in

Dada’nın Kısa Tarihi

Nick Heath

Dadacı işler çıkarmaya devam eden ihtiyar Jim Duke’e…

Zürih’te bizler dünya savaşının mezbahalarına dahil olmadık; kendimizi güzel sanatlara verdik. Uzaktan silah sesleri gümbürderken, bile kağıtlara yapıştırıcı sürüyor, yazıp çizdiklerimiz okuyor, şiir yazıyor ve bağıra çağıra şarkılar söylüyorduk

Hans Arp

Dada, Birinci Dünya Savaşı’nın dehşet verici olaylarına karşı bir doğrudan yanıttı. Daha önce görülmemiş biçimde gerçekleşen kitle katliamları, kapitalizmin ve refah devletinin akıldışılığını savaş meydanını bir anığına aydınlatan bir meşale gibi teşhir edecekti. Bu kabusa dönük yanıt, ancak buna izin veren bir toplumun değerlerinin reddedilmesi olabilirdi. Dada’da bu reddiye, eski toplumun sanatsal ve kültürel değerlerinin reddedilmesi etrafında örgütlendi. Böylece Dada, kendisine elli yıldan fazla süre bağlı kalacak bazı sanatçıların yanı sıra 1960’lı yıllardaki gerçeküstücülük ve anarşist kültürel faaliyetler gibi sonraki hareketleri etkilemek açısından kilit bir role sahip olacaktı.

Sanatçıların süregiden savaşın canavarlıklarından korunmak adına bir araya toplandığı yer, savaşta tarafsız kalan İsviçre’nin Zürih kentinin merkeziydi.


Dadacı yazarlar: ayaktakiler, Andre Breton ve Rene Hilsum; oturanlar, Louis Aragon ve Paul Eluard, takma sakal ve bıyıklarla Dada dergisinin 3. sayısını tutarken, 1919.

1915’te, Hugo Ball ve yakın dostu Emmy Hennings Kabare Voltaire’i kurdular ve onlara ikisi de Romanyalı olan Tristan Tzara ve Marcel Janco ile Almanya’dan Richard Hueslenbeck ve Fransa’dan Jean Arp katılacaktır. Dadacılar, mevcut topluma ve bu toplumun ürettiği sanata dönük radikal eleştirinin peşindeydiler. Hugo Ball, “Dada sanatta yeni bir eğilimdir… Dada’nın kaynağı sözlüktür. Fazlasıyla basit bir mevzudur. Fransızca’da dada, ‘hobi atı’ demektir. Almancada ise ‘güle güle’, ‘biraz öteye kay’ ve ‘bir ara görüşürüz’. Romencede dada, “Evet, aynen, haklısın, budur. Tabii ama evet, kesinlikle haklısın’ anlamına gelir.”

Hugo Ball, eski sanat dünyasının gösterişçiliğiyle dalga geçmek adına anlamsız bir sözcüğü kullanmak istemişti. Onun sözleriyle: “Nasıl meşhur olunur? Dada diyerek. Kibar bir jest ve nazik bir adabımuaşeret ile. Ta ki delirene kadar. Ta ki bilinç kaybedilene kadar. Gazeteciliğin, solucanların, güzel ve doğru olan her şeyin, dar kafalı, ahlakçı, Avrupalılaştırılmış, güçten düşürülmüş olan her şeyin kokusundan nasıl arınılabilir?”

Dada projesi, müziği, yüksek sesle okunan yazılı eserleri, sanat çalışmalarının sergilenmesini ve daha pek çok şeyi aynı zaman içinde ya da birbirini izleyen biçimde içeriyordu. Bu radikal değişiklik, bugün modern zamanlardaki sanatçılar tarafından yaygın biçimde benimsenmiş durumda. Dada, bugün hepsi de yaygınlaşmış olan melodik şiirin, doğaçlama şiirin, kolajın öncüsüydü.

Dadacı Georges Ribemont-Dessaignes, “Dadacılığın siyaset ile ilişkisinin ne olduğunu biliyoruz; Dadacılık siyaseti bir kalem darbesiyle yok eder, onu yok sayar. Hareket her türden iktidara karşı her türden özgürlük lehine isyan etmiştir” demektedir. İşin aslı, Dada’ya dahil olan kişilerden pek çoğu anarşizme dair bir şeyler biliyordu ve az ya da çok anarşist hareketlere katılmışlıkları vardı. Hugo Ball, Bakunin’in kitaplarını çevirmişti. Hans Richter’in Bükreş’teki anarşist hareket ile bağlantıları vardı ve Bükreş’teki anarşist hareketi daha önceden bilen Tristan Tzara ise şunları söylüyordu: “Dadaizmin anarşist doğasının, hareketin her türden pratik durumsallığın ötesine yerleştirdiği bir ahlaki mutlak düşüncesiyle birlikte, Dadacıları siyasi mücadelelerinden uzak tuttuğu ortadadır.” Ribemont-Dessaignes ise “siyaset” sözcüğünden, kesinlikle, devrimci anarşist siyasetten ziyade siyasi partilerin entrikalarını anlıyordu.

Tristan Tzara, 1918’deki Dadacı Manifesto’da Dada tavrını şöyle özetleyecekti: “Bırakın herkes bizlerin tamamlaması gereken büyük bir yıkım ve olumsuzluk işiyle meşgul olduğumuzu söylesin. Temiz ve açık. Hemcinslerimizin arınması ve yüzyılları parçalayan ve yok eden haydutların ellerinde çok uzun zamandır kalmış bir dünyanın izi topyekun bir delilik ve saldırganlık döneminin ardından gerçekleşecektir.”

Barbarlığın ve yıkımın karşısından, Dada grubunun, en berbat koşullara rağmen (devrimle kurdukları ilişki de dahil olmak üzere) kendiliğindenliği, yaşamanın keyfini ve yaratımın hazzını benimsediği görülmektedir. Dadacı olumsuzlama, Bakunin’in şu eski vecizesini yankılar: “Yıkma arzusu aynı zamanda yaratma arzusudur.” Dada –siyasi, ekonomik, kültürel ya da ahlaki, hangisi olursa olsun– bütün baskıcı güçlere saldırdı. Kitlelere dönük güveni, uzmanlaşmanın reddini, Devlet’in reddini ileri sürdüler. Tzara’nın da açıkladığı üzere “Ütopyacı pasifizmin yüzeysel tuzağına düşmeksizin savaşa en sert biçimde karşıyız; savaşın köklerinden kurtulmadan savaştan kurtulamayacağımızı biliyoruz” … “Bu savaş bizim savaşımız değil; bize göre bu savaş, yanlış duyguların ve zayıf meşrulaştırmaların savaşıdır… Dada, bir ahlaki ihtiyaçtan, bir ahlaki mutlağa ulaşmaya dönük sarsılmaz bir iradeden doğdu… Onur, Ahlakilik, Aile, Sanat, Din, Özgürlük, Kardeşlik vs. – bütün bu kavramlar bir zamanlar insan ihtiyacına yanıt veriyorlardı, bugün ise bunlardan bir sözleşmeler iskeletinden başka hiçbir kalmış değildir.” Dadacılar Fütüristler ile ilk başlarda dostane ilişkilere sahip olmuşlarsa da, bu ilişki, Fütüristlerin aşırı milliyetçiliği ve militarizm yanlılığını gördüklerinden sona ermiştir.

Alman Dada’sı

Berlin’de Huelsenbeck oraya döndükten sonra bir başka Dada grubunun kurulmuş olduğu Almanya’da ise durum biraz farklıdır. Dada’ya Zürih’te katılmış olan Max Ernst, Köln’e döndü ve burada Johannes Baargeld ile birlikte bir başka Dada grubu kurdu. Dadacılar, Franz Pefemfert editörlüğündeki büyük sanat-siyaset dergisi Die Aktion’a [Eylem] katkıda bulundular. Almanya’da devrim patlak verdi ve Dadacılar Zürih’te olduğu gibi bu siyasi olayın dışında kalamadılar. Alman Dada’sı, George Grosz’un acımasız karikatürleri, Otto Dix’in tabloları ve Baader’in kolajları ve dizgisel çeşitlemeleri ile isyancı mayaya kendi yöntemleriyle katkıda bulundular. Fotomontajın öncüsü, Alman Dada’sıydı.

1919’da Berlin’deki Spratakist ayaklanmada, Dada kendine özgü müdahalesini gerçekleştirecekti. Dadacılar antimilitarist şarkılar söyleyerek ve çokça dalga geçilmeye maruz kalacak şekilde işçi sınıfı mahallelerinde yürüyüşler gerçekleştirdiler. Dadacı Mehring’in sözleriyle: “Dadacı tören alayımız Bastille’in önündeki Parisli kitlenin danslarıyla kendiliğinden bir biçimde memnuniyetle karşılandı.” Dadacılar, silahlı kuvvetleri aşağılamak suçlamasıyla gözaltına alındılar ve gözaltına alınan Dadacılardan Herzfelde sekiz ay hapis yattı. 1922 yılı itibariyle Almanya’da Dada ölmüştü. Bazı üyeleri, Dadacıları hatalı bir biçimde Rus Devrimi’nin gerçek ruhu olarak tarif eden Bolşeviklere katıldı. Grosz, Heartfieeld ve kardeşi Herzfelde Komünist Parti üyesi olurken, Ernst ise Paris’e döndü. Dada’nın Almanya’daki etkisi, Hitler’in Kavgam kitabında onu “ruhani delilik” ve “sanat Bolşevizmi” olarak adlandırarak ateş püskürmesine yetecek kadar önemliydi.

Bazı Dadacılar siyaset tarafından yutulurken, kalanlar ise öncülük ettikleri kültürel devrimi sürdürmek niyetindeydiler. Proleter sanat kültüne karşı aralarındaki anlaşmazlıklar özetle şöyle olacaktı:

“Bir proleter sanat yaratmak isteyenler soruyoruz: ‘Proleter sanat nedir?’ Bizzat proleterler tarafından yapılan sanat mı? Yolsa, proletaryanın hizmetine adanmış sanat mı? Ya da (devrimci) proleter içgüdüleri uyandırmak üzere tasarlanan sanat mı? Proleterler tarafından yapılmış bir sanat olamaz çünkü sanat yapan bir proleter artık bir proleter değil, bir sanatçıdır. Bir sanatçı ne bir proleter ne de bir burjuvadır ve yarattığı şey de ne proletaryaya ne de burjuvaziye değil, herkese aittir.” Bu sözler, sanatsal yaratımın bir ideolojiye hasredilmesine karşı fiilen saldırıya geçen Arp, Tzara, van Doesburg ve Spengermann tarafından bir tür kinayeli adlandırma olan Proletkunst Manifesto başlığı altında yayımlandı [“proletkult”, yani proleter kültür yerine “proletkunst”, yani proleter sanat terimini kullanmışlardı].

“Sanat sanat içindir” ile “proleter sanat”ın sınırlamaları arasında bir patika açma mücadelesi, zor bir mücadeleydi ve Dadacılığın içinde de asla tam olarak çözülmüş bir mesele değildi. Başlangıçtaki niyetlerini koruyabilmiş olan Dada’nın (daha iyi yerinde kavram kullanırsak) “kültürel devrimci” akımı, Bolşevikler tarafından burjuva ve anarşist olmakla suçlanırken, burjuvalar tarafından ise onlara Bolşevik ya da anarşist deniliyordu!

Fransa’daki Dada

Bahsetmiş olduğumuz üzere, Max Ernst savaştan sonra Paris’e gitmişti. Dada’nın tam bir Dadacı olan Amerikalı Man Ray ve Marcel Duchamp ve Francis Picabia gibi New York’tan dönen Avrupalıların dahil olduğu diğer üyeleri de orada bir araya geldiler. Bu ekip, kurulu sanata karşı Dada’nın epik mücadelesini sürdürdüler. Onlara Tzara ve diğer pek çok kişinin yanı sıra Andre Breton, Louis Aragon, Benjamin Peret, Paul Eluard, Ribemont-Dessaignes ve Philippe Soupault da katıldı. Fransa’daki Dadacılar, Dada’nın antimilitarist ve ruhban-karşıtı uğraşlarını sürdürdüler. Yaptıkları elemlerin arasında, gözü dönmüş milliyetçi ve Yahudi düşmanı Maurice Barres’in sahte yargılanması da vardı.

Breton, Dadacılığı daha siyasi bir yön alacak olan bir harekete çevirmek adına kendi liderliğini kurmakla meşguldü. Bu durum, Breton’un Dada’nın başlangıçtaki ruhuna çok ters bir şekilde Dada’ya açık ve net bir yön verme çabalarını gören Tzara, Picabia ve diğerleri tarafından alınganlıkla karşılandı. Breton, Dada’nın “yıkıcı” evresinden daha “kurucu” bir yaklaşıma geçmesini istiyordu. Bu bölünmeler, yeni gerçeküstücülük akımıyla sonuçlanacaktı.

Fakat bu başka bir hikaye…

[Libcom.org’daki İngilizce orijinalinden Süreyya Özgör tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]

Bir Yorum

Cevap Yazın

One Ping

  1. Pingback:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yandaş Medyanın Amiral Gemisi Hürriyet, Yalan Habercilikte Çığır Açtı

Üstün Deha ve Olağanüstü Yeteneğe Sahip Savantlar