in

Siyah Kuğu Beyaz Yara ya da Sanatçının İç Doğası

Her gün yeni bir deri ile doğmak kaba kumaşların üzerine… Sanatçı budur…

Her sabahki yedi elli vapurunun,  çarşaf gibi dümdüz bahar denizinin canını acıttığını düşünerek gitmektir işe…  Işıl ışıl parlak denizi canlıymış gibi, yeryüzünün kanıymış gibi görmek ve bu görme biçimini kime anlatacağını, neyle anlatacağını bilememektir…

Duvar kâğıdındaki minicik bir lekede kaybolmak…

Açılmış koca bir göz, her şeyin saldırdığı, kanattığı mutlu ettiği, açılmış koca bir göz bir yara gibi… Sanatçı olmak budur… Terle karışan gözyaşını ayıklamak, iş yeri tebessümleriyle kalınlaşmış, kartonlaşmış gülüşleri ayıklamak, yürekten gelen, kasımpatıları gibi patır patır açan göbeğine kadar… Doğal gülmelerden…

Bir zar eksik doğmaktır sanatçı olmak… Bir kat zar eksik… Açık yara uçları gibi, her şeyi iki üç kat algılamaya mahkûm…

Şiir, resim, müzik, bale, sinema, fotoğraf…  Her şeyden önce yarasıdır sanatçının… Eksik zarlarını içinde yara yara biriktirir; yarasını döker, tepelenen yara kabuklarının üstünde yükselir sanatçı… İronik bir şekilde buna ün denir, başarı denir… Bu en büyük çelişkisidir sanatçının… Bu yüzden tebrikleri, başarı temennilerini anlayamaz gerçek sanatçı… Şaşkın bir çocuk gibi bakar… Çünkü sanatı bir anlamda içinin dışa dönmesidir, prolapsustur ve bu çok acıtıcıdır… Yaralarından prim yapmaya çalışan bu anlamda pek de ahlaki bir tutum içinde değildir. Siyah Kuğu filmindeki karakter sanatla örtüşmüş yaşantının örneğidir… O ancak kendi doğasını bilebilir. Beyaz Kuğu’nun, iyiliğin doğasını… Kötü olanı oynamaya çalıştığında ölen yalnızca sahnedeki Beyaz Kuğu değildir. Oynayan sanatçının kendisidir de…

Herkesin hüznünü neşesini bilmek, ama gene de kendi hüznünü ve mutluluğunu her gün aralamaya mahkûm olmaktır… Sisiphos’un Kayası’nın altında kalmak kimi gün, kimi günse o kayayı bir nefesle indirip çıkarmaktır…

Siyah Kuğu, sanatçının yalnızlığın hâkim olduğu içsel doğasını ve buradaki karmaşayı en iyi anlatan filmlerden biri… Gördüğü bütün güzelliklerin cezasını, içindeki iyiliğin cezasını, mükemmelliğin cezasını, ruhunu alt üst eden gerilimlerle ödeyen karakter… Su gibi görüyoruz, beyaz kuğu kadar şeffaf… Kötülükten bu kadar arındırılmış ruh, yaşamın doğallığını unutmuş bir ruh, kendi doğasını, herkesin doğasını araştırmaya kalkarken bozabiliyor…Müzik kutusu, oyuncaklar bu meleksi yaşantının argümanları… İzole yaşantının… Kötülüğü algılayamamanın cezası iyiliği düşürüp kırmaktır… Melek kanatları ile dolaşırken, kendinden başkasını algılayamamanın cezasını yine kendi kanatlarına basarak yaşıyor…

Gözü kendi mükemmelliğinden başka bir şey algılamayan, yaydan çıkmış bir ok… Yalnızca kendi mükemmel finaline doğru düzünü aşıp gitmek isteyen… Bu sırada yaralanabilen, hatta ölebilen ama tüm bunları önemsemeyen… Nasıl da marazi bir itki…

Film çok güçlü bir şeyi sorgulatıyor:  Acaba sanatçı olarak ne isteriz? Kendi mükemmelliğimizin törenselliğinde kaybolmak gibi ikincil bir iyilik hali mi bizi mutlu eden, yoksa gerçek, samimi duygularla kendimiz olabilmek mi?

 

 

 

 

Yazan Tersla

4 Yorum

Cevap Yazın
  1. Bir zar eksik doğmaktır sanatçı olmak… Bir kat zar eksik… Açık yara uçları gibi, her şeyi iki üç kat algılamaya mahkûm… Muhteşem bir ifade! Kalbinize ve kaleminize sağlık.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Tolstoy’un Ölümü

Pis Okurun Notları (97-104)