Okumayanlar için ilk bölüm.
Benim Büyük Felaketim
Bazen insanın hayatında her şey hep ters gider ve bu o kadar uzun sürer ki sen hayatın normal akışı bu dersin alışırsın. Herhangi bir mutluluk ibaresi gördüğünde “bu işte bir bokluk var kardeşim” diye düşünür, tarlada karşına çıkan yılana yaklaşır gibi sopayla ve olağanüstü bir korku ile yaklaşırsın. Aslında biraz yaşayan ölü gibisindir. Nefes alan, sevişen, para kazanan, diğer insanlarla iletişimini koparmayan, bazen eğlenen, bazen de eğleniyormuş gibi yapan, kutsal cuma eğlencelerini yarın yokmuş gibi harcamaya meyilli ve yaşıyormuş gibi görünen toprak üstünde bir ölü gibi. Bu durumu kanıksamanın verdiği rahatlık aynı zamanda insanın bünyesinde ilginç bir kabullenmeyi de beraberinde getirir. Aslında bir şeylerin değişeceğini hissediyorsunuzdur hatta bilinçaltı inancınız bunu destekleyecek şekilde fikirleri işliyordur beynimize, ama gerçeklerin ezici üstünlüğü bir şekilde bunu bastırmayı başarır. İşte ben de hayattaki yerimi sorguluyor, yaşımın sayısal değeri artarken, vücuduma bıraktığı izleri görüyor ve zamanın hızla tükendiğini hissediyordum.
Oldum olası zamanla alıp veremediğim neydi sahi? Bundan altı ay sonra yapacaklarımı düşünüyor karşıma çıkan fırsatların çokluğu içinde kararsızlıktan ölüyordum. Bunalmış, sıkılmış, fikirleri gittikçe keskinleşen ve normal olmaktan çıkan, asabi, gelişi güzel yaşayan birine dönüşüyordum. Günlerce saçma sapan videolar izliyor, yazılar okuyor, en azından kendimi rahatlatmak için arada sırada fotoğraf çekmeye dışarı çıkıyordum. Bir girdabım vardı hayatımın tam ortasında ve ben döne döne içine çekiliyordum. Ellerimi göğsüme koymuş dönüşümü kabulleniyordum kısacası ama ne olduysa o anda oldu. Birden o fırtınanın ortasında bulutların ardında sapsarı bir güneş belirdi ve her şey o anda başladı. Benim büyük felaketimle karşılaşmam benim için tam da böyle karmaşık ve nispeten zor bir zamana denk geldi.
Birden kafamın içindeki sorular ikinci plana atılmıştı çünkü birinin varlığının bu problemleri çözmek için yararlı olabileceği gibi aptal bir fikre kapılmıştım. “Belki de eksiğim buydu?” diyerek kendimi efsanevi bir şekilde kandırmış ve uyutmuştum. Kendi içindeki problemlerimin çözümü için birinin varlığı nasıl yararlı olabilirdi ki? Bunun çözümü ben olmalıyım gibi düşüncelerse çok sonra su yüzüne çıkacaktı ve her şey için zaten çok geçken bunu anlamak için de geç olacaktı.
Çok güzel bir yüze ve çok güzel gözlere sahip bir felaketti (o zaman felaketim olacağını bilemiyordum tabi). Hiç bir öykü, roman veya film tasvirinde böyle bir şey görmemiştim ve büyüsüne çok geçmeden kapılmıştım bile. Sesindeki çocuksuluk, yanında hissettiğim rahatlık ve komik olması benim için yeterliydi.
O kadar hızlı bir şekilde birbirimize ısındık ki çoğu elementin ısınma süresini kıskandırabilir ve insanların kimyaya bakışını değiştirebilirdi. Kızıldan sonra hissedebileceğim duygular ne kadar güçlü olabilirse o kadar güçlü duygular hissetmeye başlamıştım. Bir fırtınanın ortasında çıkan bu güneş bana çok tatlı geldi çünkü aynı talihsiz bedevilere görünen sahra çölündeki seraplar kadar gerçek ve ulaşılmazdı benim için. Ben de talihsiz bir bedeviydim en nihayetinde. Hiç düşünmeden onun evinde geçirdiğim zamanı arttırmaya başlamıştım üstlü sayılar gibi. Hiç ayrılmıyor ve neredeyse her şeyi beraber yapmaya çalışıyorduk ki bu benim aslında yapıma ters olmasına rağmen o dönemleri -bir arkadaşıma söylediğim gibi- öyle yaptık da elimize ne geçti bir de böyle deneyelim düşüncesini benimseme çalışmamdan başka bir şey değildi.
Güzel hissediyor ama hissettiği kadar aks ettirmeyi beceremiyor ve suçlusunu her akşam yatarken anıp küfür etmekten ileri gidemiyordum. Gelecekle ilgili planlar ve kararları çok hızlı bir şekilde alıp bunları yüksek sesle telaffuz eder olmuştum. Çünkü kafandaki ve karşındaki insanın fotoğraflarını üst üste koyduğundaki uyum inanılmaz boyutta olunca sen de normal davranamıyorsun. Peki gerçekten kafamdaki insan mıydı felaketim? Bu sorunun cevabı o zaman koca bir “EVET” idi, şimdi ise daha kocaman bir “HAYIR”. Ben, eski alışkanlıklarından kurtulamamış aynı sıkılgan herif olarak ilişkiyi yaşamaya çalışıyor ve ufak tefek arızalar için yanan ikaz lambalarını dikkate almıyordum. Adeta bir ilişki nasıl yaşanmazı göstermek için simülasyon geliştirmiş ve uygulamışım gibi duruyor şimdi bakınca. En azından 3. ayımda bırakılmam gerekirken garip bir şekilde devam etti ilişkimiz.
Peki bu kadar mıydı her şey? Hayır bir de olayın felaket boyutu vardı.
Gece telefonlarım karıştırılıyor, düşüncelere kuruluyor ve kendini sakinleştiremiyordu felaketim. Kiminle nasıl konuştuğuma karışıyor ve bazen de saçma sapan tercihler yapmak zorunda bırakıyordu beni. Sanki bir şekilde etrafımdaki çemberi daraltan davranışlara ek yararlı olacak davranışlar sergiliyordu ve farkında değildi.Bu davranışların bazılarına, mesela telefonumu karıştırmasına çok ses çıkarmadım çünkü öyle rahatlayabildiğini düşündüm. Zaten düşünmekten öteye gitmeyen yapımında işine geldi bu. Arada espiriyle karışık takılmalar da olmadı değil çünkü bütün gün “ne yaptın bebele?” diye sormaktansa akşam ben uyuduktan sonra telefonumu karıştırıp kendi gözleriyle görmek biraz daha inandırıcı olabilirdi onun için. Bense bu durumu hep gazete okumaya benzettim. Yurtta neler var neler olmuş diye okunan gazeteye de kendimi. Bunların gelecekle ilgili az da olsa fikir verdiğini biliyordum ama bununla nasıl başa çıkacağımı bilemiyordum. Güneş yavaş yavaş kayboluyordu benim için ve ufukta varolan fırtınama ek bir kasırga geliyordu bir kadın ismiyle üstelik. Yapılan anonsları belli bir süre görmezden gelmiş, kış lastiklerini takmamış,su baskınları için kum torbalarını depomdan çıkarmamış ve sevdiklerimi alıp kaçmamıştım sığınaklara. Felaketim tüm sertliği ile zaten varolana ekleyerek üstüme geliyordu. Bense gözlerimi ufuk çizgisine dikmiş verandamdaki sallanan sandalyemde onu bekliyordum.
Kendimce yaptığım hiç bir açıklama felaketimi sakinleştirmeme yetmedi.İnsanı hareket alanın olduğuna inandırıp aslında felç eden garip bir olaydı. Tüm bu rüzgar ve hengame ortasında iletişimimiz de kopmuştu. Bunun da en büyük sebebi bendim çünkü eski alışkanlıklarımı ilişkimin tam orta yerine taşımış ve bu durumun böyle sürüp gideceğini düşünmüştüm. Bazen bana bir şeyler anlatmaya çalışsa da onu duyacak halde değildim. Rüzgardan kulaklarım uğulduyor ve gürültüden duramıyordum. Aslında herkesin hayatında olan sorunlar kadar sorunlar vardı bende de ama hayatımda ilk defa, biraz da yaptığım yanlış seçimler sebebiyle ve dış etmenlerin etkisiyle kendime çok takılıp kaldım. Süreç böyle ilerlerken çoğu doğru müdahale olayların farkında olmama rağmen benden değil de felaketimden gelmişti. Ben hala dert anlatma evresine takılı kaldığım için bir sonraki bölüme geçemiyordum.
Korkularımın ve endişelerimin kırıntılarını herhangi bir şekilde paylaştığımdaysa alamadığım karşılıklar beni biraz daha endişe ve paniğe sürükledi, çünkü sonradan anlayacaktım ki karşımdaki insanın korkuları ve endişeleri beni anlayamayacak sıradanlıktaydı. Bu ise kötü bir şey değil aksine bu durum için doğru uygulandığında tam bir kurtarıcı görevi görebilirdi ama işte o an ben bunu tam bir kusur olarak görmekten ileriye gidemiyordum, yani birini hayatıma almam zaten ona değer verdiğimin göstergesiydi diye düşünecek kadar basit, ama bunu eyleme dökemeyecek kadar aptaldım. Sevdiğini söylemek, sürekli onun yanında olmak süslü püslü hediye paketleri hazırlayıp vermekten daha iyiydi benim gözümde çünkü süslü hediye paketleri ve sürprizler için çok yorgundu zihnim. İnsan bazen süslü hediye paketleri de açmak istiyordu. Bazen yaptıklarıyla onaylanmak istiyordu ya da arkadaşları patır patır evlenirken kendisinin de boş durmadığını göstermek istiyordu. Bu kadardı işte hepsi bu kadar… Bir şekilde önemsenmek ve önemli olduğunu hissetmek istiyordu, duymanın aksine ama ben bunları anlamaktan çok uzaktım. Hayatımda ilk defa hissettiğim tüm olumsuz ve güçlü duyguların ruhumu emmesini izliyordum.
Bir gece aslında hesapta olmayan müstehcen bir telefon konuşması yapmıştım ve karşımdaki kişi kendisi değildi. Kendisinin bu olaydaki rolünün telefon konuşmasının kaydını dinlemekle başladığını ben de bana sorduğunda bilecektim. Bunu öğrenmesine şaşırmadım aslında benim şaşırdığım şey karşımdaki kişinin sakinliği ve bu durumu kabullenişiydi.
Tüm zihnim empati bölgesine doğru akın etmiş ve sığmamıştı zira saat altıda binilen metrobüsten farkı yoktu aklımın. Ne hissettiğini anlamaya çalışıyordum milyon tane sorunun arasında. Kendini değersiz hissediyor muydu acaba? Hayal kırıklığı yaşıyor muydu? Bu sakinliğini nasıl koruyordu? Tüm inancını boşa çıkardığım için üzgün mü? Acaba verdiğim sözleri hatırlıyor mu? Şu an ne yapacağına karar verdi mi? Sen kendini affedecek misin? Sen iyi bir insan mısın? Kendine saygın ne alemde? sorularıyla boğuşurken bana bahşedilen yeni bir şansla devam etme kararı almış ama daha sonra şansımı iyi kullanamadığım gerekçesiyle benimle değilsin diyerek elemişti beni felaketim. Tüm bu sorularla boğuşmam altı ayıma mal olmuştu ama beni öyle bir şekilde elemeliydi ki eleme sonrası yapacakları yüzünden haksız konuma düşmemeliydi. İşte bundan sonrası tam bir kaos ve bunu en iyi şu şekilde anlatabilirim.
Kaptan pilotu olduğum bir kargo uçağında, yardımcı pilotum için ve benim için önemli olan bir kargoyu taşıyoruz. Her şey normal seyrinde ilerlerken bana yakışmayacak bir hata yapıp tüm motorların durmasına sebep olmuştum. Uçak artık yapısı gereği havada süzülerek düşüyor ve ben bu hatayı nasıl yaptığımı düşünüyordum. Yardımcı pilotumun bana nazaran daha sakin olmasını ise çok sonra anlayacaktım. Tüm gösterge panelimde ne kadar ikaz lambası, gösterge ve ekran varsa deliye dönmüş sanki çılgınca dans eder olmuştu. Benimse kulağımda bir uğultu hiç bir şey duymuyordum, beşik gibi sallanan kokpitte aklı başındaki tek şey felaketimin ta kendisiydi. Yapmam gereken şeyleri söylüyor ama ben gözüne ışık tutulmuş tavşan misali kıpırdayamıyordum. Bunca yıllık uçuş kariyerimde yapmamakla övündüğüm bir hatanın tam ortasına düşüp bunu kabullenememekle uğraştığım için aslında ne kadar hızla alçaldığımızı da fark etmiyordum. Belki ilerde geniş bir düzlük bulur ve oraya doğru sertte olsa bir iniş gerçekleştirir, kargomuzu az hasarlı da olsa kurtarabiliriz diyerek flaplara sarıldım fakat flaplar kıpırdamadı ve aklıma gelen tek fikir de buharlaşıp gitti. Kendi sesimi bile duyamıyor ama yüksek sesle bağırıyordum bu uçağı terk etmeyeceğimi. İşte o an yanımdaki boşluğu hissetmem de çok uzun sürmedi. Yardımcı pilotum çoktan uçakta bulunan tek paraşütü sırtına takmış bana hiç hissettirmeden uçağın kapısına kadar gitmişti. Umarım ölmezsin diyerek uçaktan atlamıştı artık ve insanlara yaptığım hatanın çığırtkanlığını daha iyi duyurabilmek için önceden hazırladığı broşürleri de havadan dağıtmaya başlamıştı. Önümde beliren dağa bakıp bir sigara yaktım ve ayaklarımı deli gibi dönmekte olan göstergelerin üstüne uzattım artık bir önemi kalmamıştı zira. Sonrası büyük bir gürültü ve karanlık.
İlk önce kuş seslerini duydum sonra üstümdeki ağırlığı hissettim ölmemiştim galiba. İlk aklıma gelen şey kargoma ne olduğu oldu ve aniden sıçrayıp üstümdeki ağırlıktan kurtuldum etrafıma baktım hemen ama kargomuzdan hiç bir iz göremiyordum. Kocaman bir enkazın içinde ellerim ceplerimde dolaşıyordum ve ne yapacağımı bilemiyordum ki kara kutumu görmemle bu başı boşluk bir anda son buldu.
Dinlediğim ilk şey kokpit konuşmalarımız oluyordu ve şaşırıyordum duyduklarıma. Üstünde izlediğimiz rota ve etrafındaki bölgelerden bazılarının çizili olduğu bir kağıt parçası ilişiyor gözüme zaman kaybetmeden incelemeye başlıyorum. Uçuş rotamızın üstünde kendince bir acil iniş noktasını belirlediğini anlamam da çok zamanımı almıyor.Daha motorlar durmamışken ve biz daha havada değilken bile yapılan bu planın parçalarını birleştirmemse biraz zamanımı aldı. Bana o bölge hakkında sorduğu sorular,hep o bölgenin etrafında uçması ve gün içerisinde verdiğimiz çay sigara molalarında bile elindeki haritayla oturmasını mesleki bir meraktır diyerek geçiştirmiştim.Birleşen her parça bir başka bulmacanın küçük bir parçası oluyor ve işler iyice çığırığından çıkıyordu. Tüm enkazın içinde uzanmış ağzımda sigara gökyüzüne bakıyordum ve göğün maviliğine bir kez daha hayran kalıyordum. Hayranlığımı düşünürken kendimce yaptığım gökyüzüne hayran kalmak için düşmen gerekliymiş demek ki espirisine dudağımın sağ tarafıyla gülümseyip bir nefes daha aldım sigaramdan.
Birden doğrulup üstümü başımı temizledim etrafıma bakıp ironi dolu bir gülümseme daha attıktan sonra yürümeye başladım. Büyük yapraklı ağaçlardan oluşan büyük ormanlar içinden, sesinin insanı rahatlattığı suların üstünden ve güneşin ışıklarının bile aşmaya cesaret edemediği yüksek tepelerden geçiyordum. Bazen ağaçlar arasından süzülen güneşe, bazense mekaniğindeki işleyişe hayran olduğum değişik böceklere bakıyordum ve inancımı pekiştirmeye çalışıyordum.
Yaptığımdan daha az pişmanlık duymamı sağlayan şeyin kendi vicdanım olması gerektiğini düşünmem gerekirken bu düşünceden baya uzaktım.Yürüyordum dudaklarıma takılan o güzel şarkıyı söyleyerek. “The sun was bright, it never shined” .Hayatın devam ettiğini ve bir şekilde de durmadan devam edeceğini biliyordum. Son 6 ayımı “ben kötü bir insan mıyım?” sorusunu sormakla geçirmiş ve bir sonuca bağlamıştım. Kaburgalarım kırılmış (bir sonraki yazı) ama hayatta kalmıştım.
SON.
hikaye gerçek mi bilmiyorum ama gerçekse üzüldüm. başın sağolsun.
kadınlar erkekleri sevmez bu hem tarihsel hem biyolojik bir gerçekliktir. neden sevmez diye soracak olursanız size şu cevabı verebilirim: erkekler kadınların onurlarını, yaşama sevinçlerini ve varlıklarını çalarak, sömürerek beslenirler ve kadınlar salak erkeklerin salaklıklarını onlara hatırlatmayı bir borç bilirler. adet doğum döngüsü anlaşılamadan kadınlar anlaşılamaz, şansına küs dostum.
Eğer gerçekse tüm bu olanlar ki gerçek olmasa da bir çoğumuzun hayatında var olabilecek kırılmalar bunlar. Yine de sorman gereken soru “ben kötü bir insan mıyım?” değil de “Mutlu olmak adına kendimden fedakarlık etmem için beni tutan ne?” olmalı. Geçmişler olsun.