Değerli yazar, edebiyatsever, kitap kurdu, edebiyat kuramcısı ve eleştirmen arkadaşım.
“Falan yazar 20. yüzyılın en iyi yazarlarından biriydi.” gibi bir cümle kurmak bana pek mantıklı ve gerçekçi gelmiyor açıkçası.
Buna sen mi karar veriyorsun? Dahası, hangi yetki ve salahiyetle karar veriyorsun? Ve bir yazarın kitaplarını hangi saiklerle okuyacağımızı sen nereden biliyorsun ve bunu niye söyleme (dikte etme) gereği duyuyorsun?
Çünkü senin bir romancıyı okuma nedeninle benim aynı yazarın kitabından, metninden ve biçeminden aldığım beğeni, kazanım ve haz farklı olmaz mı?
Senin bir kitabı okuma biçiminle benim aynı esere yaklaşımım birbirinden ayrı değil midir?
Sonra, sanat estetikten, güzellikten, duymaktan, algılamaktan, sezmekten, öznellikten ve yüzyıllar öncesinde mağara duvarlarına taşlarla yontulan çizimlerden (yani kişisel perspektiften) doğmadı mı?
Söyler misin, edebiyat tek bir bakış açısından mı müteşekkil? Bir yazarın ne anlattığı, okuyucuda olan yeri ve okurun, onun kitaplarından ne anladığı hep ayrı, izafî, başka ve kendi kelime, düşsel haznesiyle orantılı değil midir?
Kendi estetiğini ve idrakini edebiyat normuymuş gibi piyasaya sürmeye çalışmak, ulu orta saçmak ve bunu zorlamak biraz haddini bilmezlik sayılmaz mı?
O zaman azıcık edebiyat bilgisi, metin ayrımı, diyalektiği ve yazar sınıflaması olan herkes aynı cümleleri kursun.
Herhangi bir yazarı neden sevdiğini, onun metinlerini okurken ne hissettiğini ve kahramanların kafasında gezinen şeyi sen algına ve istidadına göre duyumsayarak söylüyorsun?
Hem bundan okuyucuya ne! Neden bunları, illa herkesin görmesi, duyması ve fark etmesi gerekiyormuş gibi dayatıyorsun ve çeşitli tavırlar içerisine giriyorsun?
Hadi herhangi bir kitabı neden mutlulukla okuduğunu, onun satırlarının arasında dolanırken belleğinde canlananları ve kahramanların kafasında gezinen düşsel şeyleri bir münasebetle sana sordular diyelim.
Sen kendi estetiğini, bakış açını ve varsa (estet) sanat anlayışını yansıtıyorsun, yani sen düşsel anlamda gördüklerini yazıyorsun ama bunu tümden edebi bir ilkeymiş gibi sunmaya kalkarsan bu olmaz.
Altını çizerek söylüyorum, bir metin her okunuşta tekrar yazılır, okundukça yeni anlamlar, görüşler ve duygular yüklenir ona.
Benim kitaplarımı okuyanlar kimi zaman öyle çıkarımlarla, sorularla ve yorumlarla geliyorlar ki bu duruma kitabın yazarı olarak, ben bile şaşırıyorum. Ama onlara “Ben bu romanın o kısmını yazarken öyle düşünmemiştim!” demiyorum.
Çünkü bunu söylesem bir şey değişmeyecek… Onlar öyle anlıyor, o şekilde duyumsuyorlar, ben bunu değiştiremem ve o estet bölgeye müdahale edemem.
Üstelik yıllar sonra aynı kitabı tekrar okuduklarında başka, edebi hazlar edinecekler veya hiçbir şey hissetmeyecekler, onu da biliyorum.
Bir yazara tutkuyla bağlı olabiliriz ama onun kitaplarına tekrar tekrar dönme ihtiyacı hissetmemizin nedenini bilemeyebiliriz ya da birçok sebep bulabiliriz buna.
Veya bugün çok sevdiğimiz bir yazarın kitaplarını yarın görecek gözümüz olmayabilir, değişiriz, dönüşürüz, başka bir insan oluruz. Hayat bu, yarının ne getireceği belli olmaz.
Tamam, anladık edebiyat ilmin çok fazla.
Anladık bir metin içinde kendi çapında büyük yazardan (Puşkin’den, Dostoyevski’den, Tolstoy’dan, Proust’tan, Borges’ten, Thomas Mann’dan, Flaubert’ten, Joyce’dan, Ernest Hemingway’den, Stendhal’dan, Balzac’dan) ve onların güzide metinlerinden ayrı ayrı bahsedebilme, onların ayrıntılara hükmetme eyleminden konuşabilme gibi bir yeteneğe ve birikime sahipsin.
Lakin dediğim gibi o yazarları neden ve nasıl sevdiğin seni bağlayan bir iştir. O uzun uzun saydıkların o yazarların sende uyandırdığı mânâ gücü, zevkler, sezgiler, çağrışımlar, düşünceler…
Emin ol, o kitaplar ben de – olumsuz anlamda olmasa bile – aynı hisleri uyandırmıyor. Emin ol, ben falan yazarı senin gördüğün gibi görmüyorum.
Kimse senin tutkuyla bağlı olduğun yazarlara aynı hırsla ve anlamla bağlı olmak zorunda değil.
Kendi estetik kaygını, tümden edebiyatmış, edebi kuralmış ve herkesin bunu benimsemesi gerekiyormuş gibi piyasaya sürmeye çalışmak hadsizlik, çokbilmişlik ve görgüsüzlük…
“Falan yazar 20. yüzyılın en iyi yazarlarından biriydi.” meselesine tekrar dönelim.
Bir yazarın dünyanın en iyi yazarı mı değil mi, bunu her okur, birikimine göre, kendisi karar verir.
Bu bağlamda dünyanın en iyi yazarları her okura göre değişir. Benim için şaheser olan bir kitap bir başkası için sayfalar dolusu saçmalanmıştır belki.
Bir de Behçet Necatigil’in “Çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları!” diye bir dizesi vardır. Demek ki yazarları, kitapları ve hayatı algılayış biçiminde yaşın, edebi birikimin ve tecrübenin de büyük önemi var.
Hatırlatırım…