Dünya, Yeni Zelanda’da Müslümanlara dönük gerçekleştirilen terör saldırısından sonra şokta diyebilmek isterdik ancak birbirimizi kandırmayalım; kimse şokta falan değil. Bir 21. Yüzyıl ritüeli olarak politikacılar saldırıyı kınayacak, çok bilmiş ‘uzmanlar’ televizyonlarda boy gösterip ‘derin analizler’ yumurtlayacak, kurbanların öldürüldüğü yerde mumlar yakılacak, farklı inançlardan insanlar kendi sembolleriyle dayanışma mesajları verecek, internet nefret söylemleri, intikam çığlıkları ve ölenlerin acılarıyla dalga geçmek için kullanılacak ve birkaç gün sonra her şey unutulacak. Ta ki bir başka katliama kadar, hep böyle olmadı mı?
Son dönemin en popüler oyunlarından biri olan PUBG’yi muhtemelen duymuşsunuzdur. Bir uçaktan bir adaya paraşütle atlayan oyuncuların gerçek zamanlı olarak birbirlerini öldürmesi üzerine tasarlanan oyunda, yüzlerce oyuncu birbirini öldürmek için zamanla yarışır, ortada siyasi, dini ya da tarihsel bir saik yoktur. Oyunda bir senaryo da yoktur aslında, birini kurtarmanız, bir yeri ele geçirmeniz, bir hazineyi bulmanız falan gerekmez. Amaç sadece ve sadece öldürmektir, daha fazla ve hep. Dünyada yüz milyonlarca çocuk bu oyunlarla büyüyor, Yeni Zelanda’daki gibi siyasal sebepler taşımasa da henüz üç gün önce Brezilya’da iki çocuk eski okullarını basıp etrafa ateş ederek bir katliam gerçekleştirmediler mi?
Bu tür saldırıların arkasında sadece şiddeti yücelten ve amaçlaştıran bilgisayar oyunlarının olduğunu söylemek kesinlikle yetersizdir ama cami katliamını gerçekleştiren ve adı Brenton Tarrant olan ırkçı faşist saldırganın yayınladığı videoyu izlediğinizde, kafa hizasına yerleştirdiği kamerası ve elinde görülen otomatik silah ve hatta gerçekleştirdiği katliamın ortasında silahının şarjörünü değiştirmesi bile bu türden şiddet içeren bilgisayar oyunlarını fazlasıyla andırıyor. Sanki oyunun içinden gerçek dünyaya fırlatılmış gibi görünen bu ırkçı manyak kan donduran bir katliamın altına imza atıyor ve bunu ironiktir ki, twitch üzerinden oynadığı oyunu yayınlayanlar gibi canlı yayından dünyaya yayınlıyor.
Emperyalist kapitalizmin ve emek sömürüsü üzerinden ayakta duran tüm iktidarların, politik, ekonomik, siyasi ve ideolojik olarak şiddete ve şiddete meyilli toplumlara ihtiyacı vardır. Bunun tek istisnası toplumsal şiddetin erk sahiplerine dönmemesidir. Bu yüzden şiddeti normalleştirmek ve onu arzulayan savaşmaya hazır bir gençlik yaratmak isterler. Endüstriyel sinemadan, bilgisayar oyunlarına, medyadan, burjuva politikacılardan hep açık ya da örtük bir şiddet propagandası pompalanır durur. Düşman konjonktürel duruma göre hemen her ülke, grup, milliyet ya da din olabilir. Bu egemenlerin ihtiyaçlarıyla ilgilidir.
Günümüzde günah keçileri, Suriye’den Afganistan’dan, Irak’tan, Libya’dan ve diğer savaş ve kıtlık bölgelerinden kaçarak, Avrupa’da daha rahat bir hayat arayan, mülteciler ve göçmenlerdir. Dünyanın her yerinde doğal kaynaklar ya da politik hedefler için iç savaşlar çıkarmaktan, soykırımlar örgütlemekten, milyonlarca insanın ölümüne yol açmaktan zerre geri durmayan emperyalistler, hegemonya savaşında gerektiğinde liberal demokrasi gerektiğinde ırkçı faşist yönetim aygıtlarına başvurmaktan çekinmezler.
Örneğin camiyi basan ve onlarca insanı soğukkanlılıkla öldüren cani, Norveç’te 2011 yılında katliam yapan aşırı sağcı Breivik’ten ilham aldığını söylüyor ve Trump’ı ‘yenilenmiş beyaz kimliğin ve ortak amaçların savunucusu’ olarak görüyor. IŞİD’in kafa kesen militanlarıyla aynı öfke ve intikam duygularına sahip ve öfkesi ibadetini yapan kendi halinde insanlara yöneliyor, ona göre katledilmeleri için Müslüman olmaları yeterli!
Emperyalist paylaşım savaşındaki rekabet dünyanın büyük güçleri arasında gittikçe kızgınlaşıyor, Avrupa’da ve Kuzey Amerika’daki aşırı sağ rüzgar, insanlığın ilerici, toplumcu tüm birikimini yok edebilecek bir fırtınaya dönüşme eğilimleri taşıyor. Tüm tarihsel dengeler ve olaylar II. Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesini hatırlatıyor. Yahudilerin yerini Müslümanlar, falanca düşmanın yerini filanca düşman alıyor ve kafaları yabancı düşmanlığıyla, tarihsel husumetlerle doldurulmuş, dünyanın her yerinden milyarlarca genç insan, tarihin kıyma makinesine atılmak için mezbahaların önünde istekle sıraya giriyor! Ne büyük aptallık!
Peki bizde durum farklı mı? “Ezanı ıslıklayanlar” , “bayrak düşmanları”, “vatan hainleri”, “teröristler”, “namussuzlar”, “ahlaksızlar” denilerek, toplumun yarısının her geçen gün hedef gösterildiği bir ülkede, bu hamaset tüccarları batılı İslamofobik ırkçı türdeşleriyle aynı retoriği paylaşmıyor mu? Tam da bu retorik değil mi insanları öfkeyle ve nefretle dolduran?
Yalan, iftira, korkutmayla birbirlerine düşmanlaştırılan dünya halkları tarih boyunca pek çok uyduruk sebeple birbirlerine düşman edilmedi mi, yağmacılar milliyetçiliğe ya da dine dayanan ‘meşru’ sebepler bulmakta hiç zorlandılar mı? İnsanlık tarihsel aptallıklarını bir kez daha mı tekrarlayacak? Bir avuç asalağın çıkarları için yeniden gaz odalarına doldurulmak, kimyasal ve nükleer bombalara maruz kalmak, açlık, bataklık ve karanlık içinde toplu halde yok olmak mı istiyoruz?
Eğer böyle değilse ne yapmalı? Genelde farklı çıkarlar için farklı devletler tarafından ihtiyaç halinde kullanılmak için el altında tutulan terör hücreleri kontrolden çıkıyor ve hızla çıkmaya devam edecek, iklim krizi ve küresel ısınma, milyonlarca insanı mülteci durumuna düşüren savaşlar, emperyalist rekabetin nükleer savaşa dönüşme riski, artan cinsiyetçilik ve homofobi, dinsel bağnazlık, ırkçılık, açlık ve temiz su kaynaklarına ulaşamayan milyonlarca insan… Tablo çok karanlık. Kapitalizme ve onun öz evlatları olan her türden ırkçı ve dinci bağnazlığa karşı kararlı bir mücadele yürütmek gerekiyor. Çok geç olmadan, her yerde ve hemen!
Üslubunuzdan zeka akıyor.
Tesbitlerinizi çok doğru buldum.insanlık artık gözünü açmalı ve bu hayatın ümidin düşmanlarını tarihin çöp sepetine atmalıdır