temel içeceğimiz su plastik şişesinde paralı oldu. Bu yoktan var edilen pazar geri dönülmez bir büyüklüğe erişince, don kişot bir hükümetin suları tekrar musluklardan içilebilir hale getirebilme ihtimalinde şirketlerin cevabı, daha doğrusu sorusu hazırdı: Sektörden para kazanan onca insan işsiz mi kalacak? Aynı soru milyonlarca insanın ölümüne sebep olan silah sektörünün daralması sonrası işten çıkarılmalar başlayınca, silah fabrikatörleri tarafından da sorulmuştu.
Kapitalizmin doğanın atıksız ve masrafsız döngüsüne karşı icat ettiği bu tüketme odaklı döngü, her turunda şirketlere para, insanlara hastalık, doğaysa kocaman bir sorun bırakıyor. Eleştirilere karşı verdiği cevapsa hep aynı: Sektör binlerce insana istihdam sağlıyor.
Suya Yazılan Sorular
İnsanların aşırı hijyen tutkusunun tetiklediği ambalajlı ürün alma sevdası esasında barbi bebeği bez bebeğe tercih etmek gibi. Hamburgercilerin pornografik şekilde sunduğu gıdaların bir benzerini sunan su firmaları, içtiğimizin su değil başka bir şey olduğunu, pet şişelerin barbi bebek standardında, steril güzellikte olduğu iddiasını her gün medyada pompalamaya devam ediyor.
Şişe Şuyun Hikayesi belgeseli bu açıdan durumun Amerika boyutunu çok güzel özetler nitelikte. Küçük Amerika Türkiye’de durum hiç farklı değil. Aldığımız ister damacana, ister tek kullanımlık şişedeki sular olsun elimize aldığımızda bize hissettirdiği naylon güven ve temizlik hissinin ötesinde çok farklı anlamlar taşıyor. Bu açıdan bariz olarak sorulması gereken sorular var: İnsanın en temel ihtiyacı olan suyun bu nebze ticarileşmesi doğru mudur? Bozukluklarla alınabiliyor olması onun doğaya bıraktığı bozuklukla eş değer mi? Doğal kaynak suları hangi köyün doğal su kaynağı kurutularak elde ediliyor? Acaba bir yılda pet şişelere harcadığımız parayla şehrin bir köşesine dağdan gelen bir su sebili yaptırabilir miydik? Tuvalet, su derken sırada pet şişelerde hava mı satın alacağız? Her şeyi satın mı alacağız?
Anadolu kültüründe çok yaygın olarak hayrına yapılan çeşmeler varken bu kültürden bu kadar kolay vazgeçip paraya teslim olmak şaşırtıcı. Şadırvanlar, su çeşmeleri, sebiller, sarnıçlar, kuyular… Hepsi suyun ne kadar genel ve ücretlendirilemeyecek bir ihtiyaç olduğun tarihsel kanıtları. Oysa yoksul ülkelerde temiz suya ulaşım giderek daha paralılaşırken birçok Avrupa ülkesinde parklarda bile içilebilir suya ulaşmak mümkün. Zira gelişmiş ülkeler yoksulların bile suyu parayla aldığı değil zenginlerin bile musluk suyunu içtiği ülkeler. 1997 yılından beri pet şişede suyun satıldığı Türkiye’de, poşetin ücretlendirilmesinden sonra pet şişelerde de aynı durumun olacağı konuşuluyor. Bu durum içme suyu kaynaklı atık miktarını azaltsa da suyun aşırı ticarileşmiş meta olma durumunu ve şişelenmesiyle kaybettiği sağlık değerini değiştirmiyor.
Çocuklara her yıl izlettiğim Abuela Grillo (Büyükanne Grillo) adında, suyun ticarileşmesini anlatan çok güzel bir çizgi film var. Büyükkanne Grillo her ağladığında yağmur yağmaktadır. Bunu keşfeden ‘duman adamlar’ büyükanneyi tutsak ederek yağdırdığı tüm yağmurları şişeleyip insanlara satarlar. Ancak halkın isyanıyla duman adamların ellinden kurtarılan büyükanne özgürlüğüne ulaşınca halkta istediği kadar suya kavuşabilir.
22 Mart Dünya Su Günü’nde doğanın hakkı olan suyu HES’lerle, şişelerle bir yerlere kıstırıp metalaştıran duman adamlara karşı bir Büyükanne Grillo değil bir büyük mücadele gerekiyor.