Birazdan anlatacağım şeylere bazılarınız inanacak bazılarınız inanmayacak, bazılarınız çektiğim acılar için belki üzülecek ve korkarım başka bazılarınız da yazıyı okurken kaybettiği zaman için hayıflanacak ama hepinizi temin ederim ki yaşadığım her şey gerçek.
Ah Dipsolin, ah Lögam!
Tavan izletenler, ruh haydutları, intikam savaşçıları ve kargaşa saçanlar! Umarsızlar, sakin köpekler, şeytanın azı dişleri! Ah Dipsolin, ah Lögam. Anlatmaya nereden başlasam? Şuradan belki de…
Evde izlemediğim tek tavanın mutfaktaki olduğunu farkettiğimde yerimden şimşek hızıyla doğrulduğumu hatırlıyorum, o kadar sarhoştum ki keşfettiğim şeyin önemini ve değerini ancak mutfağa gidip oradaki zavallı yolluğun üzerine uzandığımda anlayabildim.
Dokuz ay önceydi, yedi, on ya da üç de olabilir. Dipsolin mutfakta krep ya da kek yapıyordu, bense kendi stilini oluşturma tutkusuyla yanıp tutuşan bir sinemacı olarak, eşsiz bir an yakalamak ümidiyle dipsolini çekiyor özellikle de yüzüne odaklanmak istiyordum. (Ah Dipsolin sen o yüzde neler neler saklamışsın.) Aradığım şeyleri bulamadığımda –özellikle de daha önce keşfedemediğim bir mimiği- kameramla mutfağı taramaya başladığımı hatırlıyorum ve tavanda, ağlarına takılmış avına sakince ilerleyen bir örümceği gördüm. Zavallı böcek sinir sistemindeki son korkuyla bacaklarını hareket ettirmeye çalışırken, felç edildiğinden ve tüm çabasının boşa gideceğinden habersizdi. (Otonom bir davranış da olabilir.) Nereden bilebilirdim ki, Dipsolin o örümcek ben de o böcekmişim, sabırla bekleyeni severim. Dipsolin sen sabırla bekleyensin. Oysa Lögam bambaşka bir tarza sahiptir o aniden gelir ve hızlıca avını kapar: Öldüğünüzü öldüğünüzde bile anlamazsınız.
Buraya kadar okuduysanız Dipsolin ya da Lögam tarafından (veya her ikisi) kalbi kırılmış birinin endişeli satırlarıyla sıkıcılaşan bir saçmalığın içine sıkıştığınızı sanabilirsiz, öyle değil!
O halde şöyle ilerleyelim:
Ah ben! Deneysel rezilci, bencil maymun, cehennemden ateş taşıyan, ölümsüz keş ve sonsuz borç bataklıkları, makarna çölleri, masumiyet avcısı ve etsetra.
Sorun Dipsolin’in ya da Lögam’ın başka erkeklere ilgi duyması değildi, sorun onların bana ilgi duymaması da değildi, sorun onların başka erkeklere ilgi duyarken bana da ilgi duymaları da değildi, sorun: onların başkalarına ilgi duyarken benden tümüyle vazgeçmeleri, beni unutmaları ve beni bir varlık olarak sevmeleri ama önemsiz görmeleriydi. Onların oyuncak ayısı olmuştum. Sarıldıkları, buruşturdukları, plastik gözünü heyecanlı bir şeyler izlerken istemsizce sökmeye çalıştıkları, (tırnak yemek gibi) sinirlendiklerinde duvara fırlattıkları, kirlendiğinde çamaşır makinesine attıkları bir oyuncak ayı! Dostlarım hepimiz biliriz ki: Siz, başkaları hakkınızda ne düşünüyorsa osunuzdur. Malesef, ruhsuz, libidosuz bir oyuncak ayıydım onların gözünde. Ruhumu kazanmak için önce alacaklım olan birinin bürosunu kuru sıkımla basacak sonra da sirklere satılacaktım. Sabredin anlatacağım.
O gün içmeye erken başlamıştım, o hafta ya da o ay mı desem yoksa? İçinde kaybolacağım bir trajedi bakınıp duruyordum, kendimi bir filmin ya da romanın içinde hissetmediğim sürece dünya bana çok donuk gelir. Durum buyken, roman yazıp film çekmek daha zor olduğu için tersini denemeye karar verdim. Dipsolin seni ve Lögam’ı da bunun içine çekmeye çalıştım, beni affedin.
Geçmişteki bir alacak verecek davasından dolayı ödenmemiş küçük bir borç için beni sıkıştıran avukat İsrafil Yolağzı’nın bürosunu bastığımda, o kadar sarhoştum ki anlatamam. Kapıdan içeri girer girmez kurusıkımı çekip öylesine avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım ki, (o esnada binada olanlardan özür dilerim) sekreter kadıncağızın bir şeyler söylemek istediğini ancak İsrafil Bey burada değil diye fısıldayarak yalvardığında anladım. (Bazen düşük frekansları daha iyi duyarsınız) Yan dairede kendisi gibi avukat olan bir arkadaşında kahve içmekte olan sayın Yolağzı büroya sonradan ve sakince girip bay B. Size yakışmıyor dediğinde, onca gösteri boşa gitmesin diye gül kurusu panjurlara ateş etmek zorunda kaldım. Sakince sayın Yolağzı’na dönüp halıya tükürdüm ve ben borçlarımı her zaman öderim dedim. Alarm çalmaya başlamıştı panikledim ve merdivenleri üçer beşer inmeye başladım. Oysa bir iki saniye daha beklesem asansör katta durmuştu. Ah Dipsolin ben böyle biri değildim.
Sonra Lögam, şehrin tüm alkoliklerinin toplandığı bir birahaneye gittim. Bazı yarışlar için üç bazı yarışlar için beşinci ayak koşuluyordu. O kadar, o kadar, o kadar çok sigara dumanı vardı ki; seninle olan anılarımızın bulanıklığı bile bununla asla yarışamazdı! Hemen bir bira söyledim ve kalbimin deli gibi çarpmasının dinmesini beklemeye başladım, kurusıkıyı yırtık tişörtüme silip bir parkın yanındaki çöp kutusuna bırakmıştım, filmlerde parmak izlerini böyle yok etmiyorlar mı? Seninle çok fazla, çok çok fazla film izledik Lögam aşırı suskun gecelerimizde. Kimbilir aklından neler geçiyordu?
Yanlış hatırlamıyorsam İzmir 5. Ayak koşusuna 7 dakika varken ve saat 21 falan civarındayken, hem bu sonsuz aşk acılarından hem de aralıksız içmemden kaynaklı bir şarkı söyleme isteğiyle dolup taştım. Oyuncak ayı olmadığımı anlayabilecek en iyi insanlar en nihayetinde oyuncak ayılardır. Duruuuuunnn diye bağırdım avazım çıktığınca: Bir şarkı söylemek istiyorum!
Kuponlar ve yarışlar hakkında hararetlice tartışan, küfreden, yeni kuponlar yapmak için birbirinden tüyo isteyen, sigara almak için birahanenin dışına doğru seğirtmek üzere olan, elindeki birayı masaya bırakmak üzere olan ve daha herkes işte herkes sesimdeki emredici tavırdan kaynaklı olarak bir an için durdu. Ganyan Tv’nin sesini kısar mısınız diye seslendim bardaki elemana, televizyonu kapattı.
Bu şarkı için senin için Dipsolin dedim mağrur bir tavırla ve bir cennet bülbülü gibi şarkımı söylemeye başladım, tüm dünya durmuştu herkes beni dinliyordu, tedirgince başladığım şarkıda tüm kontrolü elime alıp gerçek bir gösteri yapmaya başlamıştım. Şarkı bittiğinde tebrikler, kahkahalari vay beler, helal olsunları, müslüm müslümler yok lan ne alakaları takip ediyordu. Birahanenin karanlık bir köşesinde saklanmış karanlık bir grup dipsolin yenge dipsolin yenge diye tempo tutuyordu. Kurusıkımı parka fırlattığım için duymazdan geldim ve en genç garsonu gözüme kestirip evlat bana bira diye seslendim.
Bundan sonra edebiyat yok!
Birkaç bira daha içtim.
Bir şarkı daha söylemek istediğimi söyledim, Dubai yarışından hemen önceydi, kabul edildi.
Şarkımı söyledim, yine büyük tezahüratlar. (Bu şarkımı bu kez Lögam’a adamıştım ) Karanlık köşedekiler Lögam Yenge Lögam yenge lokum gibi Lögam yenge diye tezahürat yaptılar. Kurusıkım park yanındaki çöplüğe atılmıştı duymazdan geldim.
Sonra, sonra yarıştan sonra bana likör, rakı ve cin ısmarladılar. Sıraya girmiş gibiydiler, bir türbenin önünde gelen içkisini sunuyor birkaç kelimeyle derdini açıklıyor ve sonra da sırasını savuyordu. Arada arkada büyük uğultu yerini Lögam yenge oley lögam yenge oley gibi seslere bırakıyor ama birahanenin yaşlıları onları sustuyorudu.
Birahane boşaldığında, o büyük tantanacılar gittiğinde, yarışlar bittiğinde olanca sakinliğiyle ve – nedense o ana kadar hiç dikkatimi çekmeyen iri bir kadın masama geldi ve oturabilir miyim diye sordu. Bu soru “Oturuyorum mahsuru var mı delikanlı diye de algılanabilirdi” ve elinde ikram edecek herhangi bir içki olmadığı için buyrun oturum dedim, çünkü herhangi bir alkollü içki ikramını kaldıramayacak kadar sarhoştum. Ben ki sarhoşlukların binbir çeşidii yaşamış bir insanımdır. İçkiyi ilk kez o gece Regina’ya karşı reddettim. Felaketim Regina.
Bundan sonrası çok hızlı geçecek çünkü anlamı yok. Sonlara doğru biraz yavaşlayacağım.
Regina bana bir sözleşme önerdi, sirkinde şarkı söyleyecek ve para kazancaktım, böyle hatırlıyorum çok sarhoştum. Sesimi övmüş ya da övmemiş olabilir.
Gözümü açtığımda anadoluya doğru bir turneye giden köhne bir kamyonun içindeydim uzun kollu küçük bir maymun ağzıma işiyordu.
Bazı turnelerde sahne aldım bir hafta sonra çünkü ancak o zamanlar yavaş yavaş ayılabiliyordum.
Birkaç kasabada yuhalandıktan sonra imza attığım sözleşmede şarkıcı olarak işe yaramazsam her işi yapacağıma dair bir madde vardı ve televizyonlarda bürosu basılan avukatın mağduriyeti oynuyordu.
Sonra at boku temizlemeye başladım, yuhalandıktan sonra yani.
Sonra sirk cücelerini keselemeye başladım.
Akrobatların elbiselerini ütüledim.
Gişe hasılatı iyi olduğunda maymunlara ödül muz veriliyordu, o muzları çalmaya başladım. Bilincimi kaybetmiş gibiydim. Açlık insana her şeyi yaptırır.
Sonra kendi çapımızda da olsa sirkte bir su ünitemiz vardı ve orada çalışan bir su ineğimiz vardı. Onun bıyıklarını yamuk yumuk keserken senin de saçlarına özenmemiştim dipsolin diye kendimi teselli etmeye çalışıyordum.
Sirkte yemekler çok çok kötüydü. Sirkte çalışan fareler bile bu yemekleri yemiyordu bu yüzden kendimce zeki bir çözüm buldum. Aslında önce şiir yazmaya başladım sonra buna yöneldim desem daha doğru olur.
Örneğin dipsolin için bir şiir yazmaya başlıyordum, sonra bu şiirin aslında lögama daha iyi gideceğini düşünüyordum sonra da sadece satıp satmayacağı umrumda oluyordu, çünkü seyircilerin arasına sızıp şiirimi satmaya razı olan bir çingene kız ayarlamıştım. Şiirlerim bir liradan bazen peynir ekmek gibi gidiyordu özellikle de dipsolin için başladığm lögam için bitirdiğim şiirler. Tersi pek satmıyordu ne yalan söyleyim.
Sonra dipsolini ve lögamı birbirine karıştırmaya başladım, öyle iki kişi var mıydı öyle birdenbire bir kamyona yüklenip turnelere götürüldüğüm için hiçbir eşyamı alamamıştım laptomu bile.
Ben de bu yüzden dipsloinle lögamın yüzlerini hatırladığım kadarıyla birleştirmeye çalışıyor ve belki bu iki yüzün en iyi taraflarını, en iyi yönlerini birleştirebilirsem daha fazla satacak şiirler yazabileceğimi umuyordum. Sirkte en temel ihtiyaç maddelerimizi bile bedavaya vermiyorlardı, çalışan bile olsak.
Bıkıp usanmıştım her şeyden bazen sirkte çalışan hayvanları herkes uykuya çekilmeden önce toplar bu acı aşk hikayesini anlatıp onlara verilen yemeklerden birazcık koparabilmeye çalışırdım. Sirk o kadar yorucudur ki…
Ve en nihayetinde en inanamayacağınız bölüm geldi. Şimdi beni dikkatle dinleyin.
Dün yani 21 Eylül 2021 günü Uşak sınırlarına yakın bir kasabada kamp kurmuş sirkimize, ışıklar saçarak bir yelkenli indi, bu bir uzay yelkenlisiydi. İçinden aldırmaz tavırlarla iki kişi indi ve aynen şunları söyleyerek beni tutukladılar: “9. Bölgeden geliyoruz sorumluluklarınızı ihmal ettiğiniz için görevden el çektiriliyorsunuz lütfen bileklerinizi uzatın.”
Ah dipsolin ah lögam başıma neler getirdiniz. Şimdi mavi dolunaya doğru bir uzay yelkenlisiyle ilerliyorum, tüm bu şeylerden sonra nereye gidiyoruz diye sordum yanımdaki kibar inzibata, “galaksiler arasında yolculuk için siber hıza geçmek üzereyiz hiçbir şey hatırlamayacaksınız efendim” dedi.
Hoşçakal Lögam hoşçakal Dipsolin.
İkinizden tek bir aşk yaratmaya çalışmış 9. Bölge subayı bay B.
Devam etmeyecek.
😀 komik birisin
Çok güzeldi
Vay be, oldukça akıcı zengin bir Türkçe. İyi sürükledi beni. Tebrikler.