Sorun Değil
Günlük koşuşturmalarımızda yaşadığımız aksaklıklarından sonra savurduğumuz bir söz öbeği. Misafirliğe gittiğiniz evde kırdığınız bardaktan dolayı yaşadığınız mahçubiyetin ardından size ev sahibi tarafından telkin edilerek söylenir mesela. Ya da yanlışlıkla arkadaşınızın üstüne bir şey döktüğünüzde. Hiç tanımadığınız insanlar için bile kullanırsınız. İçmek istediğiniz kahveyi yanlış hazırlayan belki de yüzünü bir daha hiç görmeyeceğiniz birisi için bile kullanabilirsiniz. ‘’Sorun değil bu sefer de böyle içeriz’’ diyerek hayatınızın aksamasına sebep olmayacak bir hatayı görmezden gelerek.
‘’Üzgünüm sana böyle hissettirdiğim için’’ (20:03)
Bu mesaja verilebilecek tonlarca cevap, hala şiddetli yağdığında şaşırdığımız yağmurlar gibi yağdı aklıma. Bir cevap vermem gerekiyordu benim sana, üzerime yağan cevaplarsa tutulamayacak kadar hırçın, kederli ve hızlıydı. Bazıları daha havadayken dağılıyordu, bazıları bir engele takıldığında, bazılarıysa gökden tüm enerjisiyle yere çarparak. Hep dağılıyordu işte benim gibi. Böyle yapay bir özrün karşılığı değil midir küfretmek? Ağzından çıkan her kelimeye farklı anlamlar yüklediğiniz insanın, yapma çiçekler kadar bile güzel olamayacak sahte özrü ne anlama gelir sahi?
Öylece duruyordum istanbul’un bir köşesinde karanlık bir yolda. Eve giden yollar sanki kıtalar arası bir güzergah gibiydi. Kulağımda kederime ortak olacağını düşündüğüm şarkılarla yürümeye karar verdim. Zaten sadece eve gitmeyi istemek yetmiyordu varmak için. Hareket etmek ve sabır gerektirirdi, bir de doğru otobüse binmeyi. Hayatta gerçekleştirdiğimiz en küçük eylemlerler için bile birden fazla olgunun, birden fazla duygunun olması gerekiyordu. Sevmek yetmiyordu mesela bazılarına. Yanında emek, özveri, minnet, affetmek ve en önemlisi inanmak olmalıydı.
Oysa güzel bir gelecek için çok başka şeylere ihtiyaç duyuyordu bazı insanlar ve bunu ‘’sevmek yetmiyor’’ düşüncesinin arkasına saklanarak söylüyorlardı. Neden içi boşaltılıyordu sevmenin? Yetinebilmek neden başka insalara verilmiş bir ayrıcalık gibiydi. Oysa yetinebilenler de biliyordu sevmenin tek başına yetmeyeceğini. Ama en azından çoğu şey için güçlü bir istinat duvarıydı sevmek. Peki ya sevgisi bitenleri nereye koyuyoruz bu denklemde? Kayan toprağın altında kalan geçmişe mi, yoksa kurtarılmayı bekleyen yaşama ümidine mi? Her şeyi senin yüzünde bir gülümse görmek için yapan beni nereye koyuyorduk bu denklemde? Zira bazı eşitliklerde denklemin her iki tarafı birbirine eşit olmayabilir.
Yine bugün senin sevdiğin gibiydim. Bana aldığın ayakkabıları giyip, beyazları her geçen gün daha da artan,uzun ve çok dökülen saçlarımı senin sevdiğin gibi topladım. Senin öğrettiğin gibi yürüdüm o yollardan. Senin karşıdan karşıya geçtiğin yerden geçtim caddenin diğer tarafına. Senin sevdiğin birayı aldım oysa ki bıraksan ben tercihimi başka bir markadan yana kullanırdım. Zor bulunduğu için market market dolaşır on paket alırdım ya sigarandan. Bugün de öyle yaptım. Aynı senin gibi. Sana gelir gibi geliyordum işte.
Belki de sorunum buydu. Her şeyi senin istediğin gibi yapmamalıydım. Her şey istediğin gibi olunca daha çok mutlu olursun tezi, bu hayatta en ağır yanlışlanmış tezdi benim için. Oysa kimse için kılını kıpırdatmayan bir adamın bu çabası takdire şayan değil midir? Değildir! Sürekli kendisi için yaşayan, gösterilen tüm ilgiye kayıtsız kalan ve hep doğru zamanda yanlış işler yapmış birisi için takdire şayan değildir! Şimdi ise yanlış zamanda doğru şeyleri yapan birisi için yine aynı formül çalışmakta. İki doğruyu yanyana getireceğim günlere olan inancım tam olsa da bunun zor bir yol olduğunun farkındaydım. İşte tam da yüzden bu gece bazı şeyleri senin için yapmadım.
Sokağından geçmedim mesela. Mesafelere yenildiğimiz zamanlara inat bir kaç sokak farkıyla oturduğumuz bu yerde, hayatımda çizdiğim en büyük yayı çizerek gittim kendi evime. Apartmanının ismindeki o tezatlığı sende görmek istemedim belki de. Sevencan apartmanı! Görmedim kapını. Görmedim gözleri iltihaplandığı için üzüldüğün kedileri. Hayat bu ya bazen benden önce geçtiğin, o sen kokan küçük merdivenlerden inmedim.
Birayı senin sevdiğin gibi içmedim mesela. Çünkü bardağa doldurduğumda köpüklenen biranın köpüğünü içirebileceğim kimse olmayacak artık. Oysa çok severdim bardağı bana uzatıp köpüklerini içmem için baktığın anları. Bunu yaptığım zamanki memnuniyetinin belgesi olan gülüşünü.
Bu gece yaptığım son şey ise para bozdurmamak oldu. Oysa ben sana gelirken kapında duran kumbaraya atmak için tüm paralarını bozdurmuş adamdım. Anlaşılmaz bir rutin olmasından dolayı değildi bu hareketim. Daha kapı açılmadan duyduğun para sesinde içerden bana seslenmen içindi. Kapıya sevinçle koşarak geldiğini duymak içindi. En nihayetinde benim sana gelişimin habercisiydi bu ses. Ve sen yakın tarihe kadar paranın çıkardığı o sesin ardından kapıyı sevinçle açardın bana. Bazen ne kadar attığıma bakar, bazen de benden biriktiridiğin paraları nasıl harcadığını anlatırdın. Hatta bir keresinde az bulup daha fazlasını istemiş ve beni içeri almamakla tehdit etmiştin. İşte bizim hikayemizin özeti bundan ibaretti. Ben sana kumbaranda güzel şeyler biriktirdim ama sen birikenlerin değerini bilmeden acımasızca harcadın…
‘’Üzgünüm sana böyle hissettirdiğim için’’ (20:03)
Bu mesaja yazılabilecek tonlarca cevap arasından bana sadece ‘’Sorun değil’’ demek düştü. Yazabileceğim cümlelerin tüm bu yaşadığımız sözde mutluluk tablosuna rağmen sende bir mahçubiyet yaratmamasından korktum. Misafirlikte kırdığın bardak kadar değeri olmayan kalbimin, bu duyarsızlığını bilecek kadar akıllı ama göremeyecek kadar dayanıksız olduğunun ben de farkındaydım. Çünkü biliyordum ki hem bardağı hem kalbimi kırmış biri olarak tüm mahçubiyetini bardaktan yana kullanırdın!
‘’Sorun Değil!’’
Kalbimizin paramparça olmasını küçümsediğimizden değil, sorunu yaratana olan sevgimizdendi bu hadisenin sorun olmayışı. Yaptığım şeylerden çok, her şeyin mümkün olabileceğine dair inancım yüzünden yaşanmamış şeylerin hüznüneydi pişmanlığım. Tüm bu hayal kırıklığına rağmen sevgi duvarına olan inancımın hala bir yerlerde güçleniyor olmasından kırık bir memnuniyet duyuyordum. Ama yine de tüm pişman insanlar gibi biraz sitemkar, çokça kırgın,biraz sulu bir cümle döküldü penceremden dışarıyı izlerken.
‘’Sorun değil canımın içi sorun değil!…’’ (03:56)