Baştan söyleyelim; ‘herkes vuruyor zaten, bir de buradan sallasak’ değil derdimiz. Başlığa bakıp öyle bir ön yargıyla yaklaşılmasın lütfen. Düzeysiz karalamalardan hareketle, “linç etmeyelim…” girişiyle kurulan ve bir bakıma gerekli unsurlar taşıyan ama esas itibariyle de ‘eleştiriden imtina etmek/muaf tutmak’ gibi bir sonuca bağlanan yaklaşımlarla derdi olan bir yazı bu. Fazıl Say meselesi, Fazıl Say’ın meselesi değil çünkü. Değineceğiz, kendisine yönelik eleştirilere verdiği yanıtla bizzat Say da bunu teyit etti ki, muhalefet eksenine önerilen bir tutum, bir ‘çizgi’ var ortada.
Muhalif olana irtifa kaybettirerek, onu kurulmuş bir rota tuzağına düşürecek bu ‘çizgi’nin eleştirilmesini “aman linç etmeyelim” diyerek pas geçmek, tartışılması gereken bir boyuttur aslında. Tam da Erol Aral’ın konuya dair ‘otopsi’ niyetine okunabilecek yazısında dediği gibi: “Fazıl Say’ın hamlesi, niyetinden bağımsız olarak Saray lehine içtihat yaratmaya hizmet ediyor.”* Say’ın son açıklaması da** Aral’ın işaret ettiği ‘içtihat’ kaygısının karşılıksız olmadığını kanıtlıyor zaten.
***
Evet, mesele Fazıl Say değil, ‘Tek adam rejimi’ne muhalif olmanın zorunlu kıldığı hassasiyetler, uyulmadığında sadece uymayana değil, aynı eksendeki bütün muhalif rezerve irtifa kaybettirecek ‘normlar’dır söz konusu olan. Yoksa Say’ın sanatsal birikimini, üretimini, performansını tartışmak ne mümkün! Öyle Yavuz Bingöl misali müziğin 5’inci liginde bile ancak küme düşme hattında yer bulabilecek tiplerle aynı kefeye koymak kimin haddine? Sanatın ve sanatçının ilerici, aydınlanmacı misyonunun eşsiz örneklerindendir Say. Onun eserleri, değil yıllar boyu, asırlarca dinlenecektir, hiç kuşku yok. Ama bu gerçek, Fazıl Say’ın politik olarak düştüğü tuzağı görmezden gelmemizi gerektirmez. Onun yanılgısının sonuçları sanatçı kimliğinin çapıyla orantılı olarak daha büyük olacaktır. “Sanatın ve sanatçının bağımsızlığı, özgüllüğü, vb…” hiç bir gerekçeyle böylesi bir politik durum eleştiriden muaf tutulmamalıdır.
***
Hikâye yeterince biliniyor. Annesini kaybettiğinde kendisine başsağlığı dileyen Cumhurbaşkanını konserine davet ediyor Say ve Erdoğan da davete icabet ediyor. Ne kadar normal görünüyor değil mi? Oysa hiç değil, Türkiye normal değil çünkü; bir konser davetinin ‘normal’ sayılamayacağı kadar hem de!
Bu rejim ‘normal’ yollarla kurulmadı öncelikle. Dayatmalar, hukuksuz fiili durumlar, gerilim yaratarak kutuplaştırmalar, Fazıl Say’ın da olduğu bir kesimi yeri geldiğinde ‘vatan haini’ saymalar, “senin her tarafın sanatçı olsa ne yazar” diye ayar vermeler… Ve daha neler neler… Böyle böyle inşa edilen bir rejimin bazen de (özellikle de seçim zamanları) yumuşa(t)ma sinyalizasyonuna ihtiyacı oluyor elbette. Bu yumuşa(t)ma sinyallerinin, ‘kurucu’ politikanın yani gerilim ve dayatmanın basit bir unsuru olduğu o kadar açık ki oysa. “Fazıl Say, kendini ispat etmiş bir kardeşimiz. Bize düşen bununla iftihar etmektir.” iltifatı, çok değil birkaç gün önce “Cumhurbaşkanını Mozart dinlemeye zorlamak faşistliğin dik alasıdır” diye kendisini faş eden ‘kurucu fıtrat’ın makyajı sayılabilir ancak.
Fazıl Say ise bu makyajdan genel anlamlar çıkarabiliyor: “Sayın Erdoğan’ın taziye telefonundaki ses tonunda da sezinledim, bir uzlaşı kapısı aralamak istiyordu. Sadece Fazıl Say için değil, tüm sanat camiası, hatta toplumun tüm kültürel ögeleri açısından, Erdoğan’ın içine sinmeyen bir şeyler vardı…”
En son Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’in, “tüm sanat camiası” açısından sezinlenilen o “uzlaşı kapısı”na nasıl tosladıklarını anlatmaya gerek yok herhalde! Ama Say, Erdoğan’ın ciddi bir özeleştiri süreci yaşadığından emin: “Nitekim (Erdoğan) sıklıkla ‘Biz kültür ve eğitim konularında malesef başarılı olamadık’ diyordu, bu bir özeleştiridir.”
Bu bir özeleştiri midir sahiden; Erdoğan’ın kendisi yanıtlasın. Bakın şu sözler Saray’dan yeni çıktı, çok taze daha: “Topçu Kışlası’nın orijinaline uygun mimari tasarımlarını yaptırıyorum. Orayı ihya edeceğiz.”
Gezi için beste yapmıştı değil mi Fazıl Say!
Özeleştiriyi kim veriyormuş acaba?
***
“Birbirimizi anlayabilmeliyiz”, “dostluk eli uzatabilmeliyiz” diyor Say, “neden birileri bundan rahatsız oluyor?” diye sitem ediyor. Sahi neden rahatsız oluyor acaba birileri? Önce kim bu “birileri”? Sosyal medyada çala kalem sallayıp defter düren ahaliyse bahsedilen, onları geçelim, politik bir özgülağırlığı yok o klavye şövalyelerinin.
Düzeysiz karalamalar olması gereken eleştiriyi de etkisiz kılıyor sadece. Hem eleştirileni kazanıcı da olmuyor, reaksiyon üretiyor. Ama bu düzeysizliklere odaklanılarak düşülen tuzağın savunusu yapılmamalı.
O “birileri”ni de asıl başka yerde aramalı Fazıl Say. Tam da devlet ricalinden önce o konsere davet edilmesi gereken birileri: KHK ile işinden edilenler, barış akademisyenleri, grevi yasaklanan işçiler, sindirilen sanatçılar, işsiz kalan gazeteciler, hapis vekiller, aydınlar, gençler… Fazıl Say’ın konserlerine Cumhurbaşkanını davet etmesini zorunlu kılan bir kanun hükmünde kararname yok nasılsa!
Çok mu fesatız, siyaset gözümüzü kör mü etmiş, göremiyor muyuz ‘uzlaşmadaki’ güzelliği acaba!?
İyisi mi Taner Timur hocamız bitirsin: “Oysa durum ortada, Fazıl Say bu “barış konçerto”sunda kendisinin solist, Başkanın da orkestra şefi olduğunu unutur görünüyor.”
Kaynak: Evrensel Gazetesi