in

Kırılma

Çatı ne zamandır akıtıyor. Çok üşüyorum, ıslak battaniyelerin altında tir tir titriyorum. Hastalanmam an meselesi. Ev sahibini kim bilir kaç kez kibarca uyardım, Bana bak, aktar artık şu uyduruk çatıyı şerefsiz! dedim, dinletemedim. Umurunda bile değil keratanın, güzellikten, tatlı dilden de anlamıyor ki. Neymiş, kirasını aylardır ödemiyormuşum. Sanki ödesem işimi görecek de… Yalancının, paragözün teki, kim bilir kirada kaç tane gayrimenkulü var daha, herhalde en az yüz elli iki buçuk tane vardır.

Biraz kestane pişirdim sobanın üzerinde, siz de ister misiniz, vereyim mi? Ilık suyun yanında  doğrusu iyi gidiyor. Ufak tefekler ama tatları fena değil, meydandaki çerezciden çaldım, Allah baba günah yazmasın, anlamışsınızdır, maddi durumum şu aralar parlak değil, zaten bu kadar küçüklerini kimse para verip almazdı ya, şeytan taşlaması gibi namussuzlar.

Soba da soba olsa, kıçımın kenarı. Yanıyor mu yanmıyor mu belli değil, zehirlenmesem bari… Kestanelerin de içi tamamen çiğ kalmış, Allah kahretsin, tahtadan farksız!.. Üst üste üç kat yün kazak giymesem burada donup kalacağım, telefonum da yok ki acil bir durumda iki yüz on ikiyi çevireyim, zaten arasam da gelemezler âdiler, adresimi bilmiyorum ki, galiba azıcık bunadım.

Eskiden, ünlü bir doktor gibi bir şeydim, belki de fiyakalı bir mimar, gözde bir mesleğe sahip olduğumu kesin anımsıyorum, insanlar bana saygı gösterirdi, Günaydın beyefendiciğim, acaba bugün afiyette misiniz? derlerdi, önümde eğilir, ellerini karıncalar gibi ovuşturur, kırıtır, yaltaklanır dururlardı şahsiyetsizler, herhalde o zamanlar  çok büyük, kudretli bir adamdım, mesela bilmemne dairesi iki buçuk  numaralı sayın başkan vekili… Akan dam da hayatımda ilk kez görüyorum, böyle döküntü yerlerde oturmaya alışık değilim ki efendim, ağzımda gümüş kaşıkla doğmuşum.

Çay yaptım ama demlenmedi doğru dürüst. Fazla çayım yok, olanı da idareli kullanmalıyım. Şekerim de kalmadı, artık böyle tatsız tuzsuz içmeye mecburen alışacağım. Olmayınca olmuyor. Merak ediyorum da, bu aralar acaba nereden biraz para bulacağım… Bankaya sordum, mevduatım çoktan bitmiş, hesabımda beş kuruşum kalmamış. Yoksa yanlış bankaya mı sordum?

Nasıl, ne zaman bu hallere düştüm, bilmiyorum. Sanırım bana nazar değdi, parlak durumumu kıskanan birileri oldu, belki de üşenmeyip bana büyü yaptırdı. Ne güzel de yuvarlanıp gidiyordum, ne kıyak hayatım, örnek bir aile yaşantım vardı. Kedilerim, köpeklerim, metreslerim, yatlarım kotralarım… İş adamı mıydım, sanayici miydim neydim, artık orasını bana sormayın. Bunadım dedim ya. Konuşmayı, hayret, nasıl oldu da biraz bile  unutmadım.

Bir yer yatağım var. Çok pis. Yıllardır havalandırmadım. Görseniz, kesin içiniz bulanır. Üzerinde bazen fareler cirit atıyor, hamam böcekleriyle karafatmalar tek kale maç yapıyor. Yapsınlar, onlar da Allah’ın bir garip kulu değil mi? Artık ağzımdaki teneke, yamuk yumuk  bir kaşık, seçme şansım yok, gerekirse o böcekleri yerim bile, denemediğim de bir şey değil yanlış anımsamıyorsam.

Geçen gün ihtarname gibi bir şey geldi, kapıya bir güzel yapıştırmışlar. Evi şu kadar gün içerisinde boşaltınız moşaltınız minvalinde  bir şeyler yazıyordu, daha doğrusu ben bu yarım aklımla ancak o kadarını anlayabildim, boşaltmazsam da beni zorla çıkaracaklarmış, eşyalarımı kapının önüne yığacaklarmış, galiba eşya derken de şu iğrenç, kapkara, ortası göçmüş yatağı kastediyorlar. Boşaltın ulan, ben de bundan böyle parklarda  yatarım, zaten dam da ne zamandır akıtıyor, ne fark edecek sanki!

Hayret, benim gibi biri de bu durumlara düşsün, acemi avukatlarla falan boğuşsun, tehditlere maruz kalsın da, karşılığında gıkını bile çıkaramasın, telefon faturasının taksitlerini ödeyemesin, kestane mestane çalmak zorunda bırakılsın meydandaki pis yemişçiden. İyi ki bunamışım da bana neler olduğunu, başıma neler geldiğini tam olarak kavrayamıyorum, bir de kavrasam, demek artık tamamen çıldıracağım.

Yorgunum, uyumakla da geçmeyen cinsinden. Zaten günde on iki saat uyuyorum, sekiz saat uzanıyorum, geri kalan zamanda da kim bilir ne saçmalıklarla uğraşıyorum, boş işler peşinde koşuyorum, kedi köpekle konuşuyorum, artık benden hayır yok, iyileşemeyeceğim.

Kedi köpek de sevmezdim ki hiç. Bildiğin, düşmandım onlara, yoluma çıksalar kovardım, sanki hiç acımadan tekmeleyecek gibi olurdum. Şimdi onlara sarılıp yatıyorum, maksat hararet olsun, ayazdan gebermeyeyim, iyi oluyorlar öyle tüylü tüylü, fazladan azıcık ısınıyorum.

Zaten bu gidişle fazla yaşamam, artık bunlar benim son günlerim, yaşlı da sayılmam ki, resmen yazık oldu bana, arayanım soranım da yok, acaba karım mı öldü, çocuklarım beni fellik fellik arıyor da bulamıyor mu, sanki biraz da kısmetsizim anlayacağınız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Popper’ın Bilim Felsefesine Hediyesi: “Yanlışlamacılık” Üzerine Bir Deneme

Antik Mezopotamya’da İnanç