in , ,

Pis Okurun Notları (97-104)

97.) 2018’in son çeyreğinden başlatarak, 2019 yılının Ekim ayına kadar geçen dönemi yayıncılığımız açısından değerlendirdiğimizde pek de iyi olmayan bir tabloyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim.

2018’in Ağustos’unda yaşadığımız kur şoku ve sonrasında gelen zam sağanağı bir yandan okurların alım gücünü düşürdü diğer yandan da yayıncıların maliyetlerini inanılmaz artırdı. Kâğıt ve baskı maliyetlerinin ne kadar artmış olabileceğini ancak hayal edebiliyorum. Bununla birlikte çeviri eserlerin önemli bir yer tuttuğu yayıncılık dünyamızda, artan döviz kurlarının, çeviri eserler için ödenen telif bedelini de bir hayli yukarı çektiğini söylemek için çok düşünmeye gerek yok.

Birkaç farklı açıdan kıskaç içinde kalan yayıncılık sektörümüz, bu süreci daha az kitap yayımlayarak, telif süresi dolmuş eserlere yönelerek ve belli bir okur kitlesi olan yerli yazarların kitaplarına ağırlık vererek aşmaya çalıştı.

98.) Yukarıdaki düşüncelerimi aklımın bir kenarında tutarak, 2019 yılının Eylül – Kasım aralığında yayımlanacak kitapları sabırsızlıkla beklediğimi söyleyebilirim.

Yayın dünyamız için yaz dönemi gelecek sezona hazırlık olarak değerlendirilir. Genelde, o yıl için en çok ses getireceğini düşündükleri kitapları eylül – kasım aralığı için saklarlar. Her yayınevi bu aylar içinde, önemsedikleri kitapları bir bir yayımlarlar ve doruk noktasına TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’yla birlikte ulaşan süreç, yılın devamına dair önemli ipuçları barındırır.

Bir sonraki hareketlilik dönemi ise ilkbahar aylarında yaşanır. Yayıncılarımız, yazın okunacağını varsaydıkları, genellikle daha kolay okunabilir, “sahil kitabı” diyebileceğimiz eserleri de bu döneme saklarlar.

2019’un ilk çok ses getiren kitabını YKY yayımladı. Ahmet Ümit’i kendi kadrosuna kattığını büyük bir reklam kampanyasıyla duyuran yayınevi, yazarın yeni kitabını da benzer bir reklam kampanyası ile duyurmayı ihmal etmedi. Aşkımız Eski Bir Roman adını taşıyan ve içinde üç Başkomser Nevzat hikâyesi bulunan kitabın ilk baskısı 300.000 yapılmış. Bu rakam, çok kitap okunduğu söylenen ülkeler için bile oldukça iddialı.

Aynı günlerde, Metis Yayınları Ayşegül Devecioğlu’nun yeni kitabı, Güzel Ölümün Türküsü’nü yayımladı.

İletişim Yayınları, Ercan Kesal’ın Velhasıl’ını ve Hakan Bıçakçı’nın Normal Nefes Almaya Devam Edin isimli kitabını; Can Yayınları, Ahmet Büke’nin Varamayan isimli kitabı ile Doğu Yücel’in, Öldüğünü Google’dan Öğrenen Adam isimli kitabını yayımladı.

Doğan Kitap, Haruki Murakami’nin Mesleğim Yazarlık isimli kitabı ile Onur Ünlü’nün Kız Çocuğu isimli ilk romanını yayımladı.

Kuşkusuz gözümden kaçan ya da benim ilgi alanıma girmediği için çoksatar olması beklenen ama bilmediğim başka pek çok kitap daha yayımlanmıştır. Ancak ilk elde aklıma gelenlere bakarak 2019 yılının sonbaharında, yayıncılarımızı ve okurları mutlu edecek güzel kitaplar yayımlanacağını düşünebiliriz.

99.) Edebiyat ödülleri ne işe yarar ya da bir işe yarar mı?  Soruları üzerinde zaman zaman dururum. Açık söylemek gerekirse net bir cevabım yok. Kendi adıma, edebiyat ödüllerini, ıskaladığım bir yazar var mı, diye düşünerek takip ediyorum.

2019 yılının Ekim ayı içinde arka arkaya üç önemli ödül sahiplerini buldu.

2018’deki skandallar nedeniyle verilmesi ertelenen Nobel Edebiyat Ödülü, 2018 için Polonyalı yazar Olga Tokarczuk’a; 2019 ödülü ise, Avusturyalı roman ve oyun yazarı Peter Handke’ye verildi.

Yılın sürprizi ise Booker ödülünü veren komiteden geldi. 1992 yılında yeniden belirlenen Booker kurallarına göre yalnızca tek bir yazara verilmesi gereken ödül bu yıl, tarihinde üçüncü defa iki yazar arasında paylaştırıldı. Margaret Atwood (TheTestaments kitabı ile) ve Bernardine Evaristo (Girl, Woman, Other kitabı ile) bu yılki Booker Ödülünü paylaşan yazarlar.

Türkiye Edebiyatı içindeki saygın ödüllerden olan Yunus Nadi Ödülleri ise bu yıl, 74. Kez sahiplerini buldu.

6 dalda 9 kişiye verilen Yunus Nadi Ödülleri’nin sahipleri ise şöyle:

Şiir dalında, Âba Müslim Çelik (İlhan’ın Paltosu Kanlı yapıtı ile) ve Hakan Savlı (Kırgın Karnaval yapıtı ile.)

Öykü dalında, Banu Özyürek (Poz) ve Tomris Alpay(Gülsün, Agavni. Zilha)

Roman dalında, Zeynep Göğüş (Işık Ülkesinden)

Sosyal Birimler Araştırması dalında, Nagehan Tokdoğan (Yeni Osmanlıcılık-Hınç, Nostalji, Narsisizm)ve İrfan Özet (Fatih-Başakşehir, Muhafazakâr Mahallede İktidar ve Dönüşen Habitus)

Karikatür dalında, Fethi Gürcan Mermertaş.

Fotoğraf dalında, Murat Ayneli.

 

100.) Kendi adıma Nobel Edebiyat Ödülünü önemseyenlerdenim. Ödül komitesi zaman zaman farklı kriterlere göre ödülü dağıtmakla suçlansa da Nobel Edebiyat Ödülünü alan bir yazarın kariyerinin farklı noktalara doğru yol aldığı kaçınılmaz bir gerçek.

Nobel Edebiyat Ödülü, yalnızca yazarın değil, yazarın ait olduğu edebiyatın da bir anda tüm dikkatleri üzerine çekmesini sağlayan bir ödül.

Kişisel tarihimde, Mo Yan, Patrick Modiano, Tomas GöstaTranströmer, Herta Müller, Gao Xingjian gibi isimlerin kitaplarını Nobel Edebiyat Ödülü sayesinde duymuş ve kitaplarını okumaya karar vermiştim.

2019 için verilen ödülün sahibi olan Peter Handke’nin iki kitabını, Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi ve Solak Kadın’ı yıllar önce okuduğumu ve beğendiğimi hatırlıyorum. Zaman, Handke ile arama epeyce bir mesafe koymuş. Bu dönemde Handke, Sırp lider Slobodan Milosevic ve Bosna Savaşı ile ilgili görüşleri ile epeyce bir tartışma yaratmış ve bence de yanlış bir tutum sergilemiş. Bütün bunları, Nobel Edebiyat Ödülü ertesinde çıkan yazılardan öğrenmiş olmam ise benim ayıbım olsa gerek.

Peter Handke

2018 ödülünün sahibi olan, Olga Tokarczuk adını ise 2018 Booker Ödülü’nü kazanmasından sonra öğrenmiş, bir kenara not etmiş sonra da unutmuştum. Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandığını öğrenince yaptığım kısa bir araştırma ile Türkçede “Gündüzün Evi Gecenin Evi ” , “Koşucular” , “Aç Gözünü Artık Yaşamıyorsun” isimli üç kitabının yayımlanmış olduğunu gördüm. En azından bir kitabını alıp okumanın vakti geldi sanıyorum.

 

101.) Booker Ödülü hakkında yazmaya, işin magazin kısmından başlayabiliriz:

Booker Ödülü, 1969 yılından, 2014’e kadar İngiliz milletler topluluğu veya İrlanda Cumhuriyeti vatandaşı olan yazarların, İngilizce olarak kaleme aldıkları eserlere veriliyordu. 2014 yılından sonra, ödülün kapısı ABD’li yazarlara da açıldı.

2005 yılından sonra ise, Booker Uluslararası Ödülü adı altında, kitapları İngilizceye çevrilen yazarlara da ödül verilmeye başlandı.

2002 yılından beri, “Man Group” desteği ile dağıtılan ödül, Man Booker olarak adlandırılıyordu. 2019 yılı itibarıyla, Man Group’un desteğini çekmesi nedeniyle yeniden, Booker Ödülü ve Uluslararası Booker Ödülü adlarıyla anılmaya başlandı.

Yukarıda ödülün, 1992’de belirlenen kurallara aykırı olarak iki yazar arasında paylaştırıldığını söylemiştim.

Margaret Atwood şu anda bu ödülü kazanan en yaşlı yazar. Ayrıca, ödülü ikinci kez kazanan dördüncü yazar.

Ödülün paydaşı, Bernardine Evaristo ise Booker Ödülü’nü kazanan ilk siyah kadın ve ilk siyah İngiliz yazar.

Evaristo’nun henüz Türkçeye çevrilmiş bir kitabı yok. Bu ödülden sonra kısa süre içinde en az bir kitabının çevrileceğini varsayabiliriz.

Margaret Atwood ise ödülü, Damızlık Kızın Öyküsü adlı romanının devamı olan, The Testaments ile kazanmış. Atwood ve Damızlık Kızın Öyküsü, dizi uyarlaması nedeniyle bu aralar epeyce popüler. Kendi adıma, diziyi izlemediğim için yalnızca kitaptan bahsedebilecek bir konumdayım.

Damızlık Kızın Öyküsü’nü okumuş olanlar, kitabın açık uçlu bir son ile bittiğini hatırlayacaklardır. Okumamış olanlara ise, Margaret Atwood okumaya bu kitaptan başlayabileceklerini söyleyebilirim.

Genel olarak açık uçlu sonları pek sevmesem de, gerek ele aldığı konu nedeniyle gerekse anlatım biçimi ve sonunu, yarım kalmışlık duygusu vermeden bağlaması nedeniyle Damızlık Kızın Öyküsü’nü oldukça beğenmiştim.Umuyorum, The Testaments’in yazılmış olması, Damızlık Kızın Öyküsü’nün sonunda aralık bırakılan pencerenin kapanmasını sağlamıştır.

 

102.) 74. Yunus Nadi Ödülleri sayesinde de yeni yazarlarla ve kitaplarla tanışma olanağı buldum ancak benim aklımı, ödülün basın duyurusunda belirtilen bazı rakamlar kurcaladı. Yayınlanan bildiriye göre, seçici kurul, 495 yapıtı incelemiş.

Öykü dalındaki değerlendirmeyi yapan seçici kurul, beş kişiden oluşuyor ve değerlendirmeye aldıkları yapıt sayısı toplam 93.

Roman dalındaki değerlendirmeyi yapan seçici kurul da beş kişiden oluşuyor ve değerlendirmeye aldıkları yapıt sayısı toplam 89.

Sosyal Birimler Araştırması dalındaki seçici kurul da beş kişiden oluşuyor ve değerlendirmeye aldıkları yapıt sayısı toplam 16.

Yine beş kişilik seçici kuruldan oluşan fotoğraf dalında ise 21 yapıt yarışmış.

Altı kişilik kurulun seçim yaptığı karikatür dalında ise, 183 yapıt yarışmış.

Şiir dalında seçim yapan beş kişilik kurulun ise kaç yapıt üzerinden değerlendirme yaptığı belirtilmemiş. (Kaynak: 17 Ekim 2019 tarihli Cumhuriyet Kitap ekinin 1548. Sayısı.)

Bu noktada, her seçici kurulun, alanında yetkin, farklı kişilerden oluşturulduğunu da vurgulamakta yarar var. Bununla birlikte, öykü dalındaki 93 ve roman dalındaki 89 yapıtın ne kadarlık bir sürede okunup değerlendirildiğini merak ettim. Kurullardaki isimlere baktığımda her birinin edebiyat alanında kendi çalışmalarını yürüten ve tahminen oldukça yoğun bir okuma yazma sürecinin içinde olan kişiler olduklarını söyleyebilirim.

Durum böyleyken bu insanlar hangi arada bu kadar çok yapıtı okuyup değerlendirmiş olabilirler, diye düşünmeden edemedim.

 

103.) Klaus Mann’ın, Alman aktör Gustaf Gründgens’in yaşamından yola çıkarak yazığı romanı Mephisto, 1936’da yayımlanır. Alt başlığı, “Bir Kariyerin Romanı” olan kitap, kişilik haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle yasaklanır ve tekrar basılması 1981 yılını bulur. Kitap, 2019 yılında M. Sami Türk’ün çevirisi ile Everest Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılır.

Gustaf Gründgens, Alman tiyatro tarihinde önemli bir oyuncu olarak kabul edilmesinin yanında Klaus Mann’ın yakın çalışma arkadaşı ve eniştesidir.

Kariyerinin başlarında “ateşli bir komünist” olarak bilinen Gründgens, 1930’lu yıllarda Nazilerin iktidara gelmesiyle saf değiştirir ve Hitler’in başını çektiği, Dünya tarihindeki en kanlı sayfaların baş aktörü olan kişilerle aynı safta olmayı tercih eder.

Savaştan sonra, 1945 yılında Sovyet askerleri tarafından esir alınan Gründgens yargılanır ancak savaş sırasında ölümden kurtardığı komünist aktör Ernst Busch’un tanıklığı sayesinde ceza almaktan kurtulur, 7 Ekim 1963’de hayata gözlerini yumar.

Mann’ın romanı, Mephisto’da, Hamburg’da devrimci tiyatro yapma çabasında olan oyuncu Hendrik Höfgen’in yaşamı anlatılır. Yukarıda da belirttiğim gibi, Höfgen’in yaşamı, Gründgens’in yaşamıyla paralellik içinde sunulur.

Mann, her büyük romancı gibi, Höfgen karakterinden yola çıkarak evrensel bir durumu anlatmaya çalışır.

Mephisto romanı aracılığıyla, “Şeytani bir güç karşısında sanatçı ne yapmalıdır? Ne yapabilir?” Sorularından yola çıkarak, dünyevi kazançlar uğruna insani ilkelerinden vazgeçen figürlerin iç hesaplaşmalarını ve yaşadıklarını anlatmaya çalışır.

Roman, bu yönüyle aradan geçen onca yıla rağmen güncelliğinden herhangi bir şey yitirmez.

Mephisto’nun, 1981 yılında aynı isimde bir sinema filmi yapılır. Filmi Macar yönetmen, István Szabó çeker.

Mephisto filmi, 1982 yılındaki Yabancı Dilde En İyi Film Oscar’ını alır. Başrol oyuncusu Klaus Maria Brandauer, Bafta ve Bambi festivallerinden ödüllerle döner.

IstvánSzabó, 1981 tarihli Cannes Film Festivalinden, Altın Palmiye, En İyi Senaryo ve Fipresci ödülleriyle döner.

Mephisto filmi, yukarıda saydıklarımın dışında farklı festivallerden on civarında daha ödül alır.

İyi edebiyat eserlerinin zamana, sinemanın iyi örneklerine kıyasla daha dayanıklı olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, döneminde yere göğe sığdırılamayan nice filmin aradan geçen yılların ardından “eskidiğini” de fark ederim ancak bu tür yapımları, döneminin şartları ve kendinden önce çekilen filmlere kıyasla ortaya koyduğu farkları ve ilerleyen yıllarda hangi filmlerin önünü açtığı üzerinde kafa yorarak seyretmeye ve değerlendirmeye çalışırım.

Film olan Mephisto’yu, kitabını bitirdikten hemen sonra izledim. Filme başlarken, yukarıdaki paragrafta aktarmaya çalıştığım düşüncelerim çerçevesinde seyretmeyi planladım ve kitaba olan sadakati üzerinden değerlendirmeyi düşündüm.

Filmi izledikten sonraysa, olumsuz beklentime rağmen, gerçekten iyi bir uyarlama seyrettiğimi kabul etmek zorunda kaldım. Üstelik István Szabó’nun yönettiği film, kırk yıla yakın bir zamandan sonra bile eskimemişti.

Szabó, birkaç değişiklik tercihini bir kenara koyarsak, iki buçuk saate yakın bir sürede kitabın tamamına yakınını oldukça sadık bir şekilde beyaz perdeye aktarmayı başarmış.

Kitap olan Mephisto, 1936 yılında geçen bir gecede başlar ve Prolog adı verilen bu bölümde, roman boyunca tanıyacağımız karakterlerin çoğu ile tanışırız. Aralarındaki, kimi zaman gerilimli kimi zaman da mizahi ilişkiler bize ilerleyen sayfalarda olacakların habercisi olarak sunulur ve kitap, sonraki bölümde geriye doğru bir sıçrama yapar ve devamında kronolojik bir çizgide ilerler.

Szabó, filminde bu prolog bölümünde anlatılanları olması gereken zamanda göstermeyi tercih etmiş. Yani, Hendrik Höfgenile kariyerinin başında bir oyuncuyken tanışırız ve onun maddi anlamda yücelirken, insani anlamda alçaldığı yaşamını adım adım takip ederiz.

Szabó, Höfgen’in siyahi sevgilisi Juliette ile aralarındaki sado-mazo ilişkiyi de filmde biraz daha yumuşatır. Bu iki belirgin tercihin dışında, film olan Mephisto, kitap olan Mephisto ile büyük oranda paralel bir içeriğe sahiptir.

Film olan Mephisto’yu, iyi bir sanat eseri yapan şey, kuşkusuz ki kitaba olan sadakati değil. Her iyi uyarlama gibi, kitaptan yola çıkarak, biçim ve içerik olarak kendine özgü tarafları sayesinde ayakta durabilen özgün bir yapıt olabilmesi.

Film dilinin anahtarlarından olan, planların ve sekansların kullanımı, kamera açılarının ve ışığın kullanımına dair tercihler son derece iyi oyunculuklarla ve sağlam diyaloglarla desteklenmiş.

Kariyerinin başındaki Hendrik Höfgen’in, toplumcu tiyatro yapma iddiası ile yürüttüğü provalarda zaman zaman Hitler’in karikatürüne dönüşmesi başlı başına çok iyi bir fikirken bu dönüşümü müthiş bir incelikle canlandırabilen Klaus Maria Brandauer’in başarısı da takdire şayan.

 

Filmin Künyesi:

Yönetmen:István Szabó

Senaryo:Péter Dobai, István Szabó, Klaus Mann

Ülke: Batı Almanya, Macaristan, Avusturya

Süre: 144’

IMBD:https://www.imdb.com/title/tt0082736/ 

104.) Alışveriş Sepeti:

Ercan Kesal; Cenap Şahabeddin’in“Tıbbiyeden her şey çıkar, arada bir doktor da çıkar.” Sözünü doğrulayan insanlardan.

Kesal; doktorluğun yanında, senaristlik, yapımcılık, yönetmenlik, oyunculuk, kısmen müzisyenlik, dergi yöneticiliği ve yazarlık gibi alanlarda kalburüstü işlere imza atan bir isim.

Yazarlık kariyerine baktığımızda, Peri Gazozu ve Cin Aynası gibi iki çok önemli kitap görürüz. Kesal’ın hangi kitabını okusam diyenlere hiç şüphe etmeden önce Peri Gazozu’nu sonra da Cin Aynası’nı gözüm kapalı öneririm.

Sinemaya ilgi duyanlar için de Evvel Zaman ve Kendi Işığında Yanan Adam kitaplarını önereceğim.

Nasipse Adayız ise Kesal’ın kendi tecrübelerinden yola çıkarak yazdığı romanı. Kitabı, büyük bir beklentiyle alıp bir o kadar da büyük bir hayal kırıklığı ile bitirdiğimi hatırlıyorum.

Ercan Kesal’ın Enis Rıza ile ortak kitapları, Zamanın İzinde; verdiği söyleşilerden derlenen Aslında… Behnan Shabbir’in resimlediği Bozkırda Bir Gece Yarısı isimli kitapları ise okumadığım için değerlendiremiyorum.

Ekim 2019’da ilk baskısı yapılan Velhasıl, yaptığım ön okumalara göre, Peri Gazozu ve Cin Aynası ile akraba bir kitap. Sanıyorum, kimi yazılar çeşitli dergilerde yayımlanmış ve bu kitap için bir araya getirilmiş.

Kitap;“Edebiyat, Sinema, Yazmak” ve “Yaşayıp Giderken” adı verilen iki bölüme ayrılmış. Her bölüm on civarında yazı barındırıyor. Kitabın sonuna üç tane de mektup eklenmiş.

Kitabın ilk yazısı olan 501 Numaralı Oda’yı okudum ve beklediğim edebi lezzeti verdiğini görünce sepete ekledim.

 

 

Yazan Onur Uludoğan

1978 yılının sıcak bir yaz gününde dalga seslerinin duyulabildiği bir hastanede dünyaya geldiği rivayet olunur.

Bir türlü ehliyet sınavını geçemediği için korsan taksi şoförlüğü, değişen telif yasaları sayesinde korsan CD satıcılığı, Allah vergisi sesi nedeniyle pavyon şarkıcılığı, pasifist düşünce yapısını bahane ederek bar fedailiği, pimpirikli kişiliği yüzünden de torbacılık gibi alanlardaki kariyer fırsatlarını yeterince değerlendiremedi.

İki yıl okurum diyerek başladığı üniversite yaşamını on üç yıl sonra bitirebilmesi belki de kayda değer tek başarısıdır.

onuruludogan@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Siyah Kuğu Beyaz Yara ya da Sanatçının İç Doğası

Dünya’daki Oksijen Seviyesi 2 Katına Çıksaydı Hayatımzıda Neler Değişirdi? (Video)