Şarap gibidir kadınlar elbet.
Olgunlaşır, olgunlaştıkça can bulur dudaklarda, yıllanmış bir keman teli gibi titreşir inceden inceye. Bu iki adımlık yerküreden mecruh, yaşama karşı ölümü seçmiş, benliğinin kırıntılarını arayan paniğini kukla yapmış hasta bir çocuktan bahsediyoruz vesselam.
13 Şubat 1958’de Balkan göçmeni bir ailenin ikinci çocuğu olarak İstanbul’da dünyaya gelen Nilgün Marmara, orta okul ve liseyi Kadıköy Maarif Koleji’nde bitirdikten sonra, yüksek öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamladı.
Tezini, tıpkı kendisi gibi manik depresif bir şair olan ve 31 yaşında kendi isteği ile yaşamına son veren Sylvia Plath üzerine yazdı. Yaklaşık yirmi yıl sonra bu tez Dost Körpe tarafından çevirilerek kitap haline getirildi:
#Sylvia Plath’in Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi
Yazgılarının aynı olduğu söylenir hep, yaşamına son veren onlarca şair gibi. Birbiri ardına sıralanmış vagonlar misali ölüm silsilesi…
Sylvia’nın şairliği ve yaşam öyküsü Marmara’yı etkilemiş olacak ki şiirlerinde intihar, ölüm temalarına ve depresif, soyut imgelere sıkça rastlanmaktadır.
Şöyle der Haydar Ergülen “Dünyayla yaralı: Nilgün Marmara” yazısında:
“Sylvia çalışıyordu. Ölümüne çalışıyordu. Ölümünü çalışıyordu.”
Fakat böylesine dolu dolu yaşamış, kısacık ömrüne birçok anı ve dostluk sığdırabilmiş bir şairi intiharından ibaret bir karakter haline getirmiş olmamız çok üzünç. Mühendis olan eşi Kağan Önal da Nilgün’ün ıstıraplar içinde, sadece ölümü ve arada da şiiri düşünen eksik bir portresini çizmenin yanlış olduğuna değiniyor, şairin günlükleri ve notlarını içeren “Defterler” in ön sözünde. Zaten bizler her daim eksik, hor ve çelimsiz görmüyor muyuz tüm anakuşları?
Eşinin işi dolayısıyla bir yıl Libya’da yaşadılar. Kasvet dolu, baskıcı bu ülke onu bunalttı ve yıprattı. “Burada şaşkın bir çöl faresi olmuş çıkmıştı.” Yaşam ile ölüm arasındaki ince çizginin üzerinde bir cambazdı o.
“O gün tozanlarım her bir yana dağılıp, toprağın, suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim.”
Nilgün Marmara /Canım Sıkıntı Sınırı
Güzel Marmara 13 Ekim 1987’de köhne ve sararmış bir yaprak gibi ayrıldı düş bahçemizden… O dönem Cemal Süreya, İlhan Berk, Tomris Uyar, Ece Ayhan gibi şairlerin de uğrak yeri olan Kızıltoprak’taki evlerinin beşinci katından boşluğa bıraktı kendisini. Sahneden çekildi yaşamına karışmış herkesi selamlayarak. Cemal Süreya’nın Çılgın Zelda’sıydı. Amerikalı yazar Fitzgerald’ın karısı Zelda’ya olan benzerliğinden geliyordu bu.
#Cemal Süreya’nın acısı
“Nilgün ölmüş, beşinci kattaki evinin penceresinden kendini aşağı atarak canına kıymış. Ece Ayhan söyledi. Çok değişik bir insandı Zelda. Akşamları belli bir saatten sonra kişilik hatta beden değiştiriyor gibi gelirdi bana. Yüzü alarır, bakışlarına çok güzel ama ürkütücü bir parıltı eklenirdi. Çok da gençti. Sanırım otuzuna değmemişti daha. Ece ile Gergedan için yaptığımız söyleşide ondan şöyle söz ettim: bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu. Dönüp baktığımda bir acı da buluyorum Nilgün’ün yüzünde. O zamanlar görememişim. Bugün ortaya çıkıyor…”
Cemal Süreya/Günler (841. gün)
Ölümünün ardından geriye şiirleri, çeşitli yazıları ve buruk bir intihar mektubu kaldı. Bir de tüyleri didiklenecek, etleri kemiğinden sıyrılacak bir güvercin. En iyi biz yapmıyor muyuz bunu? Belki zoru seçip yerleşmeseydi bu dünyaya, yabancılık çokça dokunmayacaktı camdan yüreğine…
Ardında bıraktığı şiirleri ve dosyaları “Daktiloya Çekilmiş Şiirler” ve “Metinler” adıyla yayımlandı. Şairin günlüklerinin yayımlanması ise söz konusu değildi. O dönem Marmara’nın yakın arkadaşı şair Gülseli İnal’ın, annesi Peri’han Marmara’dan şairin günlüklerini alarak “Kırmızı Kahverengi Defter” adıyla izinsiz ve eksik bir şekilde yayımlattığı söyleniyor. Her ne kadar Gülseli İnal bu duruma karşı çıkmış olsa da Marmara’nın ailesinin günlükleri geri alma çabaları aşikâr.
Tüm yersiz kuşkulara, Nilgün’ün bilinmeyenlerine ve suçlamalara son vermesi amacı ile söz konusu günlükler ve şairin intihar mektubu eksiksiz olarak “Defterler” adıyla 2016 yılında yayımlandı. Ardından ise şairin çeşitli notları ve yazıları okuyucuya sunuldu.
Bizler de keşke bu kitap hiç yayımlanmamış olsaydı ve keşke bu güzel portreyi parçalara ayırıp tekrar birleştirmek zorunda kalmasaydık diyoruz. Bir şair geçti bu umutsuzlar merdiveninden. Zengin imgeleriyle, zincirlerinden arınmış, sureti gümüş parlaklığında, muzip mi muzip bir kadın. Dünyayla yaralı, dünyadan karalı bir kadın geçti…