Belki de insan evladı tarafından kullanılan ilk uyuşturucu olan afyon 19. yüzyılda yaygın bir ağrı kesiciydi. Ergenlik acılarını ve ağrılarını dindirmekle kalmıyor, sakinleştirici olarak çocuk ilaçları arasına bile giriyordu. Zamanla afyonun büyüleyici bir yönü keşfedildi: Bulanık bir zihne fısıldayabilecekleri. Afyonu halüsinajen- düş kurucu- imge yaratıcı olarak kullananlar. Tabi bir şekilde bağımlı olduktan sonra…
İşte o yazarlardan birkaçı
SAMUEL TAYLOR COLARİDGE
On kardeşin en küçüğü olarak Samuel Colaridge, abilerinin eziyetinden kitaplara sığınarak kurtuldu. Başarılı öğrenim hayatının neticesi olarak Cambridge’de okumaya hak kazanan Colaridge kendisini alkol ve kumara kaptırınca okul hayatı sona erdi. Deli fişek gibi ne yöne gideceğini bilemez halde bir iki girişimde bulunduktan sonra aç kalmamak için gazeteciliğe başladı ve devamında bir şiir kitabı çıkardı. Başlangıçta hazımsızlığı için aldığı afyon, yazım seyrini de tahmin edemeyeceği bir noktaya götürdü. Colaridge ve arkadaşları zihin bulanıklığının yaratıcılıklarına yaptığı etkiyi tek kelime ile büyüleyici buluyorlardı. 1797’de bir öğleden sonra, Colaridge masasında üç saat sızdıktan sonra epik şiiri Kubla Khan / Kubilay Han zihninde tamamen oluşmuş halde uyandı. İş bu atmosferde ortaya çıkmış Kubla Khan, günümüzde Romantik Edebiyat’ın en çok okunan, antolojilere en çok basılan şiirlerinden biridir.
THOMAS DE QUİNCEY ( Namı diğer uyuşturucunun papası)
“Doğal olarak, yalnızlıktan memnunum ama herkesin, keşke yanımda biri olsaydı, dediği anlar olur” diye yazmıştı annesine “derin melankoli” tarafından kuşatıldığını anlatırken. Quincey’in hayallerinde yazar olmak vardı afyon alışkanlığının çok öncesinde de. 1804’te çektiği diş ağrısı onu afyonun kollarına attı ve o kollara hiç ayrılmamacasına sarıldı. Sadece ağrısını dindirmekle kalmıyordu afyon tentürü, en iyi yoldaşı da olmuştu. ” Mutluluk artık bir peniye satın alınabilir, yelek cebinde taşınabilir: Taşınabilir coşkular, yarım litrelik mantarlı bir şişede olabilir.” diye yazmıştı, şevkini gizlemeyi başaramayarak… De Quincey’in eser üretmesinin önündeki engel afyon değil fazla okumasıydı. Okumak her yazar için en iyi eğitimlerden biri olduğu halde Quincey ciddi şekilde abartıyordu. Şair arkadaşı William Wordsworth ile arası ise yazmadığı için değil afyon yüzünden bozuldu. Quincey 1822’de Bir İngiliz Afyon Müptelasının İtirafları kitabını yazdı, bu denemelerinden daha büyük bir ilgiyle karşılandı. Afyon.. Belki de hayatının son 40 yılına katlanabilmesinin tek yoluydu; iniş çıkışlarla dolu bir şöhret, çocuklarının hayatlarını kaybetmesi, çok sevdiği eşinin ölümü.. Ve bir de…” Afyon olmadan yayıncıların beni tamamlamam için zorladığı işleri yapamam” demişti 1854 yılında bir arkadaşına. Görece iyi bir haber verelim; Quincey afyon bağımlılığından değil eceliyle öldü.
LORD BYRON
Daniel Friedman; Lord Byron’un hayatını anlatırken şu cümleyi kuruyor: “Sorun: Can sıkıntısı. Çözüm: Seks, alkol, silah.” Gençlik yıllarındaki varlıklı yaşamına, istediklerini büyük ölçüde yapabilmesine rağmen sürekli kasvetli bir ruh halinin pençesindeydi Byron. İpe sapa gelmez tuhaf işleri depresyonunu hafifletemiyordu; kapalı alanda silah ateşlemek, atalarının kafatasları için de şarap içmek de dahil.. “Şiir mi? Hobiden daha fazlası, kapalı alanda silah ateşlemek gibi!” Kitapları çok sattığı dönemde ve borçları katlanılmaz olduğunda bile Byron, yapıtlarından para almayı kabul etmedi. Çalkantılı aşk hayatı, mahkemeler, tüm o iç sıkıntısı, ‘Don Juan’ şiirinde “Cehenneme mi düşse, yoksa mutsuz bir evliliğe mi, bilemiyor hangisi en acısı” yazdığı halde yaptığı evlilik, sonrasında patlak veren skandallar.. Byron’ın yaşadığı zor dönemlerde tek dostu(!) yanından hiç ayırmadığı afyon ruhu şişesiydi. Şair olarak yaşadı ama savaşarak öldü. Yunan bağımsızlık savaşına katılmasının ardında milliyetçilik değil, macera hissini tatmin etme arzusu vardı. Şu sözünü ise büyük ölçüde kendisi için söylediği görülüyor: “Deha tıpkı azamet gibi uzaktan görülmesi gereken bir şeydir, her ikisi de yakından incelenmeye gelmez.”
EDGAR ALLAN POE (Öyküde nadiren geçilebilecek bir deha)
“İnsanlar benim için deli dedi; ama şu soru henüz yanıtlanmış değil: Deliliğin en yüce zeka mı, değil mi, görkemli olan ne varsa, çok derin olan ne varsa düşüncenin hastalığından fırlayıvermez mi?” Bu cümleler Poe’ya ait. Edgar Allan Poe 19. yüzyılda Amerikan öncü-yazar görüntüsünü en iyi sergileyen kişi olarak görülüyor. Poe neden yazıyorsa aynı sebepten de içen bir alkolikti: İçinde sürekli savaştığı depresyonu bastırmak. Poe’nun Fransızca çevirmeni Charles Baudelaire’e göre Poe içkiyi “içinde bir türlü ölmeyen solucanı öldürmek için bir silah olarak kullanıyordu.” Yaşadığı kayıplar onu alkol müptelası haline getirdi, uyuşturucu kullandı ama hiçbir zaman bağımlısı olmadı. Eleştirmenler her ne kadar depresif ruh halini içkiye bağlamışsa da o tam tersine inanıyordu: ” Hasımlarım deliliği içkiye yordular. İçkiyi deliliğe değil.” Poe bir hastane odasında öldü. Bize Kuzgun’u, Kuyu ve Sarkaç’ı, Kara Kedi’yi ve bir çok hikayeyi bıraktı ve gitti. Ölümü kalpten, veremden, sara ya da kuduzdan oldu belki ama Baudelaire arkadaşının ölümü için şunları yazacaktı: “Bu ölüm neredeyse bir intihardı-uzun zamandır planlanan bir intihar”
ARTHUR RİMBAUD VE VELRAİNE
Victor Hugo’nun ‘Küçük Shakespeare’i Sarhoş Gemi şiirini henüz 17’sinde hiç deniz görmeden yazdı. Aynı yaşta edebiyat öğretmenine gönderdiği mektuplar edebiyat tarihine Kahin’in Mektupları olarak geçecekti. “Ben, bir başkasıdır.” dedi. Pek çok çağdaşı gibi hakiki şairane görüşe kavuşabilmek için duygularını ‘allak bullak’ etmesi gerektiğine inanıyordu. Bir arkadaşının teşvikiyle şair Paul Velraine ile tanıştı ve onunla asla tahmin edemeyeceği şeyler yaşadı. Soluk tenli, genç, orta sınıf ve Fransız olarak dekadan sıfatını tamı tamına hak ediyordu. Dekadanların içki tercihi ise la fee verte (yeşil peri) yani absentti. “Absentin ilk etkisi sıradan bir içkiden farklı değildir” diye yazmıştı Oscar Wilde.”Sarhoşluğun ikinci aşamasında canavarımsı, acımasız şeyler görmeye başlarsın ama sebat edersen üçüncü aşamaya geçersin ve o zaman görmek istediğin şeyler görürsün: Muhteşem, ilginç şeyler.”
Rimbaud ve Velraine… Bolca haşhaş ve absent kullandılar. Aşık oldular. Dövüştüler. Hapse atılan Velraine, başyapıtı olacak Romanses sans Paroles/ Sözsüz Şarkılar’ı oluşturacak şiirlerini orada yazdı. Öldüğünde yoksul ama ünlüydü. Rimbaud kısa ama dolu dizgin yaşadı. İçini susturmadı, baskılamadı, eğip bükmedi. Tutkularının peşinden gittiği hayatı onu 37 yıl taşıdı. En önemli eseri Illıminations/ Pırıltılar’ın basılsığı gün bundan habersiz öldü. Geleneksel olanı yıktı ve sustu.
Son olarak, dönemin afyon-sanat ilişkisi konusunda ne kadar ciddi olduğunu gösteren bir bonus:Ressam Francois Boissard’ın işlettiği haşhaş kulübü. Ressam burayı, uyuşturucunun yaratıcılık üzerindeki etkilerini gözlemlemek ve deneyimlemek üzere açtı. Balzac ve Baudelaire’de 4 yıl boyunca aktif olan mekana uğrayan isimlerdendi.
” Sarhoş olun… Şarapla, şiirle ya da erdemle; neyle isterseniz. Yeter ki, sarhoş olun!”
Charles Baudelaire 1851 yılında yazıp tefrika halinde yayımladığı Şaraba ve Esrara Dair’de bu iki keyif vericiyi fizyolojik, psikolojik, hatta sosyolojik etkileriyle karşılaştırıyor.
Baudelaire’in tavsiyesini merak edenlere…””
Sel Yayıncılık tanitım bülteninden alıntı.
Teşekkürler katkı için Loveer 🙂