Filmekimi, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından bu yıl 5-14 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilecek. İstanbul ile birlikte Ankara ve İzmir’de de sinemaseverlerle buluşacak 17. Filmekimi’nin biletleri 29 Eylül Cumartesi günü satışa sunulacak.
Önemli festivallerden ödüllerle dönmüş, dünya sinemasının en seçkin örneklerinin gösterileceği festivalden kaçırmamanız gereken 10 filmi seçtik.
1- Arctic
Brezilya asıllı Youtube yıldızı, video klip ve reklam yönetmeni Joe Penna’nın ilk uzun metrajlı filmi Arctic, dünya prömiyerini Cannes’da Geceyarısı Özel gösteriminde yaptı. Yıldız oyuncu Mads Mikkelsen’in “hayatımın en zor çekimiydi” dediği Arctic, bir “doğaya rağmen hayatta kalma hikâyesi” anlatıyor. Neredeyse hiç diyalog kullanılmayan filmde, uçağı kutup bölgesinde düşen bir kazazedeyi çoğu sahnede dublör kullanmadan canlandıran Mikkelsen, filmi tek başına sürüklüyor. Kahramanının amansız doğa felaketlerinden kurtulmak için insanüstü çaba gösterdiği, minimal yapısı, olağanüstü görüntüleri ve kontrollü yönetim tarzıyla övgü toplayan Arctic, proje aşamasındayken Mars’ta geçiyordu, sonradan kutuplarda geçecek şekilde değiştirildi ve çekimleri İzlanda’da yapıldı.
2- Climax
Tek Başına, Dönüş Yok, Boşluk ve Aşk gibi filmleriyle izleyicileri sonuna kadar zorlayan Gaspar Noé, Cannes’da prömiyerini yapan son filminde de kuralı bozmuyor. Gerçek bir haberden esinlenerek “rüya ve kâbuslarını” perdeye yansıtan Noé, son filminin merkezine bu kez dansçıları yerleştiriyor. “Cehennemvari bir sinemasal dans partisi” olarak tanımlanan Climax, gösterileri için hazırlanan bir dans grubunu izliyor. Dansçılar, son provalarını yaptıktan sonra beklenmedik bir gelişmeyle Noé tarzı olaylar birbirini kovalıyor. Paris’te dans savaşlarından dansçı-müzisyen Kiddy Smile tarafından seçilen dansçıların rol aldığı filmin koreografileri Diplo, Sia, Björk, Rihanna ve 30 Seconds to Mars’la çalışmış Nina McNeely’ye ait.
3- Todos Lo Saben
Bir Ayrılık ve Satıcı’yla iki kez Oscar kazanan İranlı yönetmen Asghar Farhadi’nin en yeni filmi Herkes Biliyor Cannes Film Festivali’nin açılışında gösterildi. Ustalığını konuşturduğu ahlaki seçimler ve aile dramı alanına bu kez psikolojik gerilim ve gizemi de katan Farhadi’nin bu sekizinci uzun metrajlı filmi, Madrid’de geçiyor ve diyaloglarının tamamı İspanyolca. Herkes Biliyor’da, Buenos Aires’te yaşayan bir kadının çocuklarıyla birlikte İspanya’ya gidişi ve eski tanıdıklarının da karıştığı olayların ortasında kalışı anlatılıyor. Görüntü yönetimiyle dikkat çeken filmin müziklerini Mujeres de Agua projesiyle 2011’de İstanbul Caz Festivali’ne konuk olan Javier Limón besteledi.
4- Girl
Cannes’ın En İyi İlk Film’i seçilen Kız, Belirli Bir Bakış bölümünde dünya prömiyerini yaptı ve başta Altın Kamera olmak üzere birçok ödül kazandı. Kız, profesyonel bir balerin olmak için çabalayan 15 yaşındaki ergen trans birey Lara’nın hikâyesini anlatıyor. Lara, bir yandan ergenliğin getirdiği huzursuzlukla başa çıkmaya çalışırken bir yandan da bale eğitimindeki zorlukları aşmaya çalışıyor. Yönetmen Dhont, “böyle bir cesaret öyküsü, benim ilk filmimim konusu olmalı” diyerek 2009’da Belçika’da bir gazetede okuduğu haberden yola çıkmış. Kız, Oscar and the Wolf’un “Strange Entity” şarkısına çektiği kliple de tanınan Dhont’un yönettiği ilk uzun metrajlı film.
5- Suspiria
Geçen yıl Filmekimi’nde izlediğimiz çok ses getiren Call Me By Your Name / Beni Adınla Çağır ile izlediğimiz Luca Guadagnino bu kez korku sinemasına el attı ve giallotürünün en bilindik filmlerinden, Dario Argento’nun 1976 başyapıtı Suspiria’yı yeniden çekti. Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan filmin konusu, orijinaliyle neredeyse aynı: 1977 yılında, Berlin’de, dünyaca ünlü bir dans trupuna karanlık güçler musallat olmuştur; dansçılardan bazıları bu güce yenilir, bazılarıysa mücadeleyi seçer. Duyurulduğu ilk andan beri merakla beklenen Suspiria, Tilda Swinton ve Dakota Johnson’lı parlak oyuncu kadrosu, özünü aldığı kült film, sürekli artan huzursuzluk hissi ve benzersiz görselliğiyle uzun süre zihninizi kurcalayacak. Guadagnino’nun “yeniden çevrim değil, orijinal filmin uyandırdığı inanılmaz hisse bir saygı duruşu” olarak tanımladığı yeni Suspiria’nın müzikleri Radiohead’den Thom Yorke tarafından bestelendi, koreografiler ise sinema, tiyatro, moda ve dans alanlarında tanınmış sanatçı Damien Jalet’ye ait.
6- Dogman
Gomorrah ile mafya ve şiddet sarmalını ele alan Matteo Garrone’nin Cannes’da Altın Palmiye için yarışan son filmi, bu kez küçük bir kıyı kasabasında kötülüğün ve şiddetin toplumdaki izlerini arıyor. Dogman’in kahramanı sıradan bir adam: Ufak tefek köpek bakıcısı, “Dogman” Marcello. Kasaba ahalisinin sevgisini hem sempatikliğiyle hem de torbacılıkla kazanan Marcello’nun belalı kokainman, eski boksör Simone’ye yakınlığı, sonunda hayatını alt üst ediyor. Git gide sertleşen atmosferi ve gerçekçi yaklaşımıyla Dogman, İtalya’nın en prestijli ödüllerinden Gümüş Kurdele’lerde sekiz dalda ödül kazanarak yılın en çok konuşulan filmlerinden biri oldu. Başroldeki, oyunculuk eğitimi almamış Marcello Fonte’nin etkisiyle sessiz sinema döneminin efsaneleri Buster Keaton ve Charlie Chaplin’e de gönderme yapan film, elbette Cannes’da Palm Dog ödülünü de kazandı.
Dogman, İtalya’nın Oscar adayı olarak ilan edildi.
7- Beoning
Kült yazar Haruki Murakami’nin öyküsünden sinemaya uyarlanan Şüphe, dünya prömiyerini yaptığı Cannes’da tüm eleştirmenlerin beğenisini kazandı. Öykünün özüne ve Murakami’nin tarzına sadık kalan film, vasıfsız bir genç, âşık olduğu güzel kız ile zengin ve küstah bir adam arasındaki aşk üçgeni ekseninde bir öfke ve saplantı hikâyesi anlatıyor. Gitgide artan gerilimiyle usta işi bir uyarlama olan Şüphe, Vaha, Güneşli Kent ve Şiir filmleriyle tanıdığımız Lee Chang-dong’un sekiz yıl aradan sonra çektiği ilk film. Gizemli öyküsü etrafında şekillenen filmin gücü, izledikten çok sonra bile hafızalarda yerini koruyan, emsalsiz bir özenle kurgulanan sahnelerinden kaynaklanıyor. Aşk, takıntı, sınıflararası gerilim ve hafıza gibi kavramlara değinen filmin başrollerini Koreli oyuncu, moda ikonu ve sanat tarihçisi Yoo Ah-in, Walking Dead ile Okja’dan tanıdığımız Steven Yeun ve Jeon Jong-seo paylaşıyor. Şüphe, bu yıl Güney Kore’nin Oscar adayı olarak ilan edildi.
8- Vision
Doğa, gelenekler, efsaneler ve varoluşun ve belki de yaşamın gizemi, Naomi Kawase’nin San Sebastian’da ilk gösterimini yapan yeni filminin zarif özünü oluşturuyor. Aynı zamanda Filmekimi programında yer alan Non-fiction / Çifte Hayatlarfilminde de rol alan Juliette Binoche, filmde Fransızköşe yazarı Jeanne’ı canlandırıyor. Jeanne, 997 yılda bir görülen, keder ve zaafları yok ettiğine inanılan “Vision” adlı bir bitkinin peşinde Japonya’nın Nara bölgesindeki Yoşino dağlarına gelir. Burada Aki adlı bir bilgeyle tanışır. “Tek”in gelişini beklediğini ilan eden Aki, ortadan kaybolur ve orman değişmeye başlar. Dingin Sular, Umudun Tarifi ve Aşkın Gözü filmlerini izlediğimiz yönetmen Naomi Kawase’nin doğup büyüdüğü Nara bölgesinde çektiği Vision, doğa ile aramızdaki kırılgan bağları yücelten, dil ve kültür farklılığının insanlar arasında bağlar kurmaya engel olmadığını vurgulayan, özellikle ses tasarımı ve görüntüleriyle akıllara kazanacak, neredeyse mitolojik bir deneyim.
9- The Man Who Killed Don Quixute
Efsane yönetmen Terry Gilliam’ın kendisi de efsaneye dönüşen son filmi, bir tutku projesi; hiç dinmeyen temposu, yaratıcı olay örgüsü, dev oyuncu kadrosu, gözalıcı mekânları ve sıradışı mizah anlayışıyla tam bir Terry Gilliam başyapıtı. Cervantes’in başyapıtından esinlenen filmde Adam Driver kendini beğenmiş bir reklam yönetmenini, Jonathan Pryce ise kendini Don Quixote sanan bir adamı canlandırıyor. İkili, yıllar sonra yeniden karşılaşınca acımasız bir Rus oligark, ırkçı bir yapımcı ve eski aşkların da karıştığı, gerçekle hayalin, geçmişle günümüzün buluştuğu çağdaş bir Don Quixote hikâyesinin ortasına düşüyorlar. Filmin 1990’larda başlayan yapım süreci hastalıklar, davalar, finansman sıkıntıları, hatta sel baskını gibi çeşitli talihsizlikler yüzünden 2018’e kadar aksadı. “Yapılamama” hikâyesi 2002’de Lost in La Manchaadlı belgesele konu olan Don Kişot’u Öldüren Adam, dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nin kapanışında yaptı.
10-Loro
Her filmiyle olay yaratan, Muhteşem Güzellik’le Oscar’a, The Young Pope ile TV ekranlarına uzanan Paolo Sorrentino, yine ülkesinin entrika dolu dünyasına dönüyor ve kamerasını bu kez eski başbakan Silvio Berlusconi’ye çeviriyor. Sorrentino bir yandan skandalların adamı Berlusconi’yle sınır tanımadan dalga geçiyor, bir yandan da İtalyan siyasetine ilginç bir açıdan göz atıyor. Kurt siyasetçiyi, Sorrentino’nun birçok filminde birlikte çalıştığı Toni Servillo canlandırıyor. Toronto Film Festivali’nde uluslararası prömiyerini yapan Loro, siyasi hicvin en çağdaş ve en usta örneklerinden birini beyazperdeye getiriyor.