in , , ,

Slavoj Žižek: Bugün yaşamakta olduğumuz kaos, daha güzel günler için gereken değişime öncülük edebilecek mi?

Sizi ağırlamaktan dolayı cok mutluyuz, Slavoj Zizek. İnsanlar sizi tanımlayıp isimler takmaktan büyük haz alıyor; şöhretli filozof, batının tehlikeli filozofu ya da ne anlama geldiğini bilmediğim ama beni eğlendiren şu ‘kültürel teorinin Elvis’i’ gibi isimler. Bunca yıldır size verilen bütün bu isimlerden en çok hoşunuza giden hangisi acaba?

Batı’nın en tehlikeli filozofu denmesini tercih ederim, eleştirmen anlamında kullanılmış olmasına rağmen. Elvis denmesi ise aptalca. İnsanların beni ciddiye almaması için gerekçe oluşturuyor. ‘Ah, işte bazı şakalar yapacak ama daha fazlasını ondan beklemeyin.’ gibi bir etkisi oluyor. Hayır, temel fikirlerim oldukça ciddi. Peki, bu ciddi düşüncelere mizahi bir şaşırtmaca eklemeyi neden bu kadar seviyorum? Biz oldukça tehlikeli zamanlardan geçiyoruz, olaylar gerçekten trajik ve büyük bir umutsuzluk yaratıyor. Böyle durumlarda ancak mizah bir işe yarar. Yahudi arkadaşlarımdan Auschwitz’de bir dolu Yahudi esprisi üretildiğini öğrenmiştim. Demek istediğim şu; işler dayanılmayacak kadar trajik bir hal aldığında, her şey vakur kalarak olanları ciddiye almaya devam edemeyecek kadar korkunçlaşır. Mizah, o noktada hayatta kalabilmek için ihtiyacımız olan şeydir.

Size bakınca genç bir erkek çocuğu görüyorum. Alışkın olduğumuz şekilde bu neden böyle, bu neden öyle oluyor gibi sorular soran bir çocuk değil ama bunu tersine çevirerek insanlara sorunların cevabını veren bir oğlan çocuğu. Genç bir filozof olarak, sizi tüm bu bilgi, fikir ve dünyamızı açıklama meselesinin içine çeken şey nedir?

Bu çok hoş bir soru. Benim işim bunun tam tersini yapmak aslında. Peşine düştüğüm şey yanıtlar değil. Okumalar yapıyorum, olayları gözlemliyorum ve sonra bir anda bir kıvılcım çakıyor. Zihnimin içinde bazı yanıtlara ulaşıyorum ve sonra kelimenin gerçek anlamıyla bunun hangi sorunun yanıtı olduğunu düşünmeye başlıyorum.

Bugün hepimize olan şey de bu aslında. Bize sürekli olarak yanıtlar veriliyor. Krizler, probleme verilen yanıttır, sadece birer soru değildir. Asıl zor olan şey, doğru soruyu sormaktır. Bugün eleştirel düşünce ve felsefenin görevi de budur. Yanıtları vermek çok fazla şey ifade etmez, örneğin ekolojik iklim krizi hakkında ben bir filozof olarak ne söyleyebilirim ki? Bu, konunun uzmanlarının alanı. Benim yapabileceğim şey bu konuya nasıl yaklaşmamız gerektiğini sorgulamaktır. Bu meseleye yaklaşımımızda herhangi bir ideolojik tehdit ya da aldatmaca var mı? Örneğin, ırkçılığı ele alalım. Son zamanlarda ırkçılığı, hoşgörü başlığına indirgeme eğilimi gösteriyoruz. Başkalarına karşı hoşgörülü olmalıyız gibi şeyler söylüyoruz, değil mi? Halbuki hayır, ırkçılığın gerçek sorunu bu değildir. Martin Luther King bir kez bile hoşgörü kelimesini ağzına almamıştır. Gördüğünüz gibi, şayet ırkçılığı bir çeşit hoşgörü sorunu olarak tanımlarsak, onu özgür seçimlerden söz eden son dönem liberal takıntının bakış açısıyla algılamış oluruz. Yapabileceğim işte tam da bu, yanıtlar vermek yerine size doğru soruları sormak.

Geçtiğimiz aralık ayında yayınlanan son kitabınız ‘Kaos İçindeki Cennet’ hakkında konuşalım. Kitap son derece güncel meselelere dokunarak dünyamızı çözümleyen yazılardan oluşuyor. Peki siz nasıl görüyorsunuz kitabı? Kimler için yazıldı?

Bu kitapta geliştirmek istediğim anahtar bakış açısı zaten başlıkta kendini ifade ediyor. Dünyamız kaos içindeyken bile Marksizm perspektifinden bakıldığında cennet, belli bir düzen içindedir. Teolojik manadaki cenneti değil, daha basit, genel bir dünya durumunu kastediyorum. Marksistler, kriz durumunda bile tarihin daha aydınlık günlere doğru akmaya devam ettiğini ve bizlerin yapması gerekenin de bu tarihsel gerçekliğe uygun davranmak olduğunu savunurlar. Fakat, bence karışıklık bugün çok daha tehlikeli bir durumda. Cennetin kendisi bile kaos içinde. Müşterek iletişim için çok daha az alan kaldı. Ortak değer, adet ve yaklaşımları artık paylaşmıyoruz. Bu özellikle kendini demokratik olarak algılayan topluluklar için çok büyük bir önem taşıyor, bana göre. Demokrasi sadece farklılıklar ile ilgili değildir. Demokrasi aynı zamanda hepimizin bazı ortak temel değer ve prensipler üzerinde mutabık olması anlamına gelir ki böylece aynı yerde yan yana var olabilelim. Peki şimdilerde ne oluyor? Sadece Avrupa değil, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde kaos içinde cennet yaşanıyor. Trump yönetimindeki Cumhuriyetçiler, Demokratların çoğunluğundan çok daha farklı bir lisan kullanıyor. Ortada bir dialog falan yok. Bu sadece gelişmiş batıda olan bir şey de değil, artık dünyanın her köşesinde ve her geçen gün artarak yaşanan bir gerçeklik. Burada parçalara ayrılan şey ne biliyor musunuz? Kısaca yanıtlayayım size. Yavaşça parçalara ayrılan şey, biz filozofların geleneklerin büyük düzeni dediği yazılı olmayan kurallar. Biliyorsunuz ki kurallar hiçbir zaman sadece kuraldan ibaret olmamıştır. Belli bir sosyal gruba ait olmak için uymak zorunda olduğunuz kurallardan oluşan her türlü ağ, kuralları nasıl uygulayacağınızı anlatan daha derin kuralları içerir. Bu her zaman beni büyülemiştir. Örneğin, muhtemelen doğru değil ama diyelim ki ben sizden daha zengin birisiyim ve sizi akşam yemeğine davet ediyorum. Hesabı benim ödeyeceğim bilinse de hesap geldiğinde sizden ‘Hayır, ben ödeyeceğim ya da hesabı paylaşalım.’ demeniz beklenir. Bakıldığında bu içi boş bir jesttir aslında, çünkü sonunda hesabı gerçekten de ben öderim. Politika da aynı şekilde işler. Reddedilmek üzere bir teklif sunarsınız ya da ısrarla bir şeyler talep edersiniz ama aslında bu içi boş bir tavırdır.

Kaos, sivil huzursuzluk gibi istisnai durumların kalıcı olduğu bir toplumda yaşamıyor muyuz zaten? Devamlı olarak bu rahatsız edici gölgelerin altında yaşamayı çoktan normalleştirmedik mi sizce?

Bu çok doğru bir soru. Evet, mücbir durumun kalıcı halini yaşıyoruz. Bu manada pandeminin pek de yeni bir şey olduğunu düşünmüyorum. Fakat bence sistem çoktan buna tepki vermenin bir yolunu buldu. Eyleme geçmek için yapılan ama kendi içinde ciddiye alınma maksadı taşımayan çağrılar yapıyoruz. Herhalde pek çoğumuz ‘Don’t Look Up’ isimli filmi izlemişizdir. Bence oldukça iyi bir film, çünkü yukarı bakıp olanlara karşı çıkan insanların yaptığı şey bile günün sonunda içi boş bir temaşadan fazlası değil. Bir şeylerin gerçek manada değişmeyeceğini onlar da biliyor. Aynı şey küresel ısınma ile mücadele etmek için birkaç ay önce Glasgow’da düzenlenen toplantı için de söylenebilir. Bunların hepsi, gerçek bir şeyler yapmaya henüz hazır olmadığımız gerçeğini maskelemekten başka hiçbir işe yaramayan içi boş jestler. Çılgın bir dönemden geçiyoruz. Bu durumun paradoksal bir tarafı var. Bazı şeyler hakkında özellikle uzun uzun konuşuyoruz ki fark yaratacak gerçek şeyler yapmak zorunda kalmayalım.

Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşen 6 Ocak olayı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Capitol saldırısını, popülist bir kalkışma olarak nitelendirip ayıplamak çok kolay, ben de ayıplıyorum elbette ancak asla unutmamalıyız ki bütün bu sağ popülist hareket, demokratik liberal ana akımın başarısızlığına verilen tepkiden başka bir şey değildir. Yaklaşık on yıldır neler oluyor? Gelişmiş ülkelerde dahi yeni tür bir protesto biçimi oluştuğunu görüyoruz. On beş yıl önce protestolar çoğunlukla başarılamayan devrimi telafi etmeye dönüktü. Belarus ya da Rusya’da olanlara bakarak yorumlayabilirsiniz. Gelişmiş ülkeler gibi olmak istiyorlardı. Şimdilerde ise yeni tür protestolar yapılıyor. Aynı tatminsizliği çok gelişmiş liberal demokratik sistem ile ifade ediyorlar. İspanya’daki Podemos ya da Fransa’daki Sarı Yelekliler gibi örneklerde, gelişmiş liberal demokratik sisteme karşı duyulan tatminsizlik ve protestonun negatif enerjisi, çok partili demokrasinin mevcut formlarından birine tahvil edilemedi. Bu oldukça tehlikeli bir fenomendir. Öyle gözüküyor ki şayet demokrasinin varlığını sürdürmesini istiyorsak, onu yeniden icat etmek mecburiyetindeyiz. Bugün sahip olduğumuz demokrasi baskıcı olduğu için değil, bu yeni tür tatminsizliğin sesi olmayı beceremediği için mecburuz bunu yapmaya.

Büyük Resetleme ifadesi ile neyi kastediyorsunuz? Toplumsal ve küresel ekonomi nazarında bakacak olursak sizce bizler buna hazır mıyız?

Büyük resetleme, zaten şu anda halihazırda gerçekleşiyor. Bazı aptal solcular hala neo-liberalizme saldırıyor. Affedersiniz ama bizim şimdilerde tanık olduğumuz şey, önceki liberal kapitalizmden oldukça farklı olan yeni bir kapitalizm türü. Belki de artık ona kapitalizm bile dememeliyiz. Tekno-feodalizm olarak isimlendirenler var. Elon Musk, Bill Gates, Jeff Bezos gibi günümüzün büyük figürleri eski moda kapitalistlerden çok, feodal efendilerin yeni sürümü olarak anılmaya daha yakınlar. Belli bir bölgeyi kontrolleri altında tutup insanlardan bir çeşit kira topluyorlar. Bana göre sorun tam da burada yatıyor. İçinde yaşadığımız toplum bir açmaza girdi ve bunu radikal bir şekilde değiştirmeliyiz gibi bir resetlemeden söz etmiyorum burada. Sorun şu ki büyük değişim dediğimiz şey halihazırda yaşanıyor zaten, yeni toplumsal kontrol mekanizmaları vs, oldukça korkutucu bir yöne doğru ilerliyor. Bu benim ABD hakkında da eleştirel olarak ele aldığım bir konu. Çin gibi ülkelerde -ki bu ülkelere de radikal bir eleştirellikle yaklaşıyorum- en azından otoriter bir ülkede yaşadığınızı ve sürekli bir kontrol ve gözetim altında olduğunuzu bilirsiniz. ABD ya da bazı gelişmiş batı ülkelerinde hala kendinizi bir şekilde özgür hissediyorsunuz. Her zaman söylerim, en tehlikeli tutsaklık kendinizi hala özgür olarak addettiğiniz tutsaklıktır. Ne kadar sıkı bir şekilde manipüle edildiğinizi fark etmiyorsunuz bile. Bugünlerde olan şey tam olarak budur. Gerçek resetleme derken kastettiğim şey -ki burada provokatif bir şekilde kullanıyorum- o şeytani kelime yani komünizmdir, yeni tür bir komünizm. Resmi medyaya kulak vermeniz yeterli. Hepsi pandemiden nasıl kurtulacağımız, küresel ısınma ile nasıl mücadele edeceğimiz gibi konularda yapılması gerekenlerin son derece farkında. Bir şekilde toplumsallaşmaya, sağlık sistemine ve daha küresel bir iş birliğine ihtiyacımız olduğunu ve pazar ekonomisinin bu sorunları tek başına çözemeyeceğini çok iyi biliyorlar. Bir çeşit uluslararası koordinasyona ihtiyacımız olduğu açık. Benim için komünizm basitçe bu taleplerin gerçek manada karşılandığı düzeni sağlayacak şeydir. Ekonomi gerçekten bir şekilde toplumsallaştırılır. Kamusal politik yaşamımız değişir. Her iki-üç yılda seçim yapma şeklinde değil de uzun vadeli plan yapabilme becerisi şeklinde. Şu anda küresel ısınma ile gerçek manada savaşmalıyız. Karar vermemiz gereken tek şey bir sonraki seçimler değil. Bunun için gerçek bir şeyler yapmak, sonraki on yıllarda nasıl yaşayacağımıza dair kararlar almak. Gerçek anlamda büyük resetleme ancak böyle olurdu.

Tarihe bakacak olursak özellikle sıkıntılı zamanlarda insanlar sola yaklaşmıyor, onun yerine dünyanın pek çok yerinde görebileceğiniz gibi sağa kayıyor. İçinde bulunduğumuz koşullarda sola doğru bir hareket olduğunu size düşündürten şey nedir? Aşırı sağa geçişi engelleyecek ne gibi şeyler yapmalıyız?

Öncelikle şunu söylemeliyim ki sola doğru bir hareketin garanti olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Şu an olan şey, sizin de sözünü ettiğiniz bütün bu gerilemeler büyük kapitalin gelmekte olan krize verdiği basit reaksiyonlardır. Burada sevdiğim teorisyenlerden biri olan Walter Benjamin’in bir sözünü tekrar etmek isterim. ‘Her faşizm, başarısızlığa uğramış bir devrimin kanıtıdır.’ İlerlemeci potansiyellerin içinde bulunduğumuz durumların kendisinden doğacağı aşikar, örneğin küresel ısınmayı düşünün. Neler yapılmalı? Belki de sonraki on yıllarda milyonlarca insanın taşınmak zorunda kalacağının, yiyecek kıtlığı olacağının farkında mıyız?  Hayatta kalmamızın tek yolu çok daha toplumsallaştırılmış ve iş birliğine dayalı bir ekonomi. Eski model komünist merkezileştirilmiş planlama değil burada sözünü ettiğim, o bir felaket olur. Toplumu değiştiriyorlar, artık neo-liberal kapitalizmle uğraşmıyoruz. Öyleyse ne olacak? Paradoksal bir biçimde iyimser yaklaşıyorum bu meseleye çünkü ben bir kötümserim. Böyle diyerek ne kastediyorum? Kötümserim çünkü her şeyin daha iyiye gideceğinin garanti altında olduğunu düşünmüyorum. Muhtemelen işler iyiye gitmeyecek, tarih bu konuda bizim tarafımızda değil. Tarih bir felakete doğru ilerliyor. Biz ise harekete geçmek zorundayız. Söyleyebileceğim tek şey uyanma noktasına maalesef henüz ulaşmamış olduğumuz. Çok daha ciddi ekolojik krizler ve daha başka sosyal krizler yaşayacağız.

Dünyaya baktığınız yer kendinizi yalnız hissetmenize neden oluyor mu? Sizin dışınızda kimsenin meselelere böyle yaklaşmadığını gördüğünüzde oluşan duygularla nasıl başa çıkıyorsunuz? İşiniz üzerinizde nasıl bir etki bırakıyor?

Öncelikle yalnız olmaktan korkmuyorum. Hatta son birkaç yıldır kayıtsız kalmaktan keyif almayı öğrendiğimi söyleyebilirim. Belki böyle şeylere daha çok ihtiyacımız vardır. Marx, ünlü 11. Tez’inde ‘Filozoflar dünyayı çeşitli biçimlerde yorumladılar, şimdi biz bunu değiştirmek zorundayız.’ demişti. Belki de aslında yirminci yüzyılda dünyayı olması gerekenden çok daha fazla değiştirdik, şimdi artık onu daha fazla yorumlamamız gereken bir zamandayız. Her zaman verimli sonuçlar vermediği bariz olan düşünme biçimlerinden korkmayın. Bütün bu dehşete rağmen benim iyimserliğim, zaman zaman özgün mucizelerin gerçekleştiğini bilmemden kaynaklanıyor. Solun küçük ama dikkat çekici ilerlemelerini unutmamak gerekir. Bolivya, Şili ya da ABD’deki seçim sonuçları muazzam birer başarıdır. Ne de olsa meşru bir seçenek olarak üzerine konuşabildiğimiz bir demokratik sosyalizmden söz edebiliyoruz artık.

 

Bu yazı Slavoj Žižek’in The Stream isimli haber programında yaptığı konuşmadan derlenip Akıl Fikir Müessesesi için dilimize çevrilmiştir.

 

Yazan Juno

juno.afm@gmail.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Tebrikler Sevgilim!

Eski Sevgilimin Yeni Sevgilisi Merhaba