Derin bir uykuda olan anneme gözüm takıldı. Yorganları yanına yerleştirip mutfağa geri dönecekken onu izlemek isteğinden alıkoyamadım kendimi. Biliyorum, kimileyin uykuda bir insanı incelemek çirkin bir davranıştır fakat anneleri -pekala- istisnalar sırasının başına yerleştirebiliriz. Bir süre, biraz yanına yaklaşınca beni hissedip uyanacağına dair bir inancım oldu. Hafif hafif ilerledim, nihayetinde amacım onu uyandırmak değil izlemekti. Nasıl olur, güneş her sabah gökte salınan seyrine çoktan başlamış ama annem uyanmamış? Gece uyuyamamış belli ki, varlığımın varlığına yönelen esintisini bu kez hissedemedi. Yüzünde öyle hareketsiz öyle hissiyatsız bir ifade var ki, onu musalla taşında bir ölüden ayıran ayrıntılara odaklanmaya zorlandım.
Evet, çok sakin bir teneffüs halinde. Yüz kasları tamamen istirahata çekilmiş, gözlerinin yerinde kıpırtısız iki boşluk, bir rüya görmesini bekliyorum. Akşamdan çıkardığı takma dişlerden arta kalan oyuğu doldurmuş bir alt çene derisi, göğsünün üstüne doğru uzanarak yerleşmiş kupkuru bir kol ve açık bir el. Neden bu kadar tedirginsin canımın içi? Yeryüzünde tedirgin olmadığın bir an dahi olmadı mı? Tedirgin bir uzanışla uyur mu bir ölü? Onu, ölümden şuan için ayıran, gözlemleyebildiğim tek şey, işte bu tedirginliği oldu. Aslına bakarsanız uyuyor ve ben bir süredir onu izliyorum, onu ölümden ayıran şeyleri. İki kez gözleri ağır perdelerinin altında kımıldadı, inanmazsınız felçli bacağı bile kımıldıryor bazen. Sanırım biz buna rüya diyoruz ve anneciğim, rüyalarında özgürsün. Onları tahmin etmeye çalışmayacağım.
Doğruldum ve kaynayan suyu demliğe aktarmak üzere mutfağa yöneldim. Çok ses çıkarmak istemiyordum, onu bu derin uykusundan uyandırmak istemiyordum. Kendiliğinden gözleri açılana dek onu rüyalarıyla başbaşa bırakmak, yine onun iyiliği için, tekrar kaldığı yerden yeni bir güne başlama sürecine dışarıdan müdahale etmek istemiyordum. Geri döndüğümde gözlerini açtı, biraz doğrularak benden bir bardak su ile bir ilaç rica etti. Yıllardır ne manaya geldiğini ısrarla öğrenmediğim bu ilaçların bildiğim tek manası, bir araya geldiklerinde annemi ayakta tutuyor olmalarıydı. Unutacağım halde yine sordum: “anacım bu ilaç ne içindi?” “ne biliyim a kızım, oldum olası yutuyorum işte bunu böyle.” Oldum olası yutuyorum dediği bu ilaç, esasen tam tamına bir oluşumken, vücut bütünlüğünün sekteye uğramasından sonraki ömrüne tekabül ediyordu. Şiddetli bir gelgitten sonra, suyun kıyıdan denize geri dönmesi gibi, annemin ayakları toprağa dönüyor ve bu o kadar zaman alıyor ki, annem oldum olası bir yanı toprağa gömülü bir fidan olduğunu düşünüyordu. Büyüyemiyordu, serpilemiyordu ve çürüyemiyordu. Kendimi bir süreliğine bunları düşünmeye mahkum etmişken annem, kaldığı yerden yeni bir güne doğruldu. Sofrayı kurdum, ekmekleri bölüştürdüm, fokurdayan beynimin altını söndürüp masaya getirdim ve servis etmek için, annemin bir kaplumbağa hızıyla yanıma gelişini beklemeye koyuldum.
Harika bir anlatım. yıllar önce yitirdiğim anam gözümün önüne geldi.
Rahmetle.