“Rüzgardan oldu, biliyor musun?” Rüzgardan…Kollarımı o kadar uzatmamalıydım belki de…’’
“Hmm anlayamadım canım?’’
‘’Yok bişey. Kendi kendime söyleniyorum yine. Sen bana bakma! Kollarım diyorum, çok mu uzun sence? Yapraklarım göğe ulaşsın diye tüm çabam. Hata mı ediyorum dersin? Çok mu cüretkarca bu?’’
“Hm.Nasıl yani?’’
‘’Öyle işte…’’
“Ya sen bana bakma. Oluyor arada böyle…Yıkık ve çaresiz hissedebiliyorum ‘’
‘’Kendine haksızlık ediyorsun bence. Max’e baksana. Ondan feyz al biraz. Nasıl da kuyruğunu sallaya sallaya gerine gerine geziniyor bahçede… Gölgemizde uyuyor pervasızca. Hiç izin alıyor mu? Hayır’’
“Çok mu hassasım sence Simon?’’
‘’Biraz, yok fikrimi değiştirdim. Çokça. Kendini paralıycak kadar. Savrulacak kadar. Bazen köklerinden kopup devrilivereceksin diye aklım çıkıyor’’
“Sahi mi?’’
“Evet, Mary. Her sabah gözümün ucuyla yapraklarını kontrol ediyorum. Hepsi yerli yerinde mi diye? Beni sorumlu hissettiriyorsun kendinden.’’
“Nasıl yani Simon? Çok mu kaygılandırıyorum seni?’’
“Off Mary… Sen şimdi buna da üzülürsün. Bence kapatalım bu konuyu.’’
“Yoo yoo… Üzülmem söz. Anlat dinlemek istiyorum. Çünkü, değişmek istiyorum artık.’’
“Mary sıkılmadın mı köklerine bakmaktan? Başını öne eğmekten? Oysa senin dalların var göğe ulaşan, çiçeklerin var parmaklarının ucunda rengarenk. Gökyüzü çok engin Mary. Orda hayat var, fırsatlar var, dönüştürme gücü var.’’
“Haklısın Simon.’’
“Senden isteğim, başını kaldır, etrafına bak Mary! Gör gör artık… Max’in kuyruğuna bak, Susan’ın kanat çırpışını duy, Michel’in bal yapmak için telaşlı ve kararlı uçuşunu gözle.’’
“Çok mu kendimle ilgiliyim, Simon?’’
“Evet, Mary… çoook hem de. Umarsızca ve şuursuzca. Hayat dediğimiz içten dışa doğru yaşanır. Ama sen içte kaldın çıkamıyorsun. Hep kendini bir düzenleme telaşı, hep hep… Kurtul bundan Mary artık… Bak şu rüzgarı hissedebiliyor musun? Dans etmeli kollarımız ahenkle, göğe ve sonra çimenlere doğru. Yoksa yoksa kırılacak esnemeyi bilmeyen dalların. Korkaklıkta usta kolların kırılacak ve bir gün Susan’ın ağzında kendine yuva yapması için malzeme olucak. Senin kıymetini bilmediğini başkası öyle iyi bilir ki Mary. Aklın orda kalır da sen bakakalırsın.’’
“Unutamıyorum Simon ‘’ derken gözü arkasındaki içinden çiçekler bitmekte olan kütüktedir.’
“Neyi Mary? Paul’ün yasını tutuyorsun hala baksana. İyice bak. Paul’un üzerinde açmakta olan sarı çiçeklere bak…onlar da mı sana umut vermiyor? Paul sana gülümsüyor nasıl da sarı sarı baksana.’’
Mary gülümserken birden huzuru kaçtı yine: “Max yavaş lütfen! Tırnaklarını geçirmeden tırmanabilir misin? O kadar uçlara gitme. Taşıyamıyor seni artık zayıf kollarım. Hem kilo mu aldın sen?’’
Max yalanarak patisiyle bıyıklarını temizledi. Sakince ve umarsızca; ”Yoo sana öyle gelmiştir. Sen de taktın tırnaklarıma. Tamam tamam ya… Tırmanmam bir daha..’’
Mary, dallarını hafifce sarsar Max’i korkutmak için.
“Hem bir daha yediğin balığın kılçıklarını götür, at. Bahçe burası, çöplük değil.’’
“Off Mary, sana da selam veren borçlu çıkıyor’’ derken kayıverir dalların arasından. Mary Simon’a döner, kaşlarını çatar; ’’Görüyor musun şunun küstahlığını?’’
“Mary sen fazla ciddiye alıyor olmayasın? Şaka yapıyor yavrucak sana.’’
“Simon, vücudum karıncalanıyor sanki!’’
‘”Hahaaa evet, karıncalar tırmanıyor üzerine çünkü. Of Mary… Aptal espriler yaptırıyorsun bana…’’
‘”Simon, dalga geçme lütfen!’’
Şimşek çakar ve şiddetli bir gök gürültüsü başlar.
“Oh! İşte bu çok iyi hissettirdi. Çok susamıştım Simon, ferahladım da..’’
“Tadını çıkart Mary. Bulutlar konusurlarken duydum.. Bir hafta aralıklı yağış planlıyorlar. Yaşadık desene! Depoları dolduralım. ‘’Evet Simon ,daha yaz var önümüzde.’’
Parktaki mavi beyaz çizgili tişörtün içndeki kıvırcık saçlı melez çocuk, annesiyle elele yürürken birden durur. Siyah gözleri faltaşı gibi açılır. İşaret parmağıyla Simon ve Mary’i göstererek; ’’Anne şu ağaçlar konuşuyor, şu kahverengi kedi de konuşuyor.’’
Anne gülümseyerek oğlunun kıvırcık saçları arasında elini gezdirerek; ’’Oğlum, ağaçlar ve kediler sadece masallarda konuşur. Gece okuduğumuz hikayenin etkisinde kaldın sen sanırım.’’
“Hayır anne. İnan bana konuşuyorlardı.’’
Yaklaşır Simon ve Mary’e. Gövdelerine dokunur: ”Söylesenize bir şeyler. Annemin yanında da konuşsanıza. Nolur?’’
Çocuk bir süre çaresizce bekler, sonra surat asıp Simon’ı tekmeler.
“Ah!’’ der Simon. Sadece çocuk duyar bu sesi. ‘’Yağmur hızlandı zaten oğlum koşmalıyız.’’ diye annesi uzaklastırır çocuğu ordan. Gözden kaybolurlar.
Max, çöp tenekesinin içinden zıplayarak yanlarına gelir. ”Ucuz atlattım. Yoksa annesine inandırmak için benim de kuyruğumu çekerdi bu velet.”
“Tekmesi de sertti ha!” dedi Simon gülerek.
Mary başını kaldırdı. Birden kollarını iki yana açtı. Gözlerini kapattı. Bulutları kucaklarcasına derin bir “Ohh” çekti. Başını bulutun birine yasladı. Uykuya daldı.
“Anne! Saat dokuz olmuş! Kalk!” Yanağında Max’in kuyruğunu hissetti Mary. Gözünü açar açmaz eşi Paul yanağına bir öpücük kondurdu. Mary gülümsedi. “Yağmur iyi geldi bana, ferahlamışım.” diyerek pembe ponponlu ev terliklerini ayağına geçirdi. Sabahlığını giydi. Ayaklarını onu pencereye götürdü. Eliyle tülü araladı. Karşı kaldırımdaki çocuk parkında yaşlı bir ağaç kendini göstermeye çalışır gibi dallarını kımıldatıyordu. “Simon” diye mırıldandı Mary. El salladı gülümseyerek.