in

Bir Erkeğin İlişki Günlüğü

İlk görüşte aşk benim inanmadığım bir şey. Belki çok fazla inananı ya da bekleyeni vardır ama ben o güruh içinde değilimdir. Dolayısıyla tüm ilişkilerim, sevgili oluşlarım hep iyi birer arkadaşlık süreci içerir. Kızılla da aynısı oldu.

Beyaz teni, uzun sayılamayacak boyu, kendine has havası ve bakır kızılı saçlarıyla dikkatimi çekmiş ama bu özellikleri beni kendine âşık etmeye yetmemişti. Tüm bu dikkat çekmelerinin, iletişime geçmemizin ardında katlanarak artan bir duygu vardı ve adını koyamıyordum. Ben olayın sihrine kapılmışken zaman da ilerliyordu. Zaman; kaynağı yüksek dağlardaki karlı tepelerde olan ve ilkbaharda azgın akan dereler gibiydi. Bırakın üstünde düşünmeyi, rafting yapmak için bile çok hızlı ve tehlikeli olan bir dereydi o. Sonunda tüm cesaretimizi toplayıp birbirimize açıldığımızda, ikimizin de uzun süreli ilişkilerimizin olması bir engel olarak karşımıza çıktı. Ben çok doğru giden üç yıllık ilişkimi bitirirken, o ise çok yanlış giden dört senelik ilişkisini zor da olsa bitirdi. Biraz sancılı ama güzel başlayan bu ilişki hayatımda tutku kelimesinin ne anlama geldiği konusunda beni uçurumlara sürüklemişti. Hiç uyumadan geçirdiğimiz geceler, şehir efsanesi haline gelen sevişmelerin gerçekliği, dokunuşlar, bakışmalar, kaçamak konuşmalar, hediyeler, sürprizler, eve bırakmalar ve o üç saatlik yolu gerisin geriye yürüyüp sabah tekrar onu alıp işe gitmeler için yatmalar…

Hiç bitmeyen bir enerjiden bahsediyorum. Hiç bitmeyecek gibi harcanan zamanlardan ve dünyayı yerinden oynatabilecek bir güçten bahsediyorum. O saatten sonra beni, tanrının bulutların üzerinde oturan sakallı bir adam olduğuna da inandırabilirdiniz, İron Man’in bir yerlerde dünyayı kurtardığına, tüm huzurlu uykularımızın borçlu olduğu peri masallarına da. Şimdi bakınca her şey benim için yorucu ama mükemmeldi. Kaybettiğim zamanın, enerjinin ve diğer tüm şeylerin onun yanında geçirdiğim bir saniyeden daha az değeri vardı. İşte her şey böyleyken bazı şeylerin gözden kaçması da çok normal oluyordu. Bazı işaretler, konuşmalar sırasında arada geçen bazı kelimeler ve tüm şüpheler size görünmez geliyordu. İhtimal dahilinde değerlendiremiyordunuz başınıza gelecek olan şeyleri. Bu hayatta olmaz diyerek kullanım kitapçığınıza da eklemiyordunuz kriz anlarını. Ama işte üzerimizden bulutlar geçiyor ve azgın bir dere olan zaman akıyordu. Apaçık o işareti gördüğünüzde ise aldatıldığınızı öğreniyordunuz.

O kadar mantıklı açıklamalar getiriyordu, o kadar ikna edici konuşuyordu ki, ikna olmaya meyilli bir zihnin buna karşı koyması imkansızdı. Hatta durumu öyle bir kılıf içine sokuyordu ki aldatılmaya sürükleyenin kendisi olduğunu düşünebiliyordu insan bir yerde. Oysa bazı insanlar bilinçli ya da bilinçsiz çok iyi kullanıyordu karşısındakinin zaafını. İnsan açıklamalar yapıldıkça o kadar çok kendini onun yerine koyuyor, o kadar kaptırıyordu ki kendini; vardır ulan bir bildiği, diyordu. Zayıf olanın aslında hiç de değerli olmadığı bir yumak oluyordu aşk. Kendine olan güvenin, duyduğu aşkın ve empatinin birleşerek negatif bir etki yaptığı yumak. Bir çeşit psikoloji bozma yöntemi de diyebilirsiniz.(Bknz: Gaslighting)

Olaylar bir sonuca vardığında ayrıldık. Hayattan kendimi soyutladığım, değersiz hissettiğim ve kendimi bulamadığım bir sene, tabiri caizdir, bir ömür gibiydi. Tüm savaşlarımın kaybedildiği, tüm açıklamaların duyduğum acıyı hafifletmediği ve dünyada acı çeken tek kişi olduğumu düşündüğüm bir ömür. Sonra bir şekilde buldu beni ya da ben bulunmak istedim bilmiyorum ama gaslighting etkisinde olacağım ki bir şey olmamış gibi davrandım. Ben herhangi bir beklenti ve düşünce içinde olmadan davranırken, o bana “Çok değişmişsin” gibi aptalca bir cümle kurdu. “Bu çok normal değil mi?” diye düşünüp gülümsemekten başka bir şey yapamadım. Şimdi bakınca bir kaç rezillik daha yaşadıktan sonra hiç konuşmamak üzere sustuk. Ama bu durumun bile suçlusu benmişim gibi davranacak kadar usta, kendi gamsızlığını saklayacak kadar duygu yoksunu bir davranış biçiminden bahsediyorum.

Karşısındakini kötü hissettirmekle donanımlı insanların varlığı her şeyi daha kötü hale getiriyordu. Aslında en güçlü silâhınız olan empatinin bir yerden sonra namlusu size dönüyordu. Birini anlamaya çalışmak o kişiye beslediğimiz duyguların değeriyle beraber dünyadaki en tehlikeli tuzağa dönüşüyordu. Yani kırmızı ışığı yanan kavşağa yaklaşırken başınıza nelerin geleceğini bile bile hız kesmemenize benziyordu bu biraz. Bilinçli ya da bilinçsiz yapılan bu davranışlar insanın zihninde ve hayatında onarılması güç hasarlara yol açıyordu. Arkadaş sohbetlerinde, atmanız gereken adımlarla, başınıza gelen şeylerle ilgili derin, yararlı ve yaralı tespitleri dinlerken buluyordunuz kendinizi. Artık tanrı bulutların üzerinde oturan yaşlı bir adam olmaktan çıkıyor, uykusuz geçen gecelerin İron Man’in elini, eteğini dünyayı kurtarma işlerinden çekmesine bağlamıyordunuz.

Herhangi bir insana körü körüne, ölesiye inandığı şeylerin yalan olduğunu söylediğinizi düşünün. Hayatını adayabileceği şeyin bir anda yok olduğunu, en çok sevdiği şeyin bir sabah aslında var olmadığını söylediğinizi düşünün. Yaşadığı şeyin aslında kötü bir rüya olduğuna kendisini inandırmış birine, yaşadığının aslında en gerçekten daha gerçek bir gerçek olduğunu söylediğinizi düşünün. Konuşmadığınız bir kişinin sizi kilometrelerce öteden etkisi altına aldığını düşünün. Saç teline bile anlam yüklediğiniz birinin sizin için en büyük işkence aletine dönüştüğünü düşünün. Annesinin aldatılmasından çıkardığı dersi alnına kazımış bir adam düşünün, kendi haklılığını bile kabullenmekte zorlanan bir adam… Öyle seven, öyle hırpalayan bir adam… Ve unutmayın.

Devam Edecek…

Yazan Praxis

4 Yorum

Cevap Yazın
  1. organik şeyler için aşk yoktur arzular vardır, bunu anlamayan bir başka romantik daha!! hangi yüzyıldayız kuzum? oysa bir nehrin aşındırdığı bir taş öyle mi, sürekli ve kendisinden bir şey kalmayana kadar aşıktır ve bunu bilmez.

One Ping

  1. Pingback:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Tüm Zamanların En İyi 20 Amerikan Filmi

İlham Verici Biyomekanik Formların Yaratıcısı Orhan Mert