Dissosiyasyon, bilinçte, kişinin öz kimliğinin değişmiş olduğuna dair bir duyumun eşlik ettiği, istenmeyen bir değişimi kapsar. Dissosiyasyonda, normal olarak bağlantılı ya da bütünlüklü olması gereken olaylar ve bilgiler birbirinden ayrılmıştır. Çoğunlukla korkutucu, stresli ya da acı verici durumlarda, stres ile başa çıkmak için kullanılan normal bir savunma mekanizması olarak görülür.
Dissosiyasyon, gündelik yaşamda daha önemsiz dissosiyatif deneyimlerden (ör. hayal kurmak) çoklu kişilik bozukluğu gibi daha büyük psikipatoloji biçimlerine dek uzanan bir dizilimde görülebilir. Bu yazımızın inceleme konusu, Psycho filminin baş karakteri Norman Bates ve onun, filmin sonlarına doğru iyiden iyiye farkedilen hastalığı.
1900’lerin ikinci yarısında filmler, insanın kişiliğine dair psikolojik karmaşaları tasvir etmeye başladılar. Alfred Hitchcock’un 1960 tarihli filmi Psycho (Sapık), annesini ve onun sevgilisini öldürdükten sonra annesinin kişiliğine bürünen genç bir adamı anlatıyor. Bu film, pek çok kişi tarafından Hitchcock’un en iyi filmi olarak kabul edilir. Harikulade bir film; maalesef aynı zamanda akıl hastalığı olan kişilere dair olumsuz klişelere de katkıda bulunuyor.
(Yazının devamı bir miktar spoiler içeriyor baştan söyleyelim.)
Film, Phoenix’te bir otel odasında, Marion Crane ve sevgilisi Sam Loomis‘in gelecek üzerine tartıştıkları sahne ile açılıyor. Marion evlenmek istiyor, ama Sam, eski karısına olan maddi yükümlülüklerinden dolayı bağlılık sözü veremiyor. Bu öğleden sonrası buluşmasından sonra Marion işe dönüyor ve iş yerinden 40.000 $ çalıyor. Ertesi sabah, parayla birlikte, Sam’in doğduğu şehre doğru yola koyuluyor.Yağmurlu bir fırtına sırasında, Sam’in memleketinden sadece 15 mil ötedeki Bates Motel‘e sığınıyor.
Anthony Perkins tarafından canlandırılan Norman Bates, onu motelin arkasındaki evine akşam yemeğine davet ediyor. Marion, Norman’ın annesinin, yemeğe bir kız getirmek istediği için ona bağırdığını duyuyor. Norman, Morion için sandviç hazırlıyor ve annesinin davranışı için özür diliyor. Ofise bitişik bir odada konuşuyorlar ve Norman doldurulmuş hayvan koleksiyonunu gururla gösteriyor. Daha sonra Norman, odayı ofisten ayıran duvardaki bir gözetleme deliğinden Morion’u soyunurken gözetliyor. O gece Morion, Norman’ın annesi gibi görünen bir kişi tarafından vahşice katlediliyor. Cinayet sahnesi duşta gerçekleşiyor; bu sahne (fondaki dramatik müziği ile birlikte) sinema tarihindeki en ünlü sahnelerden biridir.
Norman duştaki kanı temizliyor ve Marion’un cesedini, kadının yeni alınmış arabasının bagajına koyuyor (çalınmış 40.000 doların da orada olduğunu bilmeden). Arabayı ve içindekileri bir bataklığın dibine gönderebileceği, kimsenin olmadığı bir bölgeye sürüyor. Marion’un patronunun tuttuğu özel dedektif ( Milton Arbogast) Marion’un izini Bates Hotel’e kadar sürüyor ve Norman Bates’in evini ziyaret ettiği sırada öldürülüyor.
(” Burada oturacağım ve sessiz olacağım, olur da benden şüphelenirlerse diye. Muhtemelen beni gözetliyorlardır. İYİ, BIRAK GÖZETLESİNLER. Bırak da, nasıl bir insan olduğumu görsünler. Şu sineği bile vurup öldüreyeceğim. Umarım gözetliyorlardır. Görecekler. Görecek ve anlayacaklar ve diyecekler ki ” bak sen, bu kadın bir sineği bile incitemiyor.”” -Norman annesinin odasında oturmuş gülümsüyor ve gelecekle ilgili kendi kendine düşünüyor)
Daha sonra Morion’un kız kardeşi Lila ve Sam yerel şerifle iletişime geçerler, şerif Norman’ın annesinin on yıl önce öldüğü, kadının sevgilisini öldürdükten sonra kendini de öldürdüdüğü bilgisini verir onlara. Lila ve Sam olayı çözmek için motele dönerler. Filmin gerilim yüklü sonunda, Norman Bates’in mezarını kazıp annesini çıkardığını, bedenini mumyaladığını ve geçen on yıl boyunca evde, kendi yanında tuttuğunu keşfederler. Bates her zaman rahatsız bir çocuk olmuştur, annesini ve onun sevgilisini öldürdükten sonra da suçlulk duygusunun üstesinden gelmek için annesinin kimliğine bürünmüştür. Filmin sonunda Norman, annesinin giysilerini giymiş halde Lilayı öldürmeye teşebbüsünde görüleceği gibi, tamamen annesinin alter egosunu üstlenmiştir.
Gus Van Sant, 1998’de Sapık ( Psycho) filmini bu sefer renkli olarak tekrar çekti. Van Sant’ın versiyonu orijinal senaryoya sadık ve Hitchcock’a saygı gösterisinde bulunuyor ama bu yeniden çevrim orijinal filmin gücünden ve büyüleyiciliğinden yoksun. Ne dersiniz, var mı aklınızda “Hah! tam da buraya uyuyor” dediğiniz filmler?
Daha fazla bilgi edinmek isteyenler, “Sinema ve akıl sağlığı” kitabına başvurabilirler.
Bir Yorum
Cevap YazınOne Ping
Pingback:Saygın Sinema Dergisi Sight & Sound'a Göre Tüm Zamanların En İyi 100 Filmi - Akıl Fikir Müessesesi