in

Sinemanın Melankolik Dervişleri II

TRAVIS HENDERSON: PARİS, TEXAS

Paris, Texas, Alman yönetmen, oyun yazarı, fotoğraf sanatçısı ve müzisyen Wim Wenders’in 1984 yapımı kült filmidir. Sinema tarihinde eşsiz bir yeri olan bu başyapıt road–movie denilen yol filmlerinin de en derinlikli örneklerinden biridir. Wim Wenders sinemada author dediğimiz yönetmene özgü hikâye anlatma, atmosfer yaratma tarzının önemli isimlerinden biridir. Wong Kar Wai, Michael Haneke, Michalengelo Antonioni gibi Wim Wenders de kendi çağının buhranlarına, insan meselelerine, olup bitenlerin gerisine bakmaya, anlamaya, anlamlandırmaya dayalı hikâyeler yazıp zamana tanıklık ederek hayatta kalmaya çalışmaktadır. Hayatta kalmaya çalışıyor; çünkü bir söyleşisinde film çekmeye mecbur olduğunu bunun kendisi için kaçınılmaz bir çaba olduğunu söylemiştir. Wim Wenders sancılı bir sinemacıdır, filmlerinde yarattığı karakterler, yol ve yolculuk atmosferi izleyiciye kıstırılmışlık, çıkışsızlık, burukluk, hazin iç çekişler, aidiyetsizlik, benlikten ve çağın ağırlığından kaçma isteği gibi duygular yaşatır.

Kendini bilmediği yollara vuran kayıp karakter Travis’in esas yaratıcısı Pulitzer ödüllü sıra dışı Amerikalı yazar Sam Shapperd’dir. Wim Wenders, Shapperd’in “Motel Günlükleri” isimli kitabında tanıyıp hayran olduğu bu adamdan bir film yaratmak istemiş ve Harry Dean Stanton’un akıllara zarar oyunculuğuyla Travis, ete kemiğe bürünmüştür.

Filmde, bütün bu hissizliğe, popluğa, uçucu zevklere, aldırmazlıklara daha fazla tahammül edemeyip sessizliğe gömülmüş bir adamla tanışırız. Yüz otuz dokuz dakikalık filmin ilk bir saati hiç konuşmayan bu hırpani görünüşlü adam, yürek burkan hikâyesini anlattığı ünlü ayna sahnesi dışında neredeyse film boyunca hep susar.

Duvarın öteki tarafındaki Jane’e bakmadan, görmek istemeden, “Bir zamanlar tanıdığım birileri vardı,” diye başlar anlatmaya Travis. Yaşanıp bitmiş ve geride sadece külleri kalmış tutku dolu bir aşkın yıkıcı hikâyesidir bu. Fırtına dinmiş, öfkeler yatışmış, kahredici bir yabancılıkla dönüp geriye bakabilecek cesaretlerinin olabileceği andır şimdi. Travis, yıllar süren suskunluğunun öyküsünü, bilmediği diyarlarda avare avare yürümesinin nedenlerini, paramparça olmuş hatıralarının yasını, gençliğinde yaktığı şenlik ateşinin nerede ve nasıl söndüğünü, bir kuşağa dair tüm kırgınlıkları yüzündeki derin yarıklara gömmüştür.

Filmi izleyen çoğu kişi Travis’i, Jane’e duyduğu marazi aşktan umduğunu bulamayınca insanlığa küsmüş, kaçıp giderek kayıplara karışmış biri olarak anlamlandırmış. Oysa film daha ilk sahnesinde Travis’in bunlardan çok daha fazla bir karakter olduğunu sezdirir. Onun hikâyesi “yokluğunda buldum seni” denilen türden mistik menkıbelerden değildir; çünkü o sadece tutulduğu yıkıcı bir aşkın yaralarını sarmaya çalışırken arınmış, hidayete ermiş ve egosunu ezmiş biri değildir. Hayatın bizatihi kendisiyle arasına derin bir çizgi çekip yaşantımıza yüklediğimiz değerlerin, zevklerin, oyalanmaların, anlamların öteki tarafına geçerek yalnızlığın uçsuz bucaksız çöllerinde tek başına yoluna devam etmeyi seçmiş dervişane bir karakterdir Travis.

Yıllar sonra Jane’i tekrar bulmak isteyip ona geçmişte olup bitenleri anlatmak istemesini filmin bütünlüğü içinde bambaşka bir yere koyabiliriz. Oysa Travis’in meselesi başkadır. O, beklentileri gerçekleşmemiş, dünyayı daha iyi bir yer yapamamış, şarkıları, sözleri, müzikleri, devrimleri, kavgaları işe yaramamış kayıp bir kuşağın bütün burukluklarını taşır üzerinde. Gidip de geri dönmeyen bir yankı gibidir Travis. “Asla vazgeçme” diye diye efsaneleştirilen umudun aslında bomboş bir safsata olduğunu fark etmiş ruhların iç geçirişi, içten içe ağlayışıdır. Travis’in, Jane’den, oğlundan ya da sevgi dolu yengesinin ağabeyiyle yaşadığı huzur dolu yuvalarından hiçbir beklentisi yoktur. O, yine kamyonetiyle yollara düşecek hiçbir aidiyet duygusu hissetmeden yersiz yurtsuz bir ruh gibi yaşamın kahredici mutsuzluğunu ve hüznünü omuzlarında taşıyarak bu dünyadaki varlığını peşinden sürükleyecektir.

Sinemanın Melankolik Dervişleri

Yazan Mehmet Kabakçı

1984 Besni doğumluyum. Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği okudum ve halen İstanbul'da bir ortaöğretim kurumunda öğretmenlik yapıyorum. Hayatın ancak iyi kitaplar, iyi müzikler ve iyi filmler için yaşamaya değdiğine inanıyorum.

Öykülerim ve yazılarım çeşitli dergilerde, fanzinlerde yayımlandı. Yazmak da hayatla kurulan güçlü bir ilişki, ancak ben iyi bir okuyucu olmayı her şeye yeğlerim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Beni Öldürdüler

Umut Olmadan Asla