in

Haluk Levent, Olası Bir Nükleer Savaşı Engelleyebilecek Mi?

 

Üçüncü binyıla girerken estirilen iyimserlik rüzgarları, çok geçmeden ikiz kulelerin yıkıntılarından kalkan toz bulutlarının arasında kaybolup gitmişti. Irak, Afganistan, Suriye, Libya, Yemen derken, küresel savaş makineleri arasındaki çatışmalar Avrupa kıtasına sıçradı. Savaşın dehşetini televizyonlardan izlemeye alışık olan batılılar için amazon ya da aliexpress’ten radyasyona karşı koruyucu tulumlar ve gaz maskeleri sipariş etme, sığınaklara bakım yapma ve yiyecek stoklama zamanı.

Nükleer bir savaşın patlamayacağına dair naif umutlar, “dev güçler bunu birbirlerine dolayısıyla bize yapamazlar” gibi çocukça bir hezeyandan besleniyor. Siyasal, ekonomik ve dolayısıyla askeri gücün birkaç büyük küresel aktörün elinde merkezileşmesinin her seferinde yeni bir emperyalist paylaşım savaşını doğurmasının kaçınılmaz olduğunu anlamak istemeyenler; bu çıkar çatışmalarının yıkıcı bir deliliği tetiklenmesinin an meselesi olduğunu da haliyle kabullenemiyorlar.

Mezarlıklarda ıslık çalarak savaşın yatışmasını bekleyenler, nükleer bombalar Berlin’i, Paris’i, Londra’yı, New York’u, Moskova’yı, Pekin’i belki kim bilir İstanbul’u Ankara’yı jöleye çevirirken, savaş jetlerinin konvansiyonel bombardımanlarını özleyecekler, tabi özlemek için birkaç dakikaları daha kalırsa.

Marx’ın Hegel’e nazire yaparak, tarihsel olayların yinelenmesinin ilkinde trajedi, ikincisinde komedi formunda cereyan edeceğini öngörülü bir şekilde belirtişinin tüm izleri savaşa dair tüm yorumlarda sürülebiliyor. Sosyal medya bu ucuz komediyi gözlemlemek ve türümüzün aptallığının sınır tanımazlığına şahitlik etmek için oldukça zengin fırsatlar sunuyor.

“Masum” insanların ölümü, doğanın tahribatı ya da medeniyet simgesi şehirlerin zarar görmesi trajikleştirilerek cılız bir savaş karşıtı retoriği beslese de, yine bu retorik internetin karanlık dehlizlerinde sarkastik memlere dönüştürülerek değersizleştiriliyor ve nihilist bir umarsızlığın yayılmasına vesile olacak şekilde kahkahalara meze yapılmak üzere dolaşıma sokuluyor. Şimdi ve burada değilse, gerçek, dijital bir sanrı, simülatif bir şaka olarak algılanıyor.

Yine de haklarını yemeyelim, insanlığın tümü savaşa karşı bu kadar duyarsız değil! Dünya ve dolayısıyla ülkemiz kamuoyu ikiye bölünmüş durumda, “NATO emperyalizmine savaş açan” Putin’in ateşli hayranları ve “insanlığın kurtarıcısı”, “demokrasi ve insan hakları havarisi” batı savunucuları arasında, herhangi bir zeka ve işe yarar bir yorum içermeyen aptalca bir bilgibozum savaşı sürüyor.

Tank, top, savaş jetleri sayılarını ekrana yansıtıp, salyalar saça saça savaşın taraflarını kıyaslayan zevzek uzmanlar, savaşın küresel borsalara olası etkisini tartışıp duran leşçiler, Müslümanlar ölürken neredeydinizciler, Zelensky zaten batının ajanıcılar, Bayraktar’ın vurduğu Rus hedefleriyle orgazm olan yoksulların dile dökülen “milli” histerileri en berbat kakafoniden daha berbat bir uğultu yaratırken, savaştan kendi paylarına Ukraynalı kadınların düşeceğini uman ve bunu da hiç utanıp sıkılmadan sosyal medyada dillendiren tecavüzcü erkekliğin pespaye yansımaları… Dünya denen bu rezil pavyonun uyuşmuş ve rezil müdavimleri fazlasıyla mide bulandırıyor.

Savaş zamanlarında, insanlığın gözüne far tutulmuş tavşan gibi donup kalmasının ardında; kapitalistlerin, diktatörlerin, oligarkların, kralların, padişahların, savaş baronlarının, hangi kılığa girmiş, hangi biçimde tarih sahnesine çıkmış olursa olsun, o bir avuç sömürücü asalağın ulusal ya da küresel çapta çıkarlarını korumak ve veya artırmak için beslediği, adına devlet denen, ordu ve polis aygıtlarıyla şiddeti tekeline almış, korkunç ve meşruluğu sorgulanamayan kan dökücü canavara duyulan tapınç yatıyor. Yine de gözü doymak bilmez, saldırganlığı sınır tanımaz ve savaşlardan semirerek çıkan bu asalak haydutları suçlayarak insanlığın geri kalanını aklamak mümkün mü diye sormadan edemiyorum.

Putin’in günden güne pervasızlaşan devasa savaş aygıtını kim işletiyor? Ortadoğu’yu, Afrika’yı ya da Güney Asya’yı kan banyosuna çeviren ABD ve batılı müttefikleri kimin rızası ve katılımıyla bunu gerçekleştiriyor? Devlet şeklinde örgütlenmiş bu kan içiciler, kime ve neye rağmen devasa ölçeklerde kaynağı kitlesel bir yok oluşun önünü açacak bir şekilde silahlanmaya ayırabiliyor ve dünya kamuoyunun gıkı çıkmıyor? Marx’ı mezarında ters döndürecek şekilde dünyanın en büyük ve en despotik kapitalist ekonomisi olan Çin ekonomisini, nasıl oluyor da adında komünist kelimesi olan bir parti yönetebiliyor? Gerçekleri artık ters yüz etmeye bile gerek duymuyorlar. Gerçeğe artık ihtiyaç duyulmuyor.

Her olası savaş için etkileyici barışçıl manifestolar yazılması, savaş sonralarında dünya literatürüne savaş karşıtı başyapıtlar armağan edilmesi, savaşın dünya kamuoyunun vicdanında mahkum edilmesi falan hiçbir işe yaramıyor. Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Birileri çıkıp sırıta sırıta nükleer silahların düğmesine basmakla, dünyayı yok etmekle tüm insanlığı tehdit edebiliyor. Bu koşullarda Kim Yong-Un, Putin ya da ABD savaş makinesini yönetenlerin dünyayı nükleer bir felakete sürüklemeyeceğinden kim, nasıl emin olabilir? Kim onların gözünde kendini bir hamam böceğinden daha değerli hissedebilir? Siyasal ve askeri erk her seferinde nasıl oluyor da bir grup azınlığın elinde devasa savaşlara yol açabilecek şekilde toplanabiliyor? Ve hiç bir şekilde çıkarımıza ve iyiliğimize olmayan bu savaşların bir parçası olmaya eninde sonunda nasıl ikna edilebiliyoruz?

Sebebi basit: Tam da bu korkular ve paranoyalarla büyülenen ve düşünme yetisi felç edilen insanlık, savaşın şu ya da bu tarafında olmaktan başka bir şansı olmadığına inanmaya başlıyor. Testosteron seviyesi, milliyetçilikle, dinle, kimi ahlaki ya da kültürel motiflerle tavan yaptırılan eril sürü; kanla, sidikle, bokla, kopmuş uzuvlarla ve şarapnellerle dolacak siperlere akın etmek için gün sayar hale getiriliyor. Şanslılarsa kolsuz bacaksız dönecekleri cephelere gönderilirlerken, dolar milyarderlerinin çıkarları için birbirlerini boğazlamaya can atıyor ve kan kokusunun peşinde cinnete sürükleniyorlar. Ne bayat hikaye!

Yine de ümitsiz olmamak lazım, insanlık kurtarıcı beklemeye alışık, kurtarılmaya muhtaçtır. Ne dersiniz, belki de Haluk Levent savaşın tarafları arasına girip bu işin de kazasız belasız çözülmesini sağlayabilir. Hem maymun bulvarlarını, radyoaktif mantarsı bulutlardan başka ne koruyabilir ki?

(Meraklısına Not: Nükleer bir saldırı alarmının neye benzediğini merak edenler aşağıdaki ses kaydını dinleyebilir. Kabus dolu uykulardan bu sevimli ninniyle uyanacağız.)

Yazan Hidayet Marsilya

Dünyayı gezmek istediğim zamanlarda Google Earth imdadıma yetişir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Pis Okurun Notları (201–207 )

Boşluk