Fatma KAHRAMAN’ın anısına…
Anadolu’nun doğusunda dağlık bir coğrafyada bir köy, Lüsküm.
Köyün dağ yamacındaki çıkış yolunda Faruk yanında iki kadınla yürüyerek 4 saat uzaklıktaki Sumun’a gidiyorlar. Orada Faruk için kız isteyecekler, Sıdıka’yı.
Faruk evliydi bir süre öncesine kadar. Karısı Zehra 2 yıl önce öldü. Karısı can çekişirken bir sonbahar akşamı kerpiç evlerindeki yırtık pırtık yer yatağında o hapisteydi. Karısının yanında sadece 14 yaşındaki oğlu vardı. Ölüm haberini aldığında izin alıp köye geldi ama sadece kısa bir süreliğine. Ayakta bir dua okuyacak ve oğlunu amcasına emanet edecek kadar kısa bir süre. Zaten bir yıl sonra hapisten çıkacaktı, böyle demişti amcasına.
Faruk 8 yıl hapis yattı. Tarlasına ektiği az miktarda esrarı jandarmalar yakalamıştı. Faruk haklıydı kendince çünkü böyle bir dağ köyünde emek ancak bir yıllık iaşelerini karşılayabiliyordu. Oysa o para biriktirmek istiyor ailesi ile beraber şehre yerleşip daha iyi yerlerde yaşamak istiyordu.
Sumun’a vardıklarında akşam olmak üzereydi. Sıdıkanın baba evinde kızın ailesi ile beraber aile büyükleri de onları bekliyordu. Biraz dinlenip yemek yedikten sonra yaşça büyük olan kadın söze girip Allah’ın emri peygamberin kavliyle kızı istedi. Aile adına Sıdıka’nın büyük amcası söz aldı. Yeğeninin vasıflarını sayıp güzel dileklerini söyledikten sonra sözü babasına bıraktı. Babası abimin yanında bana söz düşmez deyip kızını hayırlısıyla verdiğini söyledi. Sıdıka’ya sormak kimsenin aklına gelmemişti.
İstemeden sonra biraz sohbet edip herkes yatağına girdi. Sıdıka’yı uyku tutmuyor yatağında düşünüp duruyordu. Evleneceği adamla şimdiye kadar hiç konuşmamıştı. Nasıl biriydi acaba, iyi miydi? Sıdıka yirmili yaşlarına daha varmamıştı ilk defa biri ile baş göz edilecekti.
Sıdıka bir gün önce Mehmet ile buluşup artık onunla görüşemeyeceğini söylemişti. Bir öğle vakti yaşlanmış Meşe ağacanın altında Sıdıka beyaz tülbentiyle gözyaşlarını silerek Mehmet’in yanından ayrılırken Mehmet arkasından seni kimseye yar etmem diye bağırıyordu.
Sabah Faruk ve yanındakiler ev sahipleri ile vedalaşıp ayrıldılar. Ayrılamdan önce düğün ile ilgili ayrıntıları konuşmuşlardı. Önümüzdeki yılın buğday zamanında düğün yapılacaktı.
Köyden on beş dakikalık yürüme mesafesine uzaklaştıkları zaman Faruk kadınlardan izin istedi, ihtiyacını giderecekti. Az ilerideki dereye gidip gözden kayboldu. Biraz sonra bir patlama sesi duyulduğunda kadınlar yerden sıçrayıp korku dolu gözlerle etrafa bakıyorlardı. Gözleri Faruk’un gittiği dereden çıkan kargalardan başka bir şey görmedi. Bir sonbahar sabahı Doğu Anadolu’nun ıssız dağlarında yaşananlardan habersiz kuşlar uçarken iki kadın derede Faruk’un yere yığılmış kanlar içindeki cesediyle karşılaştılar. Elleriyle dizlerine vurup feryat emeye başladıklarında Mehmet artık onlardan uzaktaydı. Az önce silahın ürkütücü sesinin dereden kovamadığı diğer kuşlar kadınlardan yükselen ağıtlara daha fazla dayanamayıp uçup gittiler.
Haber Sumun’a geldiğinde herkes olay yerine gitmeye başladı. Köylüler oraya vardığında kimse kim neden yaptı sorularını sormuyordu çünkü herkes kimin neden yaptığını biliyordu.
Mehmet köye ulaştığında önceden planladığı gibi küçük yeğeni Kasım’ın yanına gitti. Ona daha önce söylediklerini tekrarlayıp merak etme daha on dört yaşındasın çocuklara ceza vermiyorlar ya da çok az ceza veriyorlar, dedi.
Jandarma köye geldiğinde Kasım dayısının tembihlediği gibi suçunu itiraf etti. O sırada cinayeti işlediği silahı da yanındaydı. Kasım iki yıl ceza aldı. Ona cezayı veren hakim dahil herkes onun yapmadığını biliyordu ama kimse uğraşmak istemiyordu. Çünkü burası tanrının unuttuğu, batıdakilerin sadece askerlik için ve sürgün nedeniyle geldiği Doğu’ydu.
Faruk’un ölüm haberi Lüsküm’e ulaştığında oğlu Serdar arkadaşlarıyla oyun oynuyordu. Hiçbir sebep yokken amcası onu çağırdı, Serdar buna bozulmuştu. Neler olup bittiğini amcasıyla beraber sumun’a vardığında öğrendi. Babasının öldüğünü duyduğunda ne yapacağını bilemeden amcasına iyice sokuldu. Babası hayatına bir yıl önce girmişti. Daha öncesi hiç yok gibiydi.
Serdar iki yıl sonra babasının iki kadınla ölüme gittiği yerden bu defa kendisi şehre gidiyordu. Bir hafta önce amcası babasının katilinin Sumunlu Genç Mehmet olduğunu söylemiş kanını alması için ona telkinde bulunmuştu. Aslında sadece amcası söylemiyordu bütün akrabaları laf arsında bunu konuşuyorlardı onla. Amcası Serdar’ı iki yıldır ava götürüp nasıl atış edileceğini ve bir şeyi öldürürken nasıl soğukkanlı kalması gerektiğini öğretmişti. Son bir hafta içerisinde gerekli hazırlıkları yapıp yakınlarından helallik isteyerek bu gün yola çıkmıştı.
Faruk’un ölümünden sonra Mehmet ile Sıdıka şehre kaçıp evlendiler. Mehmet hemen ev tutup bir lokantada çalışmaya başladı. Sıdıka da evlere temizliğe gidiyordu. Bir yıl sonra kızları dünyaya geldiğinde Sıdıka işine üç ay ara verip tekrar çalışmaya başlamıştı. Sıdıka Mehmet’e anadolu kadınlığının saf yüreği ile ben kızımı okutacağım onu doktor yapacağım diyordu. Nitekim yıllar sonra o küçük kız tıp fakültesini bitirip yurt dışında araştırmalar yapmaya gittiğinde annesi arkasından ağlayacaktı.
Serdar bir ara sokakta beklerken ellerini ovuşturduğunda saat sabah 06:45 idi. Köşenin başında Mehmet’i görüce ellirini hemen ceplerine sokup sağ eli ile tabancayı sıkı sıkı kavradı. Mehmet ona doğru gelirken o da ona doğru gidiyordu. Birbirlerine hiç bakmadılar. Kasım Mehmet’i geçtikten hemen sonra montunun cebindeki silahı çıkarıp ona üç el ateş etti. Bir sonbahar şafağı Mehmet’in kanlar içindeki cesedinden habersiz Sıdıka ile 1 yaşındaki kızı uykularının en derin noktasındayken Serdar teslim olmak için karakola gidiyordu. Serdar 16 yaşındaydı o da az bir ceza aldı.
Sıdıka daha önce temizlik için defalarca geldiği kapının önüne vardığında Mehmet’in ölümünün üzerinden iki ay geçmişti. İçeri girerken Kemal Beyin havuzun başında oturmuş kahvesini yudumlarken gazete okuduğunu gördü. Kemal Bey kırk altı yaşında zengin bir iş insanıydı. Daha önce iki defa evlenip boşanmıştı. Sıdıka ile bir sene önce tanışmış zamanla ona aşık olduğunu fark etmişti. Aslında işin sırrı Kemal Beyin aşkında değil Sıdıka’nın güzelliğindeydi. Kemal Bey ona bir kaç ay önce ilan-ı aşk ettiğinde Sıdıka evli olduğunu çok nazik bir biçimde ona söyledi. Mehmet’in ölümünün ardından kızıyla baş başaydı artık. Kemal Beye aşkı hala geçerliyse ona varacağını söylemeye gelmişti. Yılın buğday zamanı kıvırcık saçları renkli gözleri önünde dans ederken Kemal Bey ile evleniyorladı. Kemal Bey kalan 26 yıllık yaşamını Sıdıka’nın yanında geçirdi. Neyse ki ömrü üvey kızının tıp fakültesinden mezun olduğunu görmeye yetti.