in

Masallar Diyarı Hamburg’tan Bir Gezginin Notları

”Elbe nehrini takip ederek Stade’ye, oradan ise dosdoğru Otterndorf’a doğru ilerlediğinizde kıyı boyunca fok balıklarına ve de su samurlarına rastlarsınız. Kuzey Buz Denizinden Hanse Limanlarına doğru giden dev gemilere cesurca eşlik ederler .Birden, Moby Dick’i avlamaktan çıkıp gelmiş görüntüsüyle koca bir yelkenli gemi girer limandan içeri ve siz gülümsersiniz.Sanki birazdan ünlü romandaki anlatıcı İsmail’in kahramanı Kaptan Ahab, amber dolu sandıklar taşıyan adamlarıyla ağır ağır yürüyecek rıhtıma doğru.Sırtınızı kuzeyin denizine verip, biraz daha sol tarafa doğru baktığınızda gülümseyen yüzler göreceksiniz aşağılarda, yaşamın acımasızlığına karşıt, çocuk çocuk büyütmekteler sevinçlerini”

Hamburg’dayız. Hanse Stadt Hamburg, Avrupa’nın ve Almanya’nın en büyük limanına sahip, 183 farklı ulustan insanlarıyla devleşen bir kentteyiz. Almanya’nın kuzey ucunda bulunan Hamburg 3 eyaletin kesişme noktasında, Kuzey Buz Denizi’ne ve kanalları takip ettiğimizde kolayca Baltık Denizi’ne ulaşmakta. Hamburg limanını oluşturan Elbe nehrinin bağlı bulunduğu kanallardan, Baltık Denizi’ne olduğu kadar, Avrupa içlerine ve hatta İlmenau, Wesser, Ren, Tuna nehirlerini eklediğimizde Karadeniz’e kadar inme imkânı var.

Kanalların günümüz, aşamasına gelebilme hikayesi ise gerçekten ilginç. Döneminde, tomruk çok gereksinim duyulan bir ürün, o dönemler evler gemiler, köprüler hepsi tomruktan yapılmakta. Tomruğu ise uzak kuzeyden getirebilecek uzunlukta gemiler ve bu gemilerin yanaşabileceği limanlardan yoksun Kuzey Almanya.

Ortaya birden Hanse şirketi çıkıyor, Amsterdam’da doğan bu şirket, kuzey ülkeleri ile anlaşmalar yaparak dev limanlar ve gemiler inşa ediyor. Bu gemilerin ilerlemesi için denizle bağlantısı olmayan ama denize yakın olan bazı kentlere görkemli kanallar yapıyor, zamanla nehirleri kanallar aracılığı ile birbirine bağlıyor. İşte Kuzey Almanya’nın ilk zenginliği buradan kaynaklanıyor. Hanse şirketinin kurduğu limanlara ve kentlerine Hanse Stadt ismi veriliyor. Tabi bu isim günümüzde kültürel bir isim olarak görülmekte.

Kuruluşundan itibaren Hanse liman kentleri, bu uzak kuzey şehirlerine çok kültürlü bambaşka bir hayat veriyor. Hansa Lüneburg’tan İskandinavya’ya doğru tuz giderken, kültürel yaşamlar da birbirini daha yakın tanıyor birbirlerine karışıyor. Hanse Bremen limanına tüm Avrupa’ya yayılacak kahve geliyor ve tüm dünyadan zengin kültürel alışkanlıklar Hamburg’a akıyor. Karadeniz fındığının, çayının, Antep fıstığının ve ülkemizden gelen onlarca çeşit ürünün tarihinden beri buluşup tüm dünyaya yayıldığı yer Hanse Stadt Hamburg.

Şehir olarak kendi başına eyalet olmasına rağmen neredeyse dünyanın en renkli kentlerinden birindeyiz.  Kuzeye doğru “Kültürlerin Maceralı Seyahati”nde hem modern hem de tarihi yaşamları hissedebileceğiniz, Fantom Operası, Kediler, Tarzan, Der König der Löwen yani Aslan Kral ve de  birçok ünlü müzikalin, uzun yıllar ara vermeden sahnelendiği kentte, müzikallerin kentinde…

Alster gölünün ve Elbe nehrinin bütünleştirdiği Kuzey Buz Denizi’ne açılan dev limanı ile tek başına bir eyalet Hamburg. Deniz öylesine içine işlemiş ki; kıyı şeridinde yer alan her kasabanın, her köyün denize yazılmış hikayeleri var. Belki de bu hikayelerin en ilginçlerinden biri ‘der rufer’ yani çığlık atan adam. Öyle ki o dönemlerde kanallardan geçen gemilere güçlü sesiyle yön veren bir adam yaşarmış bu diyarlarda. Tabi bu bir hikâye ama kasaba için öyle önemli ki heykeli bile dikilmiş.

Bu konuda bize nefis bilgiler veren yerel bir tarihçiye rastladık, 85 yaşında ve gözleri halen ışıl ışıl; ‘Çığlık atan adam, kanallardan geçen tüm kuzey ülke gemicilerin tanıdığı biridir, bana ilk büyük babam bahsetti’ diyerek söze girdi ve devam etti. “Bulunduğumuz yer Lauenburg, Burası Elbe nehrinin hemen yaninda bulunan Eski ‘gemici şehri’dir. Schleswig Holstein eyaletine ait, biz Landkreis Herzogtum Lauenburg diye adlandırırız. Bu adlandırmanın bizim için önemi oldukça büyük. Çünkü Almanya’da tek ‘Herzogtum’ yani kraliyet ismini halen sadece biz kullanmaktayız. Artık Herzog yani kralımız yok, ama hala kendimizi öyle adlandırırız.

1209 yılında kurulan kent bir zamanlar Danimarka’ya aitti. Danimarka kralları yaşamış bu topraklarda. Danimarka’nın başkenti Kopenhag’dan en uzakta bulunan eski bir Danimarka kentidir burası. Diye övgülü anlatımını sürdürdü.

Birkaç adım ötede tüm ihtişamı ile yükselen dev şehir Hamburg, küçük bir Ortaçağ köyüne yenik düşmüş adeta, sanki yüzlerce yıl geriye gitmiş gibiyiz. Eğri büğrü ve küçük kulübe görüntüsüne sahip bu yapılar, önlerinde rengarenk mevsim çiçekleri ile resimlerden fırlamış gibiler ve tabi kentin sevimli yaşlıları, kim bilir telaşla nereye gitmekteler, neler konuşmaktalar.

Büyük saraylardan görkemli yapılardan kopuyor ve tipik bir Ortaçağ halk mahallesine varıyoruz. İnsanlık tarihinin şimdiye dek gördüğü en büyük savaş olan 2. Dünya Savaşı’ndan etkilenmeyen ender kasabalardan olan Lauenburg’ta tüm evler koruma altında, öyle ağır yasalar ile değil. Neredeyse tüm kent yaşayanları bu kuralları belirliyor.

Bir masal diyarında yürüdüğünüzü düşünebilirsiniz. Ortaçağdan kalma geleneklerin ve eskiye ait kültürel yaşam formlarının değişmeden halen yaşandığı bu kasaba neredeyse Kuzey Almanya’nın tüm tarihi birikimini bünyesinde toplamış. Buradaki yaşam turistlere sunulan bir görsellik değil, kuzeye özgü kendi halinde sürüp giden sıradan bir hayat, buna emin olabilirsiniz.

Sadece sokaklarında değil, rastgele gireceğiniz bir evin giriş kapısından sizi konuk edecekleri yemek masasına kadar bu doğal yaşamı hissedebilirsiniz. Almancanız olsa dahi konuşulanları anlamayacaksınız çünkü onlar kendilerine ait özel bir vokal yapısına sahip, ağır bir Almanca aksan ile konuşmaktalar. Sakın aldırış etmeyin ve sadece gözlerindeki ışığa bakın. Siz onları anlayacaksınız.

Elbe nehri üzerinde bulunan Lauenburg aynı zamanda tuz yolu üzerindedir. Burada ve kıyı boyunca yerleşmiş diğer kasaba evlerinden herhangi birine girdiğinizde döneminde var olan tuz ile yaşamın ayırt edici etkisine şahit olabilirsiniz. Tuz salt yiyeceklerde kullanılmaz buralarda yaşamın içine sinmiştir. Öyle ki; öteden beri bin bir türlü inanışın içinde yer alır. Cadıları, kötü ruhları kaçırandır aynı zamanda.

Hani biz tatsız, tuzsuz deriz ya. Buralarda yaşama tıpkı bizdeki benzeri gibi, bir tatsızlık verir tuzsuzluk.

İskandinavya’ya mı, Almanya’ya mı dahil olduğu halen tartışılan Schleswig-Holschtein eyaleti ufkun bittiği yer diye anılıyor ve bir köprü üzerinden geçerek, Aşağı Saksonya eyaletine adım atabiliyorsunuz. 10 km güneye doğru ilerlediğinizde Almanya’nın orta büyüklükteki şehirlerinin en büyüğü olan Lüneburg karşınıza çıkacak.

Lüneburg da, Hanse Stadtlardan biri ve tarihi tuz bölgesi olması ile ünlü. Döneminde Hamburglu balıkçılar uzak yerlere tahta fıçılar içerisinde gidecek Kuzey Buz Denizi’nden yakaladıkları balıkları, Lüneburg’a tuzlanması için gönderirlermiş, balık yüklü fıçılar hiç gemiden indirilmeden kürekler ile tuzlanıp öyle yola çıkarlarmış.

Kentin zenginliği sahip oldukları tuz yataklarından kaynaklanıyor öyle ki bir fıçı tuza bir tane evi rahatlıkla satın alabilirmişsiniz. Ayrıca üretimi de zor değil. Hemen evlerin bodrumlarında açılan dehlizlerden alınarak, yine evlerin avlularına kurulan basit tezgahlarda ilkel ama özel metotlarla pişirilerek ortaya çıkarılmakta. Kaynayan suyun üzerinde özel bir tortu oluşuyor, işte bu beyaz altın yani tuz.

Tabi doğanın da bir tepkisi var. O dönemlerde o kadar çok tuz çıkarılmış ki, toprağın tuz oranının azalması evlerin zemin katlarının rutubetlenmesine ve çökmelerine yol açmış ve beyaz altın diye adlandırılan tuz ile yaşam sona ermiş. Tuzun yolculuğu, uzun ve yorucu bir macera. Baltık kıyılarına varıncaya dek gerek at arabaları ile gerekse de Elbe nehri üzerinden gemiler ile uzak ülkelere kadar taşınmış ve bambaşka kültürlerle buluşmuş kaynaşmış.

Belki de bu gemilerle Elbe nehri kıyısındaki yaşamı bırakıp, biraz daha yukarılara gitmeli, hatta daha eskilere ta Vikinglerin yaşadığı dönemlere kadar…

Ama bu bir başka yazının konusu olmalı. Biraz daha toparlayalım gördüklerimizi. Gezinelim gezdirelim aklımızda olanları ve Viking yaşam alanlarının en güney sınırını oluşturan bir bölgeye doğru çıkalım yola. Bilmelisiniz ki halen o dönemlerdeki kadar coşkulu olmasa da, yine de Viking yaşamı devam ediyor varacağımız o bölgede.

Viking yaşamının ve kültürünün  anlatıldığı yazımız için tıklayınız.

Bir Yorum

Cevap Yazın

One Ping

  1. Pingback:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Dissosiyatif Bozukluk Ekseninde Bir Film İncelemesi: Pyscho

Afrin’de Savaşmak İçin Başvurmuştu, Amasya’da Bedelli Yapıyor!