Alkışlar, seslerin elleridir
Sesler duyguları düşünceleri yansıtıcı billur bir ayna. Ruhun en arı hali. İnsan ölmeden önce en son işlevini yitiren organ kulak. İnsanla birlikte, yaşamla birlikte en çok devam eden şey ses. Kim olduğumuzu, yüzümüzden ellerimizden önce sesimiz söyler… İyi bir kulak, beş dakikalık konuşmalardan sonra tüm hayat hikâyelerini görür insanların neredeyse; sesinin boğumlarından, iniş çıkışlarından titreyişinden… Sosyal ekonomik durumu, eğitim durumu, nereli olduğu, öfkeli mi sakin mi bir ruh haline sahip olduğu, endişeleri, korkuları, başka insanlara saygılı mı benmerkezci biri mi? Ses her şeydir. Ses çağıldar; ruhumuzun birbirine değen çakıl taşları gibidir… Öldüğümüzde kaybolmayan şeylerimizden biridir sesimiz. Ses çağıldar, ses doğmakla ilgilidir, en baştan ölümden kurtulmuş, bağımsız gibidir.
Adına kimimiz ruh diyelim, kimimiz bilinç, kimimiz zihin; içerde ne varsa işte onun ucunun göründüğü yerdir sesimiz. Evimizdir. İçerimizdir. Bedenimiz dışımız, sesimiz içimizdir. Kiminin sesi basınçlıdır. İçini ele vermek istemiyormuş gibi yahut çok zor şartlarda, bir “kimse” olmuş, kaybolma korkusu, çalınma korkusu varmış gibi… Basınçlı tedirgin, sarp kayalar arasından fışkıran su gibi… Kimininki fıskiye gibidir. Kimininki şelale… Kiminin sesi bağırır gibi gür çıkar… Bu da var olma telaşından. Değer görme telaşından. Ses güçlü çıktıkça, sesi boşlukta bir yer kapladıkça var olacakmış gibi… Kiminin ki ince kurumaya yüz tutmuş bir dere, bir su sızıntısı gibidir; ne dediği anlaşılmaz… Ürkek… Sanki var olması yeterince dertken zaten bir de sesiyle yer kaplamak istemezmiş gibi…
İnsanın bir ucu kulağıysa diğer ucu eli… Bir ucundan diğer ucuna bir varlık alanında sesi ve eli arasında insan… Sanki sesin sonsuzluğundan eller kurtarıyor. Belki de müzik, sese bir biçim verme çabası bunu en iyi kanıtlıyor. Rachmaninov en büyük elli besteci… Belki de sesin bu baş edilmezliği ile en çok uğraşan…
Ses çağıldar, ses akar. Sesi çıkmayandan ürkeriz. Ölüler konuşmaz, ses yaşamdır. Sessizlik makbul, çok konuşmak abestir. Ses bir ölçü, bir görgü, bir matematik işi, bir müzik işidir.
Sesimizin tonlaması acımızı, sevincimizi ele verir. Bilmediğimiz bir dilden konuşan insanların bile ne dediklerini kimi zaman anlamamız bu yüzden…
Dilsiz eller, elsiz diller… Bir ucundan diğer ucuna insanın… Bir sonsuzluk çemberinde çevrilen… Kader ile çabanın çatışması gibi… Eller çabanın çıraları, ses yalnızlıkta bile yankısı ile çoğalan…
En ilkin sestir beklediğimiz… Doğar doğmaz ağlayan çocuğa seviniriz. En son sesler kaybolur… Son sözleri merak konusudur gidenin… Sesi kadar acıtan, ne vardır gidenin? Fotoğrafta herkes kadar ölüdür ölmüş olan da… Ama ses başka… Duyduğumuz sesiyle var olur sanki bir an giden…
Ses bir sonuç, ses; ruh suyumuzun nasıl olduğu, sesimiz yaşayan kara kutumuz… Evde kalınca içerde üreyen sesin adı kara yosun; vesvese, evham… Düşünceler ses oluyor, sesler sonra yeniden düşünce… Ses dokuması üstünde oturduğumuz dünya dediğimiz kilimin… Bitmek bilmez bir ilmek dolaşıp duruyor ilk insandan bugüne…
Sesin acısı çığlıktır, ağıttır. Biri öldüğünde bir süre konuşamayız, ağıt yakamayız. Konuşmaya, söylemeye, ağıt yakmaya başladığımızda yasın karanlık vadisinden çıkabilmişiz demektir. Sesin katmerli çiçeği kahkaha; kütür kütür akar şelale…
Peki ya eller? Ellerin de kendi sesleri var mıdır? Eller iki solgun demet gibi düşmeden yanlarımıza… Bize neler söyler? Eller şekil verir, eller yönetir, eller yapar, eller düşüncelerin dilsiz uşakları… Ama ne kötü işler eylerse eylesinler gene de kendi hallerinde sahiplerinin kendileri vasıtasıyla eylediği her türlü işten masumlarmış gibi. El açmak, el çekmek, el vermek, eli eline değmemek… En ucu en sonsuzu eller insanın… Ele gelen dile gelir… Eller mi var eden sesleri? Tüm görüp ettiğimiz kurduğumuz aslında ellerimizin mi görgüsü… Benzi soluk eller, kanlı canlı semiz eller, potur potur, çopur parmaklı çamaşırcı kadın elleri… Yüzümüzün yanına gelse bu ellerin bize ait olduğunu anlayabilir miyiz? Hangi eller hangi yüzlerin? Bunun ayrımı yapabilir miyiz?
Eller toprağa en yakınlar… Eller ağaçlara en yakınlar… Eller hayvanlara… İçi var dışı var ellerin. İçi genç dışı yaşlı…
El sözcüğünün aynı zamanda yabancı demek oluşu bir tesadüf mü? Elimize yabancı mıyız? Hayatımızı yapıp eden, kuran ellerimize…
Minik bebek elleri, yaşlı dedelerin elleri… Çiçek eller, köpek eller… Süslenen, yüzükler takılan kına yakılan eller…
El yazısı kimliği insanın… Bizi elimiz var eder. Yazı kader demek aynı zamanda belki yazımızı kaderimizi elimiz var eder.
Güzel eller, çirkin eller, çok iş yapan eller, tembel eller var. Utangaç eller, cüretkâr eller… Somurtuk eller, neşeli eller. Ağırbaşlı eller, pervasız eller… Uyuşuk eller, çabuk eller var…
Var eden eller, yok eden eller… Düşüncelerin dilsiz uşakları eller…
Bir elin verdiğini bir el görmez. Cömert eller var. Eli sıkılar; cimri eller…
Sağ el sol el… Birbirinden habersiz eller var… Eller nasıl yaşar? Hayvanlar gibi ağlamadan gülmeden…[1]*Ellerimiz Gibi
Hayvanlar konuşmadıkları için
Kim bilir ne güzel düşünürler,
Tıpkı ellerimiz gibi .…
Melih Cevdet ANDAY Ellerin kulakları var mıdır? Ne düşünür ne duyar… El ele tutuşur eller; ilk özerklikleri budur, gerçek sahiplerinden bağımsızmış gibi var oluşları…
Bir el ülkesi olsa düşünen kafalardan duygulanan kalplerden bağımsız el ülkesinde el elden üstün müdür, kim yönetir el ülkesini? İçli eller, içli dışlı eller… Ağaçlar gibi… Anlayan el. Şifalı el. Söküğü bozuğu bulan, tamir eden, yakalayan kavrayan…
Doğurtan, doğrayan, eğen, büken, masaj yapan, dua eden, düzelten, birleştiren, diken, kesen eller… Çırpan, alkış çalan, mendil sallayan eller, yara bere içinde eller, pürüzsüz eller…
Önce eller buluşur, ayrılık ellerden başlar. Eller sonsuz dalgınlığımızı gölleri… Kararsızlığımızın bile sadık bekçileri…
Bir eliyle diğer elini tutar; kendiyle buluşur, üstüne sinen sesleri silkeler, tamamlanır insan… Ellerinin üstüne sinen tüm sesleri… Anlamak ellerden başlar.
El işi, el bilgisi, bir elin nesi var iki elin sesi var… Alet işler el övünür… Atasözleri, ata elleri… Eller yaşları ele verir. Yaşayan eller yaşlanır. İşçi elleri, çiftçi elleri…
Evden çıkmayan, iş yapmayan eller bebek elleri gibi kalır… El izimiz parmak izimiz kimliğimizdir… Alnın yazısı elin falı vardır. Kafa, karar verici el paryadır…
El gövdenin çiçeğidir, aklın en yetkin işçisi… El kıvrılmaz, bükülmez, içi dışı birdir elin. Suçlu el, kirli el sahibinin yükünü taşır.
Bazı ellerin yaptığı yemekler lezzetlidir. El lezzeti el mikrobu vardır… El ele verirse üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir şey yoktur. Eller en “her”dir en “hiç”tir eller. Ellerin maskesi yoktur. Sokağı taşır eller. Sokağa taşır…
İşleyen eller akan ırmaklar gibidir. Suskun eller doludur. Dil kıvrılır, el kıvrılmaz… Son olarak eller üstünde yükseliriz. Alkış ellerin sesleridir.
Dipnotlar
↑1 | *Ellerimiz Gibi
Hayvanlar konuşmadıkları için Kim bilir ne güzel düşünürler, Tıpkı ellerimiz gibi .… Melih Cevdet ANDAY |
---|