in

Gülüşler-1

Gülüşün bin yıldan uzun, gözlerimin önünde duran…

Başlıyoruz…

Değerli dostum Musab, kirli çamaşırlarını bu akşam da yıkamıyorum.Zira senin ki dert değil!

Kanımda,ayrılığın yüksek dozda ki mahvediciliği varken ne yazabilirdim? Ancak olan bitene birilerinin şahitlik etmesi gerekiyor. Ben de yazacaklarımı sonsuz bir suskunlukla dinleyecek olan bu sayfayı seçtim…

Kalbim birşeylerin yanlış gittiğinin farkında olacak ki varoluşuna tezat şekilde kan pompalamıyor.Beynim otoritesini yitirmiş olmalı. Ne komut ne de bir liderlik yapmıyor artık bana. Kaslarda her zaman laktik asit de birikmez ayrıca. Bende pas birikiyor mesela.

30 yılı aşkın süredir yaşıyorum ilginçtir. Küçümsenmeyecek uzunlukta bir ömür bence. Hazır gözümde katarakt çıkmadan yazayım da gelecek nesillerin umrunda olmayan bir eser bırakayım.

Yaşadığı herşeyden dersler çıkaran ben hepsinden büte kalmışım haberim yok. Ne s.k.me yaşıyorsun bu hayatı? Amacın ne? Ne istiyorsun?

Eylül ayının melankolisi midir bilmem bu ayrılık mevsimi beni de vurdu. Herşeyi bok ettiğimi saymazsak iyi gidiyordum aslında.

Herşey bir karşılaşma ile başlamıştı. İşlerin hay huyuna kapılmış giderken  kafamı kaldırdığımda göz göze geldiğim kadın, dünya üzerindeki her olumsuzluğa inat gülümsüyordu. Tam da bu cümleyle bir önceki arasında biraz durmama sebep olan gülüş. İşte bu gülüşler yaktı bizi hep.

Yaz aylarında insanın başına bela açan yazılım güncellemeleri vardır. Bunlardan  kalbe gelen kelebek güncellemesi bende işe yaramıyor.

Kendimi bildim bileli duygu-durum değişikliği yoğun olan biri değilim. Olaylar karşısında verdiğim tepkiler stabildir. Her zaman gereğinden fazla bilinçli biri oldum. Duygularımı içimde yaşarken dışarıdan “normal” görünmeye çalışmak hayatımın özetidir. Yaprak dökerken bir yanım, diğer yanım kahve içebilir.

Peki ya neydi gönülçelenimin bu başarısı? Güzel gülmek mi? Yanaklarındaki dipsiz gamzeler mi? Sanmam.

“Beni sevebilir misin diye meydan okuyan bir çift göz, sevmeye muktedir bir adama atılabilecek en güzel işveydi…”

Piyasadaki güzel sevme dalındaki boşluğu doldurabilecek yegane kalpse bende bulunurdu.

İşte o an, zihnimde çalan bir şarkıya hapsolmuştum…

Sevmek zamanı diyordu Oya-Bora.

 

Al aşkım beni yanına dalmışım sarhoşluğuna

Bir ömrü senle aşalım al uçur beni sonsuza

Kaybetmek varsa ne çıkar

Aşkta yer yok hiç korkuya

 

Öyle günler var ki baştan sonu gelmiş

Böyle istenmiş sen yaşamalısın

Ayrılık beter ölümden tanrı yazmasın

Aşkımı benden kimse ayırmasın

 

Biz dünyayı çok sevdik ölüm bizden uzak olsun

Aşık olduk yüreklendik kader bizden yana dursun

Hasretliği çektirme Tanrım gözümüz yollarda kalmasın

Ne istersen al götür ama sevda bize aşk bize kalsın

 

Al canım beni yanına sevgiye çoktan acıktım

Sen miydin kaderden yana işte ben de sana düştüm

Kaybetmek varsa ne çıkar aşkta yer yok hiç korkuya!

 

Kimse bilmez ne kadar iştahlı olduğumu, tok oturduğum sofralarda. Kalbimi aç bıraktım bu sefer. Yanında doyarım dedim ne de olsa. Sözler verdim kendime. Yeminler bozdum. Sevmeyeceksem sevilmeyeceğim dedim. Bir tarafta da ayağı çamura batmışlığın korkusu vardı, annem kızardı.

Öyle zor ki yeniden sevmek…

Sizi hayatta tutan şey nedir bilmem. Beni taze tutan hep umutlar oldu. Öyle ki hayalini kurduğum çoğu şey çöpe dönerken bile bir an olsun umut etmeyi bırakmadım. Biliyordum. Bir gün umutlarım beni yanına alacak ve hakettiğim gerçeklerle tanışacaktım.

İçimizdeki iflah olmaz-uslanmaz sesi bastıramayız. Ben o sesi herzaman dinlerim. Genelde kötü sonuçlara çıksa da sonradan iyiki dinlemişim derim. Sağlamasını yapmadan anlayamıyorum hiçbir şeyi. Bende böyleyim. Başkalarının tecrübeleri beni ilgilendirmiyor. Güzel hatalar yapmayı seviyorum. Ama bir kere! İkincisi zevk vermiyor zaten.

Çünkü doğru bir hayat sürmek zordur. Doğru kararlar almak da öyle. Doğrular için birileri gerekir. Birilerini tatmin etmek gerekir. Kalabalık ister. Nedenler gerekir. Ama yanlışlar öyle mi? Herkes kaçar.Yanlışlar ölümüne yalnızdır. Siyah pelerinli, dudakları nikotinli, saçı sakalı uzun, ayakları çıplak ve genelde sıska. Her biri bi’ tarafa saçılmış milyonlarca yanlış, evrenin karanlık köşelerinde soğuktan tir tir titrer. Onlar kıymetlidir. Yanlışların değeri de ölünce anlaşılır kesin. Ama en iyi ben bilirim!

Bazen bütün hataları ben yapayım diyorum. Size sadece doğrular kalsın. Biliyorum ki sıkılacaksınız o doğrulardan. Amme hizmeti benimkisi de işte.

İşte tüm bu kaos damarlarıma işlemişken, bir adımcık olsun doğru yoldan gitmek,iyi birşey yapmak istiyordum. Yanlışları yaptık bitti mi? Hayır. Ama yetti.

Şimdi sen bana bakarsında, ben bu meydan okumaya karşılık vermez miyim? Çıplak ayaklarımla yağmurlu bir gecede sana doğru gelmez miyim? Kaç soluk kaldı vuslata bilmez miyim? Önemsemeden. Durmadan. Düşünmeden. Koştum.

Sever adım geldim yanına. Tedavi edilmeyi bekleyen bir güvercindi tüm benliğim. Uçamadığımı kimseye söylemedim. Öyle ya kanadın kırıksa uçamazsın. Ama sen bir kuşsun uçmadan da duramazsın!?

Yeniden uçabilmeyi öğrendim seninle. Yeniden sevebilmeyi…

Büyükada şahit. Cunda şahit. Vapurdaki gam yükü şahit. Sevgilisi üşümesin diye hırkasını veren adam şahit. Dondurmacı abla şahit. Bir türlü yağmayı beceremeyen bulutlar şahit.

İlk gecemizi hatırlıyorum. Nasıl da heyecanlıydık. Beyaz evin balkonundan dünyaya bakıyorduk. Şaraba da sana da doyamamıştım. Sarhoş olamıyordum zira böyle incelikli bir kadını bilinçli sevmeliydim. Sigaramı içerken rahatsız olma diye olabildiğince uzağa üflerdim dumanı ve ilk öpüşümde titreyen dudağını hatırlıyorum, gerisi sonsuz bir gecenin sabahı.

O kadar ustalıkla sevdin ki, ne sevsem olmayacaktı zaten.

 

 

 

Yazan Praxis

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Otuz Beşlik Rakı

Rossellini, Stromboli