in

Dünya Sinemasının En İyi 100 Filmi

Bristish Film İnstutue (İngliz Film Enstitüsü) tarafından 1932 yılından beri yayınlanan ve dünyanın en saygın sinema dergilerinden biri olan Sight & Sound’un 10 yılda bir güncellediği Tüm Zamanların En İyi 100 Filmi Listesi, eleştirmenler, sektör çalışanları ve yönetmenlerin katıldığı bir anket sonucunda oluşturuluyor.

Aşağıdaki liste 2012’deki son anketin sonucunu yansıtmaktadır. Listedeki filmlerin sadece adlarını yayınlayıp geçmek yerine, filmler hakkında kısa bilgilendirmeler içeren daha zengin bir içerik oluşturmak istedik. Filmler, yönetmenler ya da öne çıkan oyuncular hakkında yazılmış iyi yazılara (genellikle Türkçe kaynaklara) okurun kolayca ulaşması için bağlantılar verdik. Eğer filmde sinema tarihinde eşsiz bir yer tutan bir sekans ya da  bir oyuncu performansı varsa onları içeren videolara bağlantılar atadık ve kuşkusuz film müziklerini de unutmadık.

1- Vertigo

Alfred Hitchcock, ABD 1958

Orson Welles’in pek çok listede her zaman en tepede yer alan başyapıtı Citizen Kane’i tahtından indiren Vertigo, artık en azından bu listede birinci sırada. Fransız yazarlar Pierre Boileau ve Thomas Narcejac’ın birlikte yazdıkları D’entre les morts adlı romandan uyarlanan film psikolojik gerilim klasiği.

Yükseklik korkusu olan eski bir dedektifin bir kadını takip etmesi için kiralanmasıyla başlayan film, hem sürprizli senaryosuyla, hem karakteri işlemekteki başarısıyla, hem de sinemada ilk kez denenen kimi kamera hareketleriyle sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmış bir başyapıt.

191 oy

2- Citizen Kane

Orson Welles, ABD 1941

Orson Welles’in henüz 25 yaşındayken çektiği ilk filmi Citizen Kane, dünyadaki pek çok sinema yazarı ve eleştirmeni tarafından gelmiş geçmiş en iyi film olarak kabul edilmeye devam ediyor. Film Charles Foster Kane isimli bir medya imparatorunun yükselişini ve düşüşünü aktarırken, güç, iktidar ilişkileri ve insan doğası üzerine derin sorgulamalar da barındırıyor.

Filmde aynı zamanda ‘Yurttaş Kane’i de canlandıran dahi yönetmen Orson Welles, bu filmiyle ışık kullanımında devrimci bir dönüşüme imza atmış, net alan derinliğini şaşırtıcı bir biçimde kendi ürettiği yöntemlerle artırmış, özenli kadrajlarıyla izleyici üzerinde istediği psikolojik etkiyi oluşturmayı başarmıştı. Her ne kadar gösterime girdiği yıl Akademi’den sadece en iyi senaryo ödülünü kazanabilse de, film hak ettiği zirveye zamanla ulaşmayı başarmıştır.

157 oy

3- Tôkyô Monogatari

Ozu Yasujiro, Japonya 1953

Nuri Bilge Ceylan ve diğer pek çok büyük yönetmeni derinden etkileyen Yasujiro Ozu’nun  ‘Noriko‘ üçlemesinin son filmi Tokyo Hikayesi, Japonya’nın savaş sonrası geçirdiği toplumsal dönüşümü yaşlı bir çiftin hikayesi üzerinden beyazperdeye taşıyor. Taşrada yaşayan ve Tokyo’daki çocuklarını ziyarete giden çift ve çocukları arasındaki ilişkiye geleneksellik ve modernlik ekseninde sorgulayıcı bir bakış atan film hepimizin hayatlarına bir biçimde dokunabilecek bir hikaye anlatıyor.

Aile, kuşak çatışması, hayatın anlamı, iletişimsizlik, bencillik gibi pek çok evrensel temayı olabildiğince sade ve kendine özgü bir  teknikle anlatan Ozu, klasikleşen bir başyapıt yaratmayı başarıyor.

107 oy 

4- La Règle du Jeu

Jean Renoir, Fransa 1939

Renoir’in Alfred de Musset’nin, Les Caprices de Marianne (Marianne’ın Kaprisleri) isimli tiyatro oyunundan serbest bir biçimde uyarladığı ve ülkemizde Oyunun Kuralı olarak bilinen filmi, II. Dünya Savaşı öncesi Fransasının orta sınıflarını zekice hicvediyor.

Gösterildiği dönemde Fransa’da sansasyon yaratan ve bazı seyircilerin sinema salonlarını yakmaya çalışmasını sağlayacak kadar öfkelendiren film, savaşa sürüklenen Avrupa’nın çökmekte olan kültürünü ve burjuva ahlakını acımasızca eleştirir. Önce dönemin Fransa Hükümeti ve işgalden sonra da Naziler tarafından yasaklanan filmin kayıp parçaları ancak 1956 yılında bir araya getirilmiş ve film kaybolmaktan kurtulmuştur.

100 oy 

5- Sunrise: A Song of Two Humans

Murnau, ABD 1927

Dışavurumcu Alman sinemasının en önemli temsilcilerinden biri olan dahi yönetmen Murnau’nun, sessiz sinemanın son ve en parlak şaheserlerinden biri olan filmi, Almanya dışında çektiği ilk film olma özelliğini de taşıyor. Hollywood stüdyo sistemi içerisinde çekilen film, Amerikan toplumunu resmetmekteki başarısı yüzünden Amerikan Kongre Kütüphanesi tarafından “kültürel, tarihi ve estetik açıdan çok önemli” bir film olarak nitelendirilmiştir.

Küçük bir Amerikan kasabasında yaşayan bir adamın şehirli bir kadına ilgi duymaya başlaması ve bu yüzden evliliğinin sarsılmasını anlatan film, kahramanın dönüşümünü olağanüstü bir şekilde canlandıran George O’Brien‘ın oyunculuk dersi verdiği bir şaheser.

93 oy

6- 2001: A Space Odyssey

Stanley Kubrick, İngiltere / ABD 1968

Stanley Kubrick, sinemanın hemen her türünde başyapıtlar üretmiş, sanat hayatı boyunca az sayıda film çekse de, çektiği her bir film sinema tarihinin önemli köşe taşları olmuştur. Yönetmenin 1968 yılında çektiği 2001: A Space Odyssey isimli filmi ise bilim kurgu sinemasını derinden etkilemiş, kendisinden sonra çekilen pek çok filme esin kaynağı olmuştur.

Bir uzay yolculuğunu anlatan film, insanın evreni anlamlandırma çabasını merkezine alan bir anlatıyı, yer yer mistik ve karamsar bir şekilde ele alır. Günümüzde olası etik ve pratik yansımaları çokça tartışılan yapay zeka olgusuna yaşadığı zamanın ötesinde bir yorum getiren yönetmen, titizlikle planlanmış çekimleri ve kusursuz görsel efektleriyle defalarca izlenecek bir tür klasiğinin altına imza atmış.

90 oy 

7- The Searchers

John Ford, ABD 1956

Huysuz ve aksi yönetmen John Ford‘un bir western klasiği olan The Searchers için saf Amerikan bir film desek yanılmış olmayız. Hollywood’un altın çağının en görkemli yönetmenlerinden biri olan Ford bu destansı anlatısında Homeros’un Odysseia’una benzer bir izlek kullanıyor. Beyaz Adam’ı yüceltmesi açısından ideolojik olarak durduğu yer tartışmalı olsa da, sinema tarihine olan katkısı yüzünden western sevmeyen izleyicilere bile etkileyici bir sinema deneyimi vaadediyor.

78 oy 

8- Chelovek s kino-apparatom

Dziga Vertov, Sovyetler Birliği 1929

Ankette 8. sırada yer alsa da Vertov’un Kameralı Adam’ının daha üst sıralarda olması gerektiğini düşünenlerdenim. Sine-Göz kuramının kurucusu olan çok yönlü entelektüel Dziga Vertov’un genç Sovyetler Birliği’nin şehir hayatını tüm gerçekliğiyle deneysel belgesel bir tarzda yansıtan filmi, saf sinema aşkının yüce bir dışavurumu ve film kurgusunun film üzerindeki muazzam dönüştürücülüğünün kanıtı olarak da izlenebilir. Devrimi yansıtan filmin kendisi de sinemada bir devrim yapmış dersek abartıyor olmayız.

68 oy

9- La passion de Jeanne d’Arc

Carl Dreyer, Fransa 1927

Fransız tarihinin en önemli ulusal kahramanlarından biri olan Jeanne d’Arc‘ı engizisyon mahkemesindeki duruşmalar üzerinden anlatmaya çalışan Carl Theodor Dreyer’in başyapıtı sessiz sinemanın da en önemli filmlerinden biri.

Özellikle oyuncuların yüzüne yapılan yakın plan çekimlerle, dönemin sinema anlayışından farklı bir kamera kullanımına yönelen film, daha sonra da pek benzerine rastlanmayacak bu anlatım tekniğiyle duyguların yansıtılmasında oldukça başarılı oluyor. “Günahkar” Jeanne d’Arc’ın psikolojik çözümlemesinde büyük rol oynayan bu teknik, aynı zamanda onun etrafındaki mistik hareyi de dağıtarak daha sonra diri diri yakılarak öldürülen ve aize olan Jeanne d’Arc’ı yaşamış etten kemikten bir insana dönüştürüyor.

65 oy

10- 8½

Federico Fellini, İtalya 1963

Federico Fellini sadece İtalyan sinemasını değil, dünya sinemasını da derinden etkilemiş yönetmenlerden biridir. Fellini’nin hayatından otobiyografik izler taşıyan film, yaratıcılık krizleri yaşayan bir yönetmenin kişisel arayışlarını hayaller ve rüyalarla sınırları belirsizleşen sembolik bir sinema diliyle aktarıyor.

64 oy

11- Bronenosets Potemkin

Sergei Eisenstein, Sovyetler Birliği 1925

Çarlık Rusyasının Karadeniz filosunda bulunan Potemkin isimli bir savaş gemisinde patlayan bir ayaklanmayı gerçek olaylardan yola çıkarak anlatan film, işçi sınıfına ve yoksul askerlere adanmış epik bir destan. Filmde berbat şartlarda yaşayan, kurtlu konserve yiyerek hayatta kalmaya çalışan denizcilerin, üstlerine karşı başlattığı ayaklanma gemiyi ele geçirmeleriyle ve ayaklanmanın Odessa şehrine sıçramasıyla devam eder. Eisenstein’ın sinemada çığır açan teknikleriyle oldukça dinamik bir anlatıma sahip olan film devrim sinemasının manifestosu haline gelir.

Ekim Devrimi’nden sonra Lenin’in sinemayı en önemli propaganda araçlarından biri olarak görmesi ve bu alanda genç sinemacılara verdiği ciddi desteğin ilk meyvelerinden biri olarak ortaya çıkan film, Odessa merdivenlerindeki kıyım sekansıyla baş döndürücü teknik bir başarının altına imza atar ve pek çok yönetmen bu sahneye referans veren çekimleri kendi filmlerinde kullanır. Bu bağlantıdan ünlü sekansı ve ona yapılan atıfları izleyebilirsiniz.

 63 oy

12- L’Atalante

Jean Vigo, Fransa 1934

Oldukça genç bir yaşta 29’unda hayata veda eden Jean Vigo, kısacık ömründe sanatsal değeri oldukça yüksek iki başyapıtın altına imza atmıştı. Baskıcı bir okulda otoriteye isyan eden çocukları anlattığı 41 dakikalık Hal ve Gidiş Sıfır‘dan sonra çektiği ilk ve son uzun metrajı olan L’Atalante şiirsel gerçekçilk akımının en parlak filmlerinden biri olarak tüm zamanların en iyileri arasına girmeyi sonuna kadar hak ediyor.

Yeni evli genç bir çiftin balayları, adamın bir mavnada çalışması yüzünden, Le Havre ve Paris’i birbirine bağlayan Sen Nehri üzerinde geçer. Karakterlerine sevgi ve anlayışla yaklaşan yönetmenin filmi, alışılmışın dışında bir sinematografi kullanımı ve sürrealizme kayan öyküleme tarzıyla, Fransız Yeni Dalgası’na da esin kaynağı olmuştur.

58 oy 

13- À Bout de Souffle

Jean-Luc Godard, Fransa 1960

Jean-Luc Godard’ın ilk uzun metrajlı filmi gösterime girdiğinden bu yana ilk kez izleyenler için şok edici ve büyüleyici bir sinema deneyimi olmayı sürdürüyor. Ülkemizde Serseri Aşıklar olarak bilinen filmdeki performanslarıyla, Jean Seberg ve Jean Paul Belmondo sinema tarihinin en sevilen çiftlerinden biri olarak hafızalara kazınmıştı.

Paris’te, New York Herald Tribune gazetesi için stajyerlik yapan genç bir Amerikalı kadınla, Fransız bir gangsterin cinsellik yüklü tuhaf ilişkisini, geleneksel senaryo ve kurgu kurallarının hepsini alt üst ederek anlatan Godard, bu yenilikçi tavrıyla sinemada eşine az rastlanır bir cüretkarlık sergilemişti.

57 oy 

14- Apocalypse Now

Francis Ford Coppola, ABD 1979

Joseph Conrad’ın Türkçeye Karanlığın Kalbi olarak çevrilen “Heart of Darkness” adlı romanından uyarlanan film, pek çok sinema otoritesi açısından gelmiş geçmiş en iyi savaş filmi olarak görülüyor. Apocalypse Now (Kıyamet) çekim sürecinde yaşanan zorluklar ve yılan hikayesine dönen kurgu süreciyle de biliniyor. Öyle ki; filmin çekiliş sürecini konu alan ve yönetmen Francis Ford Coppola’nın gelgitlerini anlatan bir belgesel bile var.

Vietnam Savaşı özelinde, savaşların insan psikolojisinde yarattığı dehşetli tahribatı, Marlon Brando‘nun canlandırdığı kaçık albay Walter Kurtz karakteri aracılığıyla izleyiciye aktaran Coppola tekrarlanması aşılması zor, görkemli bir sinema destanının altına imza atıyor.

53 oy 

15- Banshun

Ozu Yasujiro, Japonya 1949

Noriko Üçlemesi’nin ilk filmi olan Banshun, bir baba ve kızı arasındaki ilişkiyi mercek altına alıyor. Japon sinemasının en iyi aktrislerinden ve Ozu‘nun da gözde oyuncularından olan Setsuko Hara‘nın filmdeki performansıysa görülmeye değer. Zamanın uçup gidişi, ayrılık ve ölüm temalarını doğanın döngüsü metaforu üzerinden anlatan film evrensel insanlık durumuna dair önemli şeyler söylüyor.

50 oy 

16- Au hasard Balthazar

Robert Bresson, Fransa / İsveç 1966

Dünya sinemasının en iyi yönetmenlerinden biri sayılan, pek çok büyük yönetmene ilham kaynağı olan, kendine özgü minimalist sinemasıyla izleyiciyi zorlayan bir anlatım tarzına sahip olan Robert Bresson, Balthazar isimli kadersiz bir eşeğin trajik hikayesini duygu sömürüsü yapmadan anlatıyor.

Balthazar’ın öfke ve acı uyandıran hikayesine onun doğumuyla birlikte tanık olmaya başlıyoruz. Kimi zaman sevgi de görse genelde kırbaçlanan, çalıştırılan, itilip kakılan ve pek çok sahip tarafından sömürülen Balthazar, insan denen türün tüm acımasızlığıyla karşılaşıyor. Böylesine basit ve dokunaklı bir hikayeyi klişelere başvurmadan ve kavranması kolay olmayan alegorik bir dille anlatan yönetmen,  Balthazar etrafında şekillenen insan hikayeleriyle dünyanın tüm trajikliğini yansıtmayı başarıyor.

49 oy 

17 =.  Shichinin No Samurai

Kurosawa Akira, Japonya 1954

Kurosawa filmografisinin zirvesi olan film, haydut baskınlarından bıkıp usanan köylülerin, ürünlerini ve kendilerini korumaları için 7 samurayı kiralamasıyla başlıyor ve olaylar gelişiyor. Kurosawa’nın her bir sahnesi titizlikle tasarlanmış bu aksiyon başyapıtı, batı sinemasını da derinden etkilemiş ve sayısız filme ilham kaynağı olmuştur.

48 oy 

17 =.  Persona

Ingmar Bergman, İsveç 1966

Bir hemşire (Bibi Andersson) ve herhangi bir psikolojik rahatsızlığı olmamasına rağmen konuşmayı reddeden bir oyuncu (Liv Ullmann) arasındaki ilişkiyi benlik kavramı üzerinden ele alan film, Bergman’ın insan psikolojisine dair en derin kazılarından biri.

48 oy

19- Zerkalo

Andrey Tarkovski, Sovyetler Birliği 1974

Andrey Tarkovski‘nin çocukluğundan izler taşıyan Ayna, yönetmenin en kişisel filmi. Tarkovski’nin anılarını, hayallerini ve bir rüya gibi batıp çıktığı geçmişini, benzersiz bir görselleştirme ve hipnoz edici bir tempo ile izleyiciye aktardığı Ayna, II. Dünya Savaşı öncesi Rus toplumsal yaşamını da pek çok karakter üzerinden yeniden canlandırıyor.

47 oy 

20- Singin’ in the Rain

Stanley Donen ve Gene Kelly, ABD 1951

Singin’ in the Rain listedeki tek müzikal. Harika koreogrofiye eşlik eden film müzikleri ve izleyiciyi saran hikayesiyle bir Hollywood klasiği olan filmin yönetmenliğini, yine filmin başrol oyuncularından biri olan Gene Kelly, Stanley Donen ile birlikte üstleniyor. Modern Amerikan kültürü üzerinde de derin izler bırakan bu romantik başyapıt, bitmesini istemeyeceğiniz bir sinemasal aşk masalı.

46 oy 

21 =.  L’Avventura

Michelangelo Antonioni, İtalya 1960

Michelangelo Antonioni‘nin çığır açan ve tartışmalı arthouse filmi Macera, bir grup orta-üst sınıf İtalyanın gezi amacıyla bir adaya yaptığı yolculuğu ve bu yolculuk sırasında gizemli bir şekilde kaybolan bir kadının aranmaya başlanmasıyla açılıyor. Hikaye, izleyiciyi ters köşe yapan senaryo mimarisiyle burjuva ahlaka dönük sert bir eleştiriye dönüşüyor.

Yönetmenin İletişimsizlik Üçlemesi‘nin ilk filmi olan Macera, izleyiciyi kaybolan kadın ve onun aranması üzerinden polisiye bir anlatının içine çekiyor görünse de, Antonioni’nin diğer filmlerine de rengini veren ve anlaşılması emek isteyen felsefi arayışları yüzünden; izleyenlerin başını döndüren sarsıcı bir özgünlükle yönetmenin geleneksel sinemaya karşı bir başkaldırı manifestosuna dönüşüyor.

43 oy

21 = . Le Mépris

Jean-Luc Godard, Fransa / İtalya 1963

Godard’ın toplumsal hiyerarşiyi kadın erkek ilişkileri üzerinden ele aldığı deneysel başyapıtı Nefretizleyiciyi içinde kaybolmaya davet eden çok katmanlı bir film içinde film örneği.

Amerikalı film yapımcısı Jeremy Prokosch (Jack Palance), Homeros’un Odysseia‘sından yapılacak bir film uyarlamasını yönetmesi için, (filmde kendini canlandıran) Avusturyalı saygın yönetmen Fritz Lang’ı işe alır. Ancak, Lang’ın malzemeyi bir sanat filmi gibi değerlendirmesinden memnun olmayan Prokosch, senaryoyu yeniden çalışması için romancı ve oyun yazarı Paul Javal’ı (Michel Piccoli) tutar. Sanatsal anlatım ile ticari fırsat arasında ortaya çıkan çatışma, Paul’ün, milyoner bir zampara olan Prokosch’la baş başa kalınca kendisine soğuk davranmaya başlayan karısı Camille Javal’dan (Brigitte Bardot) uzaklaşmasıyla paralel şekilde ilerler. (filmloverss)

43 oy 

21 = . The Godfather

Francis Ford Coppola, ABD 1972

Listedeki ikinci Coppola filmi, göçmen bir İtalyan çocuğun suç dünyasında yükselişini ve ABD’nin en büyük mafyalarından birini kurmasını etkileyici bir hikayelemeyle anlatıyor. Corleone Ailesi’ndeki güç ilişkilerini ve bunun karakterler üzerindeki psikolojik etkilerini incelikle yansıtmayı başaran film, Mario Puzo’nun aynı adlı romanından uyarlanmıştı. Karakterlerin çok boyutluluğu, olay örgüsünün giriftliği, dozunda kullanılan şiddet ve gerilim, filmi sahici kılarken, Marlon Brando ve Al Pacino gibi ustalarsa unutulmaz bir oyunculuk resitali sunmuşlardı.

43 oy 

24 = . Ordet

Carl Dreyer, Danimarka 1955

Danimarkalı usta Carl Theodor Dreyer‘in sondan bir önceki filmi, tanrı ve insan ruhunun gizemleri üzerine kafa yoran ve inanç kavramını merkezine alan hakiki bir sorgulama. Slavoj Žižek’in en sevdiği filmler arasında yer alan Ordet, dini bir komünitenin parçası olan bir çiftçi ailesine odaklanmaktadır.

Sofu baba Morten’in, dini inancı olmayan en büyük oğlu Mikkel, dini inançları nedeniyle istediği evliliği gerçekleştiremeyen ortanca oğlu Anders ve akıl sağlığını yitiren ve kendini İsa sanan en küçük oğlu Johannes ile arasındaki gerilimi, inanç eksenli bir sorgulamanın arka planı olarak işleyen yönetmen, minimalist bir film diliyle sinemayı sanata dönüştüren bir ustalık sergiliyor.

42 oy 

24 = . Faa Yeung Nin Wa

Wong Kar-wai, 2000 Çin

Wong Kar-Wai‘nin Aşk Zamanı, 1960’lı yıllarda Hong Kong’da geçen incelikli bir aşk hikayesini dokunaklı ve şiirsel bir romantizmle anlatıyor. Eşleri tarafından aldatıldıklarından şüphelenen çiftimiz, dokunamayışların, konuşamayışların, duygusal ve bedensel olarak boşalamayışların daha da harladığı bir aşk tarafından yavaş yavaş ele geçirilirken, izleyiciler de Wong Kar-wai’nin filmin atmosferinin yaratılmasında oldukça etkili olan renk paletinde, dramatizasyonu güçlendiren müziklerinde ve seyirciyi hipnotize eden temposunda kaybolup gidiyor. Aşk Zamanı en berrak ifadeyle aşka bir saygı duruşu.

42 oy 

26 = . Rashomon

Kurosawa Akira, Japonya 1950

Japon yazar Ryūnosuke Akutagawa‘nın yazdığı “Rashomon” ve “Korulukta” adlı iki kısa hikayeden uyarlanan film, 12. yüzyılda geçiyor. Film, karısıyla birlikte ormandan geçen bir samurayın bir haydut tarafından öldürülüşünü ve eşinin tecavüze uğramasını, dört farklı gözden dört farklı hikaye olarak anlatıyor. Cesedi bulan bir oduncu, olaya şahit olduğunu iddia eden Budist rahip, cinayet ve tecavüzle suçlanan haydut ve öldürülen samurayın eşinin, olay hakkında birbirleriyle çelişen anlatımları izleyicinin kafasını karıştırırken, Kurosawa, filmi hazırcı izleyiciler için çözülmesi zor bir bilmeceye dönüştürüyor.

Dünyayı tam olarak anlamanın ve gerçeğin keşfedilmesinin ne denli zor olduğunu, öznelliğin gerçeği göreli kılıp kılmayacağını sorgulatan, felsefi ve yer yer mistik boyutlar içeren ve olup bitenleri adalet kavramı etrafında ele alan film, Kurosawa’nın batıda tanınmasına ve  Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ödülünü kazanmasına yol açmıştı.

41 oy 

26 = . Andrei Rublev

Andrey Tarkovski, 1966

Tarkovski’nin ünlü Rus ikona ressamı Andrei Rublev‘in gerçek hayatından esinlenerek çektiği ve Sovyetler Birliği’nde sansürlenen film ortalama bir izleyici için zorlu bir sinema yolculuğu. 15. yüzyılda Tatar akınları ve birbirine rakip prenslikler yüzünden otorite boşluğu ve istikrarsızlıklarla çalkalanan Rusya’da, kişisel çatışmalarını sanatsal yetkinlik ve Tanrıya teslimiyet aracılığıyla aşmaya çalışan Andrei Rublev’in hikayesini anlatıyor.

41 oy 

28- Mulholland Dr.

David Lynch, ABD 2001

David Lynch‘in kafkaesk bir kabusu andıran neo-noiri, zengin alt metinleri, tekinsiz atmosferi ve bir labirenti andıran katmanlarıyla sert bir Hollywood eleştirisi. Kolayca takip edilmeye izin vermeyen çetrefilli senaryosu, rüyalar ve kabuslarla iç içe giren tuhaf kurgusuyla Mulholland Dr., Lynch’in konvansiyonel sinemayla dalga geçişi olarak da izlenebilir. Film BBC’nin “21. Yüzyılın En İyi Filmleri” listesinde 1. sırada.

40 oy 

29 = . Stalker

Andrei Tarkovsky, Sovyetler Birliği 1979

Rus bilim kurgu yazınının en parlak yazarlarından olan Boris ve Arkady Strugatsky kardeşlerin “Uzayda Piknik” isimli novellasından serbest bir uyarlama olan film, Tarkovski’nin metafizik arayışlarının doruğu olma özelliğini taşıyor.

Uzaylıların ziyaret ettiği ve “Bölge” olarak adlandıran ve devlet tarafından halka kapatılmış metafizik olayların gerçekleştiği bir alana yapılan yolculuğu anlatan film aynı zamanda otoriter Sovyet Rusya’nın incelikli bir politik taşlamasını da içeriyor.

39 oy

29 = . Shoah

Claude Lanzmann, Fransa 1985

Yahudi Soykırımı’nın tüm korkunçluğunu toplama kamplarından kurtulan insanların tanıklığına dayanarak aktaran Shoah, Polonya’daki kampların ürpertici görüntüleriyle izleyenleri soykırımla yüzleşmeye çağırıyor. 9 saat 26 dakikalık süresiyle olağandışı bir uzunluğa sahip belgesel, sinemanın tarihle yüzleşmemizi sağlayan çok güçlü bir araç olarak da kullanılabileceğinin en iyi kanıtlarından.

39 oy

31 = . The Godfather Part II

Francis Ford Coppola, ABD 1974

En başarılı devam filmlerinden biri olan, The Godfather Part II, ailedeki ilişkilerin güç çatışmaları ekseninde çözümlemesine odaklanırken, filmde sadece 45 dakikalık bir performans sergileyen Robert De Niro, bu rolüyle En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ını kucaklamıştı.

38 oy

31 = . Taxi Driver

Martin Scorsese, ABD 1976

Suça batmış New York’ta geceleri taksi şoförü olarak çalışan Vietnam gazisi bir paranoyak olan Travis Bickle‘ı inanılmaz bir oyunculukla canlandıran Robert De Niro’nun “En İyi Erkek Oyuncu Oscar”ını kazandığı Taxi Driver tüm zamanların en meşhur kültlerinden biri.

Joker’de dahil olmak üzere pek çok filmde kendisine gönderme yapılan Travis Bickle, sinema tarihinin en sevilen ve kimi eleştirmenlerce faşizan olmakla eleştirilen anti-kahramanlarından biri. Sosyo-politik bir çürüme yaşayan şehirde, kendisini Vietnam’ın vahşi ormanlarında gibi hissetmeye başlayan ve şiddet yüklü bir ahlaki başkaldırıya sürüklenen karakterin trajedisi kusursuz bir senaryoyla izleyiciye aktarılıyor.

38 oy 

33- Ladri di biciclette

Vittoria De Sica, İtalya 1948

İtalyan Yeni Gerçekçiliği‘nin dokunaklı başyapıtı Bisiklet Hırsızları, II. Dünya Savaşı sonrası yoksullukla boğuşan Roma’da bir baba ve oğulun çalınan bisikletlerini aramasını konu alıyor. İşçi sınıfının içinde bulunduğu korkunç yaşam şartlarını, dönemin Roma’sını gerçek bir dekor olarak kullanarak anlatan Vittoria De Sica, yoksul insanların çaresizlik ve umut arasında salınan yaşamlarına nesnel bir yaklaşımla saygı duruşunda bulunuyor.

37 oy

34- The General

Buster Keaton ve Clyde Bruckman, ABD 1926

Sessiz sinema döneminin en büyük yönetmenlerinden ve oyuncularından biri olan ve filmlerinde asla gülmediği için “büyük taştan surat” olarak anılan,Buster Keaton‘ın, günümüzde bile çekilmesi oldukça zor olan aksiyon sahneleriyle nefes kestiği muhteşem kovalamacası The General, sinemayı büyüye dönüştüren filmlerden.

Film, Amerikan İç Savaşı sırasında, çelimsiz olduğu için askere alınmayan ve bu yüzden sevgilisinin gözünden düşen güneyli makinist Johnnie Gray’in, çok sevdiği The General isimli lokomotifini ve lokomotifiyle birlikte kaçırılan sevgilisini kurtarma çabasını anlatıyor.

İnanılmaz bir yaratıcılıkla kotarılmış aksiyon-kovalamaca sahneleri izleyenlere dudak ısırtacak bir heyecan fırtınası yaşatırken, naif bir aşk için her türlü tehlikeyi göze alan sevimli makinistimiz eşine az rastlanır bir kahramanlık hikayesinin altına imza atıyor. Filmin gerçek bir hikayeden yola çıkılarak çekildiğini de belirtelim.

Her ne kadar eril ve militarist tonlar taşısa da, filmin sinema tarihi açısından değeri tartışılmaz.

35 oy

35 =.  Metropolis

Fritz Lang, Almanya 1927

Yaklaşık 20 milyon dolarlık bir bütçeyle çekilen, distopik bilim kurgu Metropolis sessiz dönemin en görkemli başyapıtlarından biri. Alman Dışavurumcu Sineması’nın bilim kurgu türüne en büyük armağanlarından biri olan film, fütüristik Metropolis şehrinde 2026 yılında geçiyor. İşçi sınıfı ve kapitalistler arasında yaşanan sınıf savaşını güçlü metaforlarla anlatan film, sınıf uzlaşmacı tavrı sebebiyle Hitler ve Naziler tarafından da oldukça beğeniyle karşılanmıştı.

34 oy

35 =.  Psycho

Alfred Hitchcock, ABD 1960

Modern korku sinemasını en çok etkileyen ve pek çok korku klişesinin kendisinden türediği Hitchcock’un Sapık’ı, dissosiyatif kimlik bozukluğu hastalığından muzdarip Norman Bates’in karanlık zihnine açılan bir pencere.

Bir korku-gerilim olmasının yanı sıra, farklı türden okumalar yapmayı kışkırtan metniyle hala tartışılan film Hitchcock’un parlak zekasının ve film tekniğinin en iyi örneklerinden biri. Tam 78 farklı kamera açısıyla çekilen ve 45 saniye süren tüyler ürperten duşta cinayet sahnesi için bir belgesel bile çekildi desek filmin sinema tarihi için önemi daha iyi anlaşılır muhtemelen.

34 oy

 35 =.  Jeanne Dielman, 23, quai du commerce, 1080 Bruxelles

Chantal Akerman, Belçika / Fransa 1975

Belçika’dan çıkan en önemli yönetmenlerden biri olan auther Chantal Akerman’ın film estetiğinde çığır açan feminist filmi, minimalist bir üslupla Jeanne Dielman adlı bir kadının üç gününe odaklanıyor. Yemek pişirme, temizlik ve “annelik görevleri” gibi rutin işlerinin yanı sıra, evinde kabul ettiği müşterileriyle birlikte olan yarı zamanlı bir seks işçisi olan kadının hikayesi izleyiciyi koltuğa mıhlayan bir finale doğru evrilir. Kadın yönetmenlerin erkek egemen sinema dünyasında ilk gediği açmasına yol açan film, ele aldığı sorunlar bakımından maalesef hala güncelliğini koruyor.

Uzun plan sekanslar ve durağan kamera kullanımını tercih eden Akerman, karakteri içine yerleştirdiği atmosferi başarıyla oluşturuyor. Gösterildiği dönemde ateşli tartışmalara yol açan filmi tüm sinemaseverler mutlaka izlemeli.

34 oy

 35 =.  Sátántangó

Béla Tarr, İsviçre / Almanya / Macaristan 1994

Macar yazar Laszlo Krasznahorkai’nin 1985 yılında yayınlanan aynı isimli romanından sinemaya uyarlanan Sátántangó (Şeytan Tangosu) 7,5 saatlik süresi, ağır temposu, takip edilmesi zor hikayesi ve kasvetli atmosferiyle izleyiciyi farklı türden bir film izleme deneyimine zorluyor.

Doğu Bloku ülkelerinin sosyalizm denemelerinin yozlaştığı ve iktidarların çatırdadığı 1980’lerde Macaristan’da bir köyde geçen film, umutsuzluk ve ahlaki çöküş içindeki insanların türlü entrikaları üzerinden insanlığa dair kapkara bir tablo çiziyor. Béla Tarr‘ın çağdaş klasiği Sátántangó yönetmenin sinema üzerine düşüncelerini açıkladığı bir film olarak da kabul edilebilir.

34 oy 

39 =.  Les quatre cents coups

François Truffaut, Fransa 1959

Fransızcada okulu kırmak anlamına gelen ve filme adını veren Les quatre cents coups (400 darbe), ailevi sorunlar yaşayan mutsuz bir çocuğun okuldan kaçış hikayesi ekseninde, toplumsal kurumları ve eğitim sistemini sert bir şekilde eleştiren Truffaut’nun magnum opusu.

Herkesin kendi hayatından bir şeyler bulabileceği film, yaratıcı sekansları ve Fransız Yeni Dalgası’nın pek çok filminde yer alan Jean-Pierre Léaud‘un hafızalara kazınan oyunculuğuyla can verdiği Antoine Doinel isimli çocuk kahramanının topluma karşı etkileyici başkaldırısıyla asla eskimeyecek bir başyapıt.

33 oy 

39 =. La dolce vita

Federico Fellini, Fransa / İtalya 1960

Büyük bir yazar olma hayali kuran çapkın paparazzi gazetecisi Marcello’nun, Roma’nın üst sınıflarının baş döndürücü sosyal hayatı ve kız arkadaşının kendisinden beklediği sıradan hayat arasında sıkışmasını anlatan Tatlı Hayat  tam bir  Fellini klasiği.

Ahlaki çöküş ve yozlaşmanın hedonist çağrısını ve modern çağın birey üzerinde yarattığı belirsizlik duygusunu alaycı bir bakış açısıyla eleştiren film sayısız ödüle layık görülmüştü.

33 Ödül

41- Viaggio in Italia

Roberto Rossellini, Fransa / İtalya 1954

Rosselini’nin modernist başyapıtı, İngiliz bir çiftin İtalya seyahatleri sırasında ayyuka çıkan gerilimleri üzerinden kadın erkek ilişkilerini ve evlilik kurumunu analiz ediyor. Başrollerini Ingrid Bergman ve George Sanders’ın paylaştığı film gişede çakılsa da, İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nden Fransız Yeni Dalgasına bir köprü oluşturması ve geç olsa da teslim edilen yenilikçi hikaye anlatım biçimiyle büyük usta Rosselini‘nin en iyi filmlerinden biri.

32 oy

42 =. Pather Panchali

Satyajit Ray, Hindistan 1955

Hindistanlı büyük şair Rabindranath Tagore’dan oldukça etkilenen Bengalli büyük yönetmen Satyajit Ray‘in, yoksul bir ailenin hikayesini oldukça gerçekçi bir şekilde yansıtan, Apu Üçlemesi’nin ilk filmi Pather Panchali tümüyle amatör oyuncularla ve teknik açıdan deneyimsiz bir ekiple çekilmesine rağmen film yapma tutkusundan doğan ölümsüz bir film.

Bisiklet Hırsızları filmini izleyip çok etkilendikten sonra bu filmi çekmeye karar veren Ray, 3 bin dolar gibi oldukça düşük bir bütçeyle filmi ancak 5 yılda tamamlayabilmiş. Hindistan sinemasında da bir dönüm noktası anlamına gelen film Satrajit Ray’e Avrupa’da önemli bir tanınırlık kazandırmıştı.

31 oy

42 =. Some Like It Hot

Billy Wilder, ABD 1959

Marilyn Monroe‘nun en güzel halleriyle arzı endam ettiği Billy Wilder komedisi Bazıları Sıcak Sever, Amerikan Film Enstitüsü tarafından tüm zamanların en iyi Amerikan komedi filmi seçilmiştir. Şikago mafyasından kaçan iki müzisyenin hikayesinin anlatıldığı film, Fıstık Gibi Maşallah ismiyle ülkemizde de yeniden çekilmişti.

31 oy 

42 =. Gertrud

Carl Dreyer, Danimarka 1964

Carl Theodor Dreyer‘in son filmi Gertrud, filmle aynı ada sahip bir kadının aşk, bağlılık ve hayat üzerine arayışlarını anlatan ve başrol oyuncusu Nina Pens Rode’un sinema tarihinin en iyi performanslarından birine imza attığı sinemasal bir şiir.

31 oy 

42 =.  Pierrot le Fou

Jean-Luc Godard, Fransa / İtalya 1965

Godard’ın, “bir filmden öte sinemada bir deneme” olarak nitelendirdiği Pierre Le Fou, flashback ve flashforward tekniklerinin sinemada ilk kez gözlemlendiği filmlerden biridir. Kimi eleştirmenlerce ilk postmodern filmlerden biri sayılan film türlerarası bir kolaj gibidir. Fransız Yeni Dalgası’nda da bir kırılma noktası olarak ele alınan filmde klasik bir olay örgüsü yoktur ve film baştan sona kaotik bir esrikliğin ürünü gibi görünür. Bu filmle birlikte Godard, sinema yolculuğunu başka bir aşamaya taşır.

31 oy 

42 =.  Playtime

Jacques Tati, Fransa 1967

Jacques Tati tek kelimeyle muhteşemdir. 20. yüzyılın en ayrıksı ve kural tanımaz yönetmenlerinden biri olan sinema dehası Tati’nin Playtime’ı modern Avrupa’ya dair incelikli olduğu kadar sarkastik ve anarşist bir film. Yine kendisinin canlandırdığı, başka bir gezegenden dünyamıza düşmüş gibi görünen unutulmaz karakteri Monsieur Hulot aracılığıyla insanlığa dair zarif bir sorgulama içeren film, seyirciyi izlediği şeyden mümkün olduğunca uzak tutan planlarıyla tüm anlatı kurallarını alt üst eder.

31 oy 

42 =.  Nema-ye Nazdik

Abbas Kiyarüstemi, İran 1990

İranlı büyük usta Abbas Kiyarüstemi’nin ‘gözbebeğim’ olarak andığı filmi Yakın Plan, kurmaca ve belgeselin sınırlarının bulanıklaştığı ve iç içe geçtiği anlatım biçimiyle sinema tarihinde yapılmış devrimlerden biri.

Nema-ye Nazdik’i çekmeden önce başka bir film projesi üzerine çalışan Kiyarüstemi, bir gazetede kendisini ünlü yönetmen Muhsin Mahmelbaf olarak tanıtan sinema aşığı yoksul bir gencin, çekeceği sözde yeni filmi için zengin bir aileden para sızdırmaya çalıştığı için yargılandığını okur. Kiyarüstemi’nin oldukça ilgisini çeken bu haber, yönetmenin mevcut projesini durdurup dava duruşmalarını filme almaya karar vermesine yol açar. Filme de adını veren yakın planlarla yapılan çekimlerden sonra, Kiyarüstemi, olayın taraflarını olup biteni canlandırmaları için ikna eder ve film başka bir boyut kazanır.

48 =. La battaglia di Algeri

Gillo Pontecorvo, Cezayir / İtalya 1966

Politik sinemanın en önemli figürlerinden biri olan İtalyan komünist yönetmen Pontecorvo‘nun, Fransız sömürgeciliğine karşı direnen Cezayirli yurtseverlerin mücadelesini anlatan La battaglia di Algeri (Cezayir Savaşı), isimli filmi Fransa’da yasaklanacak kadar sert bir sömürgecilik eleştirisiydi.

Bir belgeseli andıran anlatım biçimi, oyuncularının çoğunun amatörlerden seçilmesi ve başarılı sinematografisiyle tarihsel gerçekçi bir üslup taşıyan film Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ödülüne layık görülmüştü.

30 oy 

48 =.  Histoire(s) du Cinéma

Jean-Luc Godard, Fransa / İsviçre 1998

Godard’ın geç dönem eserlerinden olan ve  8 bölümden oluşan video projesi Histoire(s) du Cinéma, sinemanın 20. yüzyıla etkilerini araştıran deneysel bir çalışma. Önemli ya da önemsiz yüzlerce filme verilen referanslarla sinemanın tarihinde Godard’a özgü ilginç bir yolculuk.

30 oy

50 =. City Lights

Charlie Chaplin, ABD 1931

Charlie Chaplin‘in listedeki ilk filmi, gözleri görmeyen bir çiçekçi kadınla sokaklarda serserice zaman öldüren yoksul bir adamın mizahla harlanmanmış unutulmaz dramı Şehir Işıkları. Sıradan insanların ışıltılı hikayesini anlatırken kendine özgü mizahını dokunaklı bir senaryoyla harmanlayan Chaplin, filmin etkileyiciliğini artıran müziklerini de yine kendisi bestelemişti. Çekimleri tam üç yıl süren sessiz sinema klasiği gişede 5 milyon dolarlık hasılat elde ederek büyük bir başarı yakalamıştı.

29 oy 

50 =.  Ugetsu Monogatari

Kenji Mizoguchi, Japonya 1953

Adı Japon sinemasının en iyi yönetmenleri Ozu ve Kurosawa ile birlikte anılan Mizoguchi‘nin 16. yüzyıl iç savaş dönemi Japonya’sında geçen bu fantastik hikayesi, iktidar, savaş, hırs, açgözlülük gibi evrensel temaları Japon kültürü bağlamında ele alarak işliyor. Büyük ustalar Antonioni ve Bergman tarafından da sürekli referans verilen Ugetsu Monogatari, Japon sinemasının en büyük başyapıtlarından biri olarak kabul ediliyor.

29 oy

50 =.  La Jetée

Chris Marker, Fransa 1962

Fransız sinemasında, nevi şahsına münhasır tanımlamasının bir yönetmene yakıştırılması gerekseydi bu yönetmen muhtemelen Chris Marker olurdu. 28 dakikalık süresi ve sadece fotoğraflar üzerine bindirilmiş bir anlatıcının sesinden ibaret olan bilim kurgusu La Jetée,  listedeki en ilginç filmlerden biri.

Nükleer kıyamet sonrasında, olup biteni tersine çevirmek için zaman yolculuğu ile dünyayı kurtarmayı amaçlayan çılgın bilim insanlarının seçtiği kahramanımızın hikayesi, Terry Gilliam’ın Twellve Monkeys filmine de ilham vermişti.

Sinemada yaratıcılığın büyük bütçelerden çok daha önemli olduğunun yaşayan bir kanıtı olan film, hem bilim kurgu meraklılarına, hem de henüz Chris Marker ile tanışmamış sinemaseverlere çok şey vaadediyor.

29 oy

53 =. North by Northwest

Alfred Hitchcock, ABD 1959

Gizli Teşkilat, bir reklam ajansı yöneticisi olan hiçbir şeyden habersiz Roger Thornhill’in, kendisini, içerisinde gizli servisin de olduğu tuhaf bir entrikanın içinde bulması ve olup biteni anlamlandırmaya çalışmasını anlatan nefes kesici bir aksiyon gerilim klasiği. “En iyi 100 Amerikan Filmi” arasında gösterilen film Hitchcock ve Cary Grant‘ın son işbirliği.

28 oy

53 =. Rear Window

Alfred Hitchcock, ABD 1954

Listedeki bir başka Hitchcock filmi Karşı Pencere. Sinemada mekan kullanımı üzerine bir ders olarak da izlenebilecek film, James Stewart‘ın hayat verdiği, geçirdiği bir kaza yüzünden evinden çıkamayan ve komşularını röntgenlemeye meraklı bir fotoğrafçının kendini polisiye bir olayın içerisinde bulmasını anlatan bir gerilim.

28 oy

53 =. Raging Bull

Martin Scorsese, ABD 1980

Robert De Niro’nun orta siklet boksör Jake La Motta‘yı canlandırdığı ve boksörün gerçek hayatından uyarlanan Kızgın Boğa bir yükseliş ve düşüş hikayesi. Filme spor filmi demek zor; zira Scorsese aslolarak öfkeli ve megaloman bir boksör üzerinden özyıkım mefhumunun detaylı bir analizine girişiyor ve trajik sonuna sürüklenen karakterinin derinlikli bir portesi aracılığıyla insanlık durumu hakkında önemli çıkarımlar yapıyor.

Film hakkında söylenebilecek bir başka şey ise De Niro‘nun oyunculuğu. Rolü için tam 60 kilo alan efsanevi oyuncu hem ringde geçen sahnelerde hem filmin genelinde adeta döktürerek En İyi Erkek Oyuncu Oscarı’nı kazanmıştı.

28 oy 

56- M

Fritz Lang, Almanya 1931

Fritz Lang‘ın ilk sesli filmi olan ve İngilizce konuşulan ülkelerde Murderers Among Us adıyla gösterilen “M – Bir Şehir Katilini Arıyor” sinemadaki ilk seri katil temalı filmlerden biri. Yönetmenin “en iyi filmim” olarak tanımladığı M, pedofil bir seri katilin Berlin’de işlediği peş peşe cinayetler sonrası şehirde oluşan paranoyayı ve insan avını anlatıyor.

M, dönemin Berlin’indeki toplumsal çöküşü yansıtmaktaki başarısı ve tekinsiz şehir atmosferini başarıyla resmeden sinematografisi ve yönetmenin eşiyle birlikte kaleme aldığı güçlü senaryosuyla film noir akımından pek çok filme güçlü bir dayanak noktası oluşturmuştur.   

57 =. Il Gattopardo

Luchino Visconti, Fransa / İtalya 1963

İtalyan sosyalist yönetmen Visconti‘nin dönem filmi Il Gattopardo (Leopar), Giuseppe Tomasi di Lampedusa’nın aynı adlı romanından uyarlanan ve İtalyan aristokrasinin çöküşüne odaklanan ve birçok eleştirmen tarafından yönetmenin en başarılı sayılan işidir.

İtalya’nın Garibaldi önderliğinde ulusal birliğinin kuruluşu sürecinde, yükselen burjuva sınıfını ve çöküş içindeki aristokrasinin mücadelesini geniş bir oyuncu kadrosuyla aktaran film Cannes Film Festivali’nde Altın Ayı kazanmıştı.

26 oy

57 =. Touch of Evil

Orson Welles, ABD 1958

Orson Welles‘in on yıllık Avrupa macerasından sonra Hollywood’a geri dönüşü sonrası çektiği film noir klasiği, tek çekimden oluşan döneminin epey ilersinde tekniklerle kotarılan 4 dakikalık açılış sekansıyla epey yankı uyandırmıştı

26 oy

59 =. Sherlock, Jr.

Buster Keaton, ABD 1924

Çocukluğunda ailesiyle beraber sirklerde çalışmaya başlayan ve yönetmenliğinin yanı sıra sinemada bedenini en iyi kullanan oyunculardan biri olan Buster Keaton aynı zamanda her türlü tehlikeli hareketi yapabilecek kadar yetenekli bir akrobattı. Günümüzde cgi ile canlandırılabilecek pek çok sahnede asla dublör kullanmadan oynamıştı. Listedeki bu filmimizde Keaton’ın bu yeteneklerini hayranlıkla izleyebileceğimiz örneklerden biri.

Keaton’ın kendine özgü mizahının en parlak örneklerinden birini sergilediği sessiz komedisi Sherlock, Jr. bir sinemada makinistlik yapan dedektiflik hikayelerine meraklı bir gencin, sevdiği kızın gözünde kendisini aklama çalışmasını anlatıyor.

25 oy 

59 =. Barry Lyndon

Stanley Kubrick, İngiltere / ABD 1975

Listedeki yerini kesinlikle hak etmediğini düşündüğümüz Kubrick’in bizce en iyi filme olan Barry Lyndon,  William Makepeace Thackeray’ın 1844 yılında yazdığı The Luck of Barry Lyndon (Barry Lyndon’ın Talihi) isimli pikaresk romanının muhteşem bir uyarlaması.

18. yüzyıl Avrupasında Yedi Yıl Savaşları döneminde geçen film, Redmond Barry adlı bir gencin toplumsal statü içerisinde yükselişine, soylu bir kadınla evlenerek Barry Lyndon oluşuna ve kendi hırsları ve aptallıkları yüzünden trajik çöküşüne, kahramanıyla arasına mesafe koyarak anlatan bir dönem filmi.

Sinema tarihinde Kubrick kadar türler arasında rahatlıkla dolaşan bir başka yönetmen olmadığından bahsetmiştik; işte Barry Lyndon da dekorları, makyaj ve kostümleri, özenle tasarlanmış mekanları, ilk kez denenen ışık kullanımları, savaş sahneleri, müzikleri, kusursuz senaryosu ve dönemin karakterlerinin başarıyla yansıtılmasını sağlayan oyuncu yönetimiyle mutlaka izlenmesi gereken bir Kubrick şaheseri.

Barry Lyndon için 25 oy gör

59 =. La Maman et la Putain

Jean Eustache, Fransa 1973

Bir aşk üçgenindeki karakterlerinin arasındaki ilişkilere odaklanan Eustache’nin ilk uzun metrajı La Maman et la Putain, diyaloglarla örülü bir film.Yönetmenin kendi hayat hikayesinden izler taşıyan film, 68 Kuşağı’nın eleştirel bir incelemesi olarak da izlenebilir. Başrolde izlediğimiz Jean-Pierre Léaud ise kariyerindeki en iyi oyunculuklardan birine imza atıyor.

59 =. Sanshô Dayû

Mizoguchi Kenji, Japonya 1954

Sürgüne gönderilen bir valinin köle olarak satılan iki çocuğunun dokunaklı trajedisini anlatan dönem film Sanshô Dayû, Kenji Mizoguchi’nin geç dönem başyapıtlarından.

25 oy

63 =. Smultronstället

Ingmar Bergman, İsveç 1957

Bergman’ın yaşlılık, ölüm, yalnızlık, hafıza, pişmanlık gibi temalar etrafında şekillendirdiği hikayesi, profesör Isak Borg karakterinin fahri doktora ünvanını almak için yaptığı bir günlük yolculuğa ve içsel hesaplaşmalarına odaklanıyor. Bergman’ın rüyalar ve hayaller üzerinden karakteri psikanalitik bir çözümlemeye tabi tuttuğu film bir sanat sineması klasiği.

24 oy 

63 =. Modern Times

Charles Chaplin, ABD 1936

Chaplin’in fordist üretim bantlarında robotlaşmaya zorlanan işçi sınıfının insalık dışı çalışma koşullarını kendine özgü alaycılığıyla taşlayan Modern Times güçlü bir kapitalizm eleştirisi. Sistemin çarklarının arasında ehlileşmeyi kabul etmeyen, Chaplin’in ünlü personası Şarlo karakteri bu kez yönetmenin en politik filminde işçi sınıfına güçlü devrimci mesajlar taşıyor.

24 oy 

63 =. Sunset Blvd.

Billy Wilder, ABD 1950

Sunset Bulvarı listedeki ikinci Wilder filmi. Başrollerini Gloria Swanson ve William Holden paylaştığı film adını Los Angeles’taki ünlü bir bulvardan alıyor. Üç Oscarlı yapım, maddi açıdan zor günler geçiren senarist Joe Gills ile unutulmuş Hollywood yıldızı Norma Desmond’ın hayatlarının kesişmesiyle gelişen etkileyici bir dram.

24 oy

63 =. The Night of the Hunter

Charles Laughton, ABD 1955

Bir roman uyarlaması olan film, Batı Virginia’da iki dul kadını ve üç çocuğu öldürdüğü için 1932’de idam edilen Harry Powell isimli bir seri katilin gerçek hikayesini anlatıyor. 1930’lardaki ekonomik buhran döneminde geçen bu kara film aynı zamanda başarılı bir yönetmen olan Charles Laughton‘ın ilk ve tek filmi. Bunun sebebi ise bu eşsiz klasiğin gişede beklenen başarıyı yakalayamaması.

David Lynch, Martin Scorsese, Terence Malick ve Coen Kardeşler’i derinden etkileyen film hikaye anlatım tarzı ve görsel estetiğiyle 50’ler Hollywood’unun ana akım filmlerinden ayrılıyor.

Filmin konusuna gelince: Zengin dulları öldürüp paralarını çalarak hayatını sürdüren ve aynı zamanda rahiplik yapan seri katil Harry Powell hapishanede idam mahkumu bir hırsızla tanışır. Ben Harper isimli hırsızın idamından sonra karizmatik seri katilimiz ondan geriye kalan paranın ve ailesinin peşine düşer.

24 oy 

63 =. Pickpocket

Robert Bresson, Fransa 1959

Robert Bresson, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sından etkilenerek kaleme aldığı ve yönettiği Pickpocket, yankesicilik yaparak hayatta kalan Michel adlı nihilist bir karakterinin hikayesini anlatıyor. Tıpkı Raskolnikov gibi toplumsal kurallardan ve yasalardan münezzeh olduğunu düşünen kahramanımız donuk surat ifadesi ve duygusuz tavırlarıyla resmedilir. Yönetmen Michel’i anlamamıza, sorgulamamıza ve yargılamamıza karşı çıkar.

Bir kadınla alışılmışın dışında tuhaf bir bağ kurmayı, zorlanarak da olsa başarmaya başlarken yakalanan Michel kendi içsel sorgulaması ile bir dönüşümün kapısını aralar. Bresson’un karakterlerle özdeşim kurmamıza izin vermediği bir başka filmi olan Pickpocket, yönetmenin sinemaya bakışını anlamak için en araştırılabilecek en iyi hazinelerden biri.

24 oy 

63 =. Rio Bravo

Howard Hawks, ABD 1958

Western filmlerinin ünlü yönetmeni Howard Hawks ile efsanevi Hollywood yıldızı John Wayne‘in işbirliğinden doğan Rio Bravo western türünün en parlak örneklerinden. Bir kasaba şerifinin bölgede sözü geçen ailelerden Burette kardeşlerden Joe’yi tutuklamasını ve sonrasında gelişen olayları anlatan film gerilim dozu yüksek bir klasik.

24 oy

69 =. Blade Runner

Ridley Scott, Hong Kong / ABD 1982

Philip K. Dick‘in Do Androids Dream of Electric Sheep? (Android’ler Elektrikli Koyun Düşler mi?), isimli hikayesinden uyarlanan Blade Runner bilim kurgu denince ilk akla gelen filmlerden biri. 1979’da çektiği bir başka bilim kurgu klasiği Alien‘dan üç yıl sonra, bu kez siberpunkın derin sularına dalan Ridley Scoot’ın aşılması zor bu varoluşçu başyapıtı, görsel tasarımlarıyla da baş döndürücü.

23 oy 

69 =. Blue Velvet

David Lynch, ABD 1986

Küçük bir Amerikan kasabasında kendi halinde bir hayat yaşayan kolej öğrencisi Jeffrey Beamount’un kesik bir kulak bulmasıyla başlayan hikaye, kendini hayatını alt üst edecek tehlikeli bir serüvenin içinde bulmasıyla devam eder. Lynch sinemasının erken dönem örneklerinden biri olan fim, psikanalitik çözümlemelere açık katmanlı yapısıyla esaslı bir gerilim. Lynch bu filmle en iyi yönetmen Oscar’ı için aday gösterilse de ödülü kazanamamıştı.

23 oy

69 =. Sans Soleil

Chris Marker, Fransa 1982

Chris Marker’ın Güneşsiz’i hafıza ve hatırlama üzerine sinemasal değerinin yanı sıra edebi değere de sahip, belgesel ve kurmacanın sınırlarının iyice belirsizleştiği bir hayal film. Adını Rus Beşleri’nin büyük bestecisi Modest Mussorgsky‘nin Güneşsiz adlı eserinden alan filmin çekimlerinin büyük kısmı Japonya ve Gine Bissau’da gerçekleştirildi ve kimi zaman da hazır video görüntüler kullanıldı.

23 oy 

69 =. Un condamné à mort s’est échappé ou Le vent souffle où il veut

Robert Bresson, Fransa 1956

Türkçe adıyla Bir İdam Mahkumu Kaçtı Bresson’un Nazi hapishanelerinden kaçmayı kafasına koymuş bir Fransız subayının cesaret dolu öyküsünü anlattığı dördüncü uzun metrajı. Film, yönetmenin, “Bu, gerçek bir hikâyedir. Yaşananları tüm çıplaklığıyla anlattım.” notuyla başlar. Bresson sinemasının genel estetiğinin ve hikaye anlatım tarzının dışında, geleneksel sinemaya daha yakın olan bu hapishane filmi özgürlük tutkusuna adanmış hümanist bir başyapıt.

 23 oy 

73 =. The Third Man

Carol Reed, İngiltere / ABD 1949

İngiliz Film Enstitüsü tarafından 1999’da yapılan bir ankete göre, tüm zamanların en iyi İngiliz filmi seçilen The Tihird Man en meşhur film noir örneklerinden biri. Casusluk romanlarının babası olarak anılan Graham Greene’in yine kendisinin yazdığı bir hikayeden uyarlayarak senaryolaştırdığı film sinematografik başarısıyla Akademi ödülüne layık görülmüştür. Film ayrıca Cannes’da Altın Palmiye’ye kazanmış ve filmin etkileyici tema müziği hafızalara kazınmıştı.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra bölünmüş Viyana’da geçen hikaye, şehre yakın arkadaşını ziyaret için gelen Holly Martins’in, arkadaşının o gelmeden birkaç gün önce öldüğünü öğrenmesini ve bu kuşkulu ölümü aydınlatma çabalarını anlatır.

22 oy

73 =. L’eclisse

Michelangelo Antonioni, Fransa / İtalya 196

Antonioni’nin İletişimsizlik Üçlemesi’nin son filmi Batan Güneş anlamsızlık ve yabancılaşma temaları üzerinde duruyor. Başrollerini Alain Delon ve Monica Vitti’nin paylaştıkları film kadın erkek ilişkisi üzerinden hayatın anlamı üzerine karamsar bir sorgulama.

22 oy

73 =. Les Enfants du Paradis

Marcel Carné, Fransa 1945

II. Dünya Savaşı sırasında, Nazi işgali altındaki Fransa’da çekilen Les Enfants du Paradis, 1995 yılında yapılan bir ankette, Fransız eleştirmenlerce 20. yüzyılın en iyi Fransız filmi seçilmiştir.

1830’larda Paris’te geçen film, Garance adında etkileyici bir kadına aşık, bir pantomim sanatçısı, bir oyun yazarı, bir katil ve bir aristokrattan oluşan 4 erkeği, kadının hikayesini merkeze alarak anlatıyor.

Filmin çekim süreci de oldukça ilginç, filmin oldukça geniş kadrosunda figüranlık yapan pek çok kişi gündüzleri film setinde çalışırken geceleri Fransa’nın özgürlüğü için direniş mücadelesini sürdürmüş.

22 oy

73 =. La Grande Illusion

Jean Renoir, Fransa 1937

Jean Renoir’ın savaş karşıtı La Grande Illusion‘u yönetmenin savaşa bakışını filmin adından itibaren yansıttığı, savaşın dehşetini göstermeden onun anlamsızlığını insanlığın ortak değerleri üzerinden anlatan bir klasik. Renoir savaşı bir ilüzyon olur görür, egemen sınıfların kendi çıkarları için yoksulları savaştırmak oluşturduğu bir ilüzyon. Milliyetçilikle ya da dini motiflerle cepheye sürülen insanların aslında kendileriyle aynı sınıfa mensup yoksullarla alıp veremedikleri bir şey yoktur. Bu anlamda Renoir’in savaşa bakışı sınıfsaldır.

Başrollerini Jean Gabin ve Dia Parlo’nun paylaştığı filmde, I. Dünya Savaşı sırasında uçakları düşürüldükten sonra Alman ordusuna esir düşen iki Fransız askerin hapisten kaçmaya çalışmalarının hikayesini anlatır. Film Mussolini ve Hitler faşizmleri tarafından yasaklanmıştı.

22 oy

73 =. Nashville

Robert Altman, ABD 1975

Amerikan bağımsız sinemasının yüz akı Robert Altman‘ın geniş bir oyuncu kadrosuyla çektiği film; adını ülkenin country ve western müziği ile anılan Nashville şehrinden alır. Amerikan toplumunun kültürel kodlarını, 24 oyuncunun canlandırdığı karakterlerin birbirleriyle kesişen hikayeleriyle çözümlemeye çalışan film siyasal bir cinayetin de izini sürer.

22 oy 

78 =. Chinatown

Roman Polanski, USA 1974

Polonyalı yönetmen Roman Polanski’nin neo noiri, Jack Nicholson’ın unutulmaz bir performansla canlandırdığı, boşanma davalarına bakan özel dedektif Gittes karakteriyle sinema tarihinin en iyi polisiye gerilimlerinden biri. En iyi senaryo Oscar’ını kazanmış olan film, yönetmenin de en iyi filmi olarak anılıyor.

21 oy 

78 =. Beau Travail

Claire Denis, Fransa 1998

Cibuti’deki bir Fransız Lejyonunda çavuş olan Galoup karakteri üzerinden, Fransız sömürgeciliğine eleştirel bir yaklaşım sergileyen film, kendisi de Fransa’da büyüyen kadın yönetmen Claire Denis’in erkekliğe dair ustalıklı çözümlemelerini de içeriyor.

Sinemaya  Wim WendersJim JarmushJacques Rivette ve Costa-Gavras gibi önemli yönetmenlerin yanında asistanlık yaparak başlayan yönetmenin kendine özgü şiirsel diliyle kurguladığı bu kışkırtıcı militarizm eleştirisi, gösterildiği dönem oldukça olumlu yorumlar almıştı.

21 oy

78 =. C’era una volta il West

Sergio Leone, İtalya / ABD 1968

Birkaç Dolar İçin, Bir Zamanlar Amerika’da, İyi, Kötü, Çirkin ve Çirkin filmlerinin unutulmaz İtalyan yönetmeni Sergio Leone’nin spagetti westerni incelikli bir sanat eseri. Daha meşhur adıyla Once Upon a Time in the West ya da Bir Zamanlar Batıda, Amerika’nın batılılar tarafından yeni keşfedilen topraklarında verdikleri mülkiyet savaşına odaklanıyor.

Sergio Donati ve Sergio Leone’nin yazdığı senaryoya, ünlü yönetmenler Dario Argento ve Bernardo Bertolucci’nin katkıda bulunduğu film, dönemin büyük yıldızları Henry Fonda ve Charles Branson’ın müthiş oyunculuklarıyla günümüze kadar uzanan bir klasik.Yönetmenin Bir Zamanlar Üçlemesinin ilk filmi, bir demiryolu projesi üzerinden şiddet yüklü bir mücadeleyi anlatıyor. Film ABD’deki mülkiyet ilişkilerinin kanla yazılan tarihini olağanüstü bir görsel estetikle betimliyor.

81 =. The Magnificent Ambersons

Orson Welles, ABD 1942

Orson Welles’in ikinci uzun metrajı Booth Tarkington‘ın Pulitzer ödüllü 1918 tarihli aynı adlı romanından uyarlandı. İndianapolis’in en zengin ailesi olan Ambersonların, otomobilin icadıyla birlikte değişen toplumsal ilişkilerden olumsuz etkilenişini ve servetlerini kaybedişlerini, aile üyelerinin trajedileri üzerinden anlatıyor.

20 oy 

81 =. Lawrence of Arabia

David Lean, İngiltere 1962

David Lean‘in, bir bilim adamı ve İngiliz devleti hesabına çalışan bir ajan olan Lawrance’in; Arapları, Osmanlı İmpartoluğu’na karşı kışkırtmak ve bağımsız devletlerini kurmak için örgütlemesini anlatan 7 Oscarlı epik filmi Arabistanlı Lawrence uzun süre Türkiye’de yasaklı filmler listesindeydi.

Film, kusursuz sinematografisi, ustaca kurgulanmış senaryosu, 3 buçuk saate yakın süresi ve mekan tasarımıyla dönemi canlandırmaktaki başarısıyla eskimeyen bir başyapıt.

20 oy 

81 =. El Espíritu de la Colmena

Victor Erice, İspanya 1973

İspanyol diktatör Franco’nun ölümünden 2 yıl önce, sansür koşullarında

çekilen film, İspanya İç Savaşı’ndan bir yıl sonra Kastilya Bölgesi’ndeki bir köyde geçiyor. El espíritu de la Colmen ya da Türkçe adıyla Arı Kovanın Ruhu, yeni kurulmakta olan dikta rejiminin iç savaştan çıkmış yorgun İspanya üzerindeki etkilerini anlatıyor.

Kasabalarına gelen bir seyyar film oynatıcının gösterdiği Dracula filmini izleyen bir çocuğun hayal dünyasına sığınmasını büyülü gerçekçi bir anlatımla aktaran film Pan’ın Labirenti filmine de ilham kaynağı olmuştu.

20 oy

84 =. Fanny och Alexander

Ingmar Bergman, Fransa / İsveç 1984

Yönetmenin hayatından otobiyografik izler taşıyan film, Fanny ve Alexander isimli iki kardeşin babalarının ölümden sonra annelerinin bir psikoposla evlenmesini ve bu yaşananlar sonucunda hayatlarının değişmesini anlatıyor. 1984’de en iyi kostüm, en iyi görüntü yönetmenliği, en iyi sanat yönetmenliği ve en iyi yabancı film dallarında 4 Akademi ödülü kazanan film Bergman’ın son büyük başyapıtıdır. Filmin yapılış öyküsüyle ilgili bir de belgesel bulunmaktadır.

19 oy

84 =. Casablanca

Michael Curtiz, ABD 1942

Humphrey BogartIngrid Bergman, Claude Rains ve Paul Henreid gibi dönemin usta oyuncularının başrollerini paylaştığı, Hollywood tarihinde çok özel bir yere sahip film, gösterime girdiği 1943 yılında En İyi Film, En İyi Yönetmen ve  En İyi Senaryo dallarında 3 Oscar kazandı.

Amerikan Film Enstitüsü tarafından tüm zamanların en iyi Amerikan filmi seçilen Casablanca, II. Dünya Savaşı sırasında, filme de adını veren Fas’ın ünlü liman şehrinde geçen bir aşk ve casusluk hikayesini anlatır. Tekrar Çal Sam repliğiyle hafızalara kazınan film Warner Bross tarafından 20 bin dolara satın alınmış Murray Burnett ve senarist Joan Alison’ın yazdığı bir tiyatro oyunundan uyarlanmıştı.

19 oy 

84 =. Sayat Nova

Sergei Parajanov, SSCB 1968

Kendi deyimiyle, “Gürcistan’da yaşayan, Ukrayna’da film yapan, Sovyetler Birliği vatandaşı bir Ermeni yönetmen” olan Sergei Parajanov‘un, Ermeni şair Harutyan Sayatyan’ın hayatını onun lirik şiirlerinden yola çıkarak; halk tiyatrosu ve kültürel motiflerle imgeleştirerek beyazperdeye aktardığı sembolik-sürreal başyapıtı Sayat Nova, Sovyetler Birliği’nde gösterime girer girmez yasaklanmıştı.

19 oy

 84 =. Greed

Erich von Stroheim, ABD 1925

Sessiz sinemanın en önemli ustalarından biri olan Avusturya asıllı yönetmen Erich von Stroheim‘in, kayıp filmi Hırs, çekim öyküsüyle ve yönetmeni kurgu sürecinde yapım şirketiyle karşı karşıya getirmesiyle de ünlenmiş bir roman uyarlaması.

85 saatlik ham çekimlerin kırpılmasıyla, son kurgusunda 10 saate düşürülen film, yapım şirketi MGM tarafından çok uzun bulunmuş ve ticari gösterim için uygun olmadığı gerekçesiyle yönetmenden filmi kısaltması istenmiştir. Stüdyoyla aylar süren bir çatışmaya giren yönetmen, İstemeye istemeye filmini kırpmış ve sonunda MGM’le 140 dakikalık bir süre için anlaşabilmiştir. Tüm bu sürecin en acı yanı ise kırpılan kısımların kaybolmuş olmasıdır. Stüdyonun film üzerindeki bu yıkıcı müdahalesine rağmen Greed, tüm zamanların en iyi filmlerinden biri olmayı yine de başarmıştır.

Film hırs kavramını üç ayrı insanın birbirleriyle ve parayla olan ilişkileri üzerinden ele alır. Diplomasız olarak kaçak dişçilik yaparak hayatını kazanan McTeague, en iyi arkadaşı Marcus’un nişanlısı Trina’ya aşık olur ve onu baştan çıkararak Trina ile evlenir. Trina’ya piyangodan büyük ikramiye çıkması sonucunda Marcus’un öfkeden gözü döner ve arkadaşını dişçiler odasına şikayet eder. İşsiz kalan McTeague piyangodan çıkan parayı harcamak istese de, karısı Trina altına dönüştürdüğü servetine tapmaya başlamıştır ve paraya dokunulmasına izin vermeye hiç de niyetli değildir.

19 oy 

 

 84 =. Gǔlǐng jiē shàonián shārén shìjiàn

Edward Yang, Tayvan 1991

Türkçe adıyla Parlak Bir Yaz Günü, Tayvanlı yönetmen Edward Yang’ın pek çok eleştirmen tarafından çağdaş sinemanın başyapıtı olarak nitelendirilen 4 saatlik epik şaheseridir. Film adını Elvis Presley’in “Are You Lonesome Tonight” adlı şarkısının sözlerinden almıştır.

1960’da Çin’den Tayvan’a iltica eden mülteci bir ailenin çocuğunun, şiddet, işsizlik ve askeri diktatörlük ortamındaki büyüme hikayesine odaklanan film, batı kültürünün etkisi altına girmeye başlayan Tayvan’ın sosyolojik portresini başarıyla çizer.

19 oy 

84 =. The Wild Bunch

Sam Peckinpah, ABD 1969

Sam Peckinpah tüm sinema kariyeri boyunca şiddet olgusuyla ilgilenmiş ve filmlerinde şiddeti neredeyse yücelten bir estetik kullanmıştır. Yönetmenin ilk büyük filmi olan Vahşi Kasaba da, şiddet öğelerinin fazlasıyla kullanıldığı ve Peckinpah’ın üne kavuşmasını sağlayan yüksek bütçeli bir westerndir. Filmde ABD-Meksika sınırında artık yaşlanmaya başlamış bir grup gangsterin son bir iş olarak planladıkları bir banka soygununu anlatır.

19 oy 

90 =. Partie de Campagne

Jean Renoir, Fransa 1936

Jean Renoir’in, babası büyük ressam Pierre Auguste Renoir‘ya saygı duruşunda bulunduğu ve çekimleri tamamlanamadığı için 40 dakikalık haliyle gösterime girebilen filmi Partie de Campagne, Guy de Maupassant‘ın kısa hikayesinden uyarlanmış kırda geçen bir aşk hikayesi.

90 =. Aguirre, der Zorn Gottes

Werner Herzog, Federal Almanya Cumhuriyeti 1972

Ünlü Alman yönetmen Werner Herzog‘un ülkemizde “Aguirre, Tanrının Gazabı” adıyla gösterilen filmi, Güney Amerika’ya düzenlenen seferlere katılan kaşif keşiş Gaspar de Carvajal’ın günlüklerinden esinlenerek senaryolaştırılmıştır. 

Çekimleri Peru’da yapılan film, 16. yüzyılda İspanyol komutan Aguirre’nin, altın kent El Dorado’yu bulmak amacıyla And Dağları’nın eteğindeki bir ormandan geçen nehirde yaptığı sal yolculuğunu anlatır. Çok zor şartlar altında çekilen film iktidar, delilik ve ölüm üzerine destansı bir anlatıdır. Herzog ile komutan Aguirre’yi canlandıran ünlü aktör Klaus Kinski çekimler sırasında birbirlerine girmiş ve birbirlerini öldürmenin eşiğine gelmişlerdir. Herzog, bir diğer başyapıtı Fitzcarraldo‘da da birlikte çalıştığı Kinski’ye saygısını göstermek için, -Kinski’nin ölümünden beş yıl sonra- inişli çıkışlı ilişkilerini anlatan bir belgesel de yapmıştır.

18 oy

90 =. A Matter of Life and Death

Michael Powell / Emeric Pressburger, İngiltere 1946

II. Dünya Savaşı’nda Britanya Ordusunda savaş uçağı pilotu olan Peter Carter’ın fantastik hikayesini anlatan film, aşk, savaş ve ölüm üzerine bir melodram.

Bir bombardıman sonrası uçağından paraşütsüz bir şekilde atlayan ancak yine de hayatta kalan savaş pilotu Peter’ın aslında ölmesi ve ‘öteki dünyada’ yargılanması gerekmektedir. İlahi alemde meydana gelen zamansal bir kaymadan dolayı hayatta kalan pilotumuz, sahilde kendine geldiğinde hayatının aşkını bulacak fakat ölü sayılması gerektiği için işler fantastik bir boyut kazanacaktır.

18 oy 

93 =. Det Sjunde İnseglet

Ingmar Bergman, İsveç 1957

Orta Çağ’da Haçlı Seferleri’ne katılan bir şövalyenin Avrupa’yı kasıp kavuran veba salgını döneminde evine dönmesi ve her yerde kol gezen ölüm karşısında hissettiği anlamsızlık duygusu yüzünden giriştiği metafizik arayışı anlatan Yedinci Mühür, Bergman’ın sinemasında varoluşsal sorunların merkeze alınmaya başlandığı ilk filmlerden.

Bergman filmini şöyle tanımlıyor: “Yedinci Mühür, serbestçe kullanılmış ortaçağ malzemeleriyle sunulan modern bir şiirdir. Filmimde şövalye bugünün askerinin savaştan dönmesi gibi Haçlı Sefer’inden dönüyor. Ortaçağda insanlar vebadan ölesiye korkuyorlardı. Bugün de atom bombasından korkuyorlar. Yedinci Mühür insanın Tanrı’yı arayışı ve yaşamdaki tek kesin gerçeklik olan ölüm üzerine bir filmdir.”

Cannes’da Jüri Özel Ödülü’nü kazanan film, Max von Sydow, Gunnar Björnstrand ve geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Bibi Andersson gibi oyunculara uluslararası arenada tanınırlık kazandırmıştı.

17 oy 

93 =. Un chien andalou

Luis Buñuel, Fransa 1928

Luis Buñuel ve Salvador Dali tarafından senaryosu yazılan bu 16 dakikalık sürreal başyapıt, sinema tarihinin en cesur işlerinden biridir. Deneysel sinemanın ilk örneklerinden olan filmde kronolojik bir olay örgüsü yoktur. Bir kadının gözünün, bizzat Buñuel’in canlandırdığı bir adam tarafından, usturayla kesilmesiyle açılan film düşler aleminde geçen bu imgesel şöleni Dali şöyle tanımlamıştır: “Bir Endülüs Köpeği, ergenlik ve ölüm üzerine bir film. Bu filmle İberya hançerini tüm gerçekliği ve keskinliğiyle entelektüel ve şık Paris’e sapladım.” ”

17 oy 

93 =. Intolerance: Love’s Struggle Throughout the Ages

DW Griffith, ABD 1916

Açıktan ırkçı mesajlar taşıyan yine de sinema tarihi için oldukça önemli bir film olan Birth Of A Nation (Bir Ulusun Doğuşu) adlı filmi nedeniyle yoğun bir şekilde eleştirilen, sinemanın ilk büyük yönetmenlerinden DW Griffith’in başyapıtı Hoşgörüsüzlük tüm bu eleştirilere verilmiş bir yanıt gibidir. 3.5 sat uzunluğundaki film, 4 farklı tarihsel hikayeyi paralel olarak anlatarak, insanlık tarihi boyunca hoşgörüsüzlüğün izini sürer. Film, binlerce kişiden oluşan dev figürasyonu, tarihsel sahneleri canlandırmak için hazırlanan pahalı dekorları, kurguya devrimci yaklaşımı ve ilk kez denenen çekim teknikleriyle sinema sanatına gösterildiği dönemde eşik atlatmıştır.

17 oy görüntüle

93 =. Yi yi

Edward Yang, Japonya / Tayvan 2000

21. yüzyılın en iyi filmlerinden biri olarak kabul edilen “Yi Yi”, Cannes’da Edward Yang’a “En İyi Yönetmen” ödülünü getirmişti. Film, Tayvan’ın başkenti Taipei’de yaşayan bir ailenin hikayesini, Tayvan’ın sosyal politik dinamikleri üzerinden anlatıyor.

17 oy

93 =. The Life and Death of Colonel Blimp

Michael Powell / Emeric Pressburger, İngiltere 1943

Michael Powell ve Emeric Pressburger işbirliğinin listedeki ikinci filmi; hümanist bir başyapıt. Dönemin İngitere Başbakanı Churchill’in politik gerekçelerle yasaklamaya çalıştığı film; İngiliz bir albayın, Alman bir subayla 40 yıla dayanan dostluğunu zengin bir olay örgüsü ve aşk teması etrafında anlatıyor. 

93 =. Touki Bouki

Cibril Diop Mambéty, Senegal 1973

Listeye Afrika’dan girebilmiş tek film olan Bir Çakalın Yolculuğu, modernist bir sinema diliyle Afrika’daki batı kolonyalizmini eleştiriyor. Usta yönetmen Djibril Diop Mambéty’in imzasını taşıyan film, Senegalli bir çoban olan Mory ve kız arkadaşı Anta’nın Paris’e gitme hayallerini anlatıyor.

Fransız Yeni Dalgası’ndan izler taşısa da, yönetmenin Afrika ruhunu kendine özgü anlatısıyla stilize ettiği, kurgusu ve kamera kullanımıyla sinema tarihinde oldukça özgün bir yere sahip olan Touki Bouki benzersiz bir film.

17 oy göster

93 =. Angst essen Seele auf

Rainer Werner Fassbinder, Federal Almanya Cumhuriyeti 1974

Alman sinemasının aykırı yönetmeni Rainer Werner Fassbinder’in, yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve muhafazakarlık ekseninde Avrupa orta sınıf ahlakının ikiyüzlülüğünü deşifre eden 1974 tarihli filmi Ali: Korku Ruhu Kemirir güncelliğini koruyan bir başyapıt.

Göçmen bir Arap işçi olan Ali ile kendisinden yaşca büyük temizlik işçisi Emmi arasındaki gelişen aşk üzerinden, sinema tarihinin en ayrıksı çiftlerden birini beyazperdeye aktaran yönetmen, üzerlerindeki faşizan toplumsal baskıyı da resmederek güçlü bir toplumsal eleştiri sunuyor.

93 =. Imitation of Life

Douglas Sirk, USA 1959

Ünlü Amerikalı yönetmen Douglas Sirk‘in son uzun metrajı ve başyapıtı Imitation of Life, ırk, cinsiyet ve sınıfsal çatışmalar üzerinden insan ilişkilerinin doğasını sorguluyor.

17 oy 

93 =. Madam de…

Max Ophüls, Fransa / İtalya 1953

Fransız yazar Louise de Vilmorin’in aynı adlı romanından uyarlanan film, varlıklı bir general olan kocası tarafından kendisine evlilik yıldönümlerinde hediye edilen küpeleri satan Louise’in eşine küpeleri kaybettiğini söylemesi ve bu yüzden ortaya çıkan yanlış anlamaları konu ediniyor.  Akıcı hikayesiyle evlilik kurumuna ve kadın erkek ilişkilerine eleştirel bir şekilde yaklaşan dram bir çift küpenin tetiklediği olaylar zincirini yaratıcı bir şekilde aktarıyor, Alman yönetmen Max Ophüls’ün Fransa’da çektiği filmde, ünlü yönetmen Vittorio De Sica da oyuncu olarak yer alıyor.

17 oy 

Yazan Hidayet Marsilya

Dünyayı gezmek istediğim zamanlarda Google Earth imdadıma yetişir.

3 Yorum

Cevap Yazın
    • Nasıl güzel, kısa kısa ancak dolu dolu film tanıtımlarıyla bezeli liste ve yorumları. Arşivlik. Ellerinize aklınıza sinema aşkınıza sağlık

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Sana Duyduğum Sevgi, Bana Üstünlük Sağlayabileceğin Anlamına Gelmez

ABD’li Bilim İnsanları Koronavirüsün Mutasyon Geçiren Daha Bulaşıcı Bir Versiyonunun Avrupa’da Hızla Yayıldığını Tespit Etti