Türkçülük Günü olarak “kutlanan” gün, bir yanıyla Sabahattin Ali’ye yönelik hedef gösteren açıklamalar, iftiralar ve hakaretlerle dolu bir tarihsel zeminde doğdu. Bu öyle bir süreçti ki, Sabahattin Ali’nin katline varan yolda, kara bir kilometre taşı döşeniyordu…
1944 yılı baharı çok önemli bir davaya sahne oluyordu. Davanın konusu Nihal Atsız’ın, Sabahattin Ali hakkında kullandığı ifadelerdi. Sabahattin Ali, kendisine yönelik saldırı ve hedef göstermeleri akıl almaz boyutlara ulaşan Atsız’ı mahkemeye vermişti. Atsız ise rahattı. Zira “Türkçü” olduğunu açıklamış Başbakan Şükrü Saracoğlu ve o güne kadar tüm faaliyetlerine ya destek vermiş ya da en azından göz yummuş bir iktidar varken bu davanın “siyasi” olduğunu hatırlatıp kurtulacağını düşünüyordu. Ancak farkında olmadığı bir şey vardı; dünyadaki siyasi ve askeri gelişmeler nedeniyle hava dönüyordu…
Şükrü Saracoğlu’nun ‘Kan Meselesi’
Dünya Savaşı’nın etkileri kuşkusuz Türkiye’yi de vurmuştu. Öyle ki, faşist hareketin Avrupa’da yükselişi, Türkiye’deki ırkçıları da harekete geçirmişti. İktidar uyguladığı denge politikası nedeniyle bazen açık, bazen üstü kapalı şekilde bu hareketlere destek veriyordu.
Mesela Dönemin Başbakanı Şükrü Saracoğlu 1942’de Mecliste yaptığı konuşmada, “Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal (en az) o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir” diyebilmişti.
Sabahattin Ali ise o yıllarda bir yandan yazmayı sürdürürken bir yandan da ortaokullarda ve devlet konservatuvarında öğretmenlik yapmıştı. Hasan Âli Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olması, Sabahattin Ali gibi sol görüşlü aydınların devlet kadrolarında görev yapmasını sınırlı da olsa sağlıyordu. Ancak Türkçüler, solcuları, sosyalistleri apaçık hedef göstermeye başlamıştı.
Nihal Atsız’ın Küfür Mektupları
Her şey 20 Şubat 1944 Pazar günü, Nihal Atsız’ın Başbakan Saracoğlu’ya yazdığı ve Orkun dergisinde yayımladığı açık mektupla başladı. Mecliste Türkçü olduğunu ifade eden, bunun “kan meselesi” olduğunu söyleyen Saracoğlu, bu açık mektubun muhatabıydı. Nihal Atsız kin dolu mektubunda bazı öğretmenleri, öğrencileri vs. hedef gösterdi, adeta jurnalledi. Atsız bununla da yetinmedi, 21 Mart 1944’te ikinci bir açık mektup yazdı:
“Bunlar (Sosyalistleri kastediyor), vatan düşmanlarına karşı pek kayıtsız davranan Maarif Vekâleti’nin (Milli Eğitim Bakanlığı) gafletinden faydalanarak mühim yerlere geçmişler ve oradan zehirlerini saçmaya başlamışlardır.”
Ve mektupta konu Sabahattin Ali’ye geliyordu:
“(…) Sabahaddin Ali, bugün kültür işlerinin mühim bir mevkiinde, Maarif Vekili Hasan Âli’nin şahsi sempatisi sayesinde, batırmak istediği Türk milletinin parasıyla rahatça yaşamaktadır.”
Atsız; Pertev Naili Boratav, Sadrettin Celal gibi hocaları da hedef aldığı yazısında, “Mevcut kanunlar kâfi değilse bu bozguncular ocağının kökünü kurutmak için yeni kanunlar yapınız” diyordu. Tüm bunları yaparken gericiliğin olmazsa olmazı cinsiyetçi ifadeler de kullanıyor ve akla zarar örnekler veriyordu:
“Tövbekâr olmuş bir fahişe, artık namuslu sayıldığı halde, nasıl namuslu ailelerin harimine alınmazsa, eski düşüncelerinden dönmüş olan komünistlerin de devlet harimine alınmamaları gerekir.”
Nihal Atsız’ın küfür mektubu böyle sürüp gidiyordu. Sabahattin Ali ise harekete geçmeye karar verdi.
Sabahattin Ali’ye Saldırıp Kitaplarını Yaktılar
Sabahattin Ali, Nihal Atsız’a hakaret davası açtı. Sabahattin Ali’yi dava açmaya ikna edenlerden birinin bizzat Hasan Âli Yücel olduğu söylendi. Üstelik Sabahattin Ali’nin avukatlığını, CHP’nin gazetesi Ulus’un hukuk müşaviri yapacaktı.
Dava 26 Nisan 1944’te Ankara’da görülmeye başlandı. Duruşma için iki gün önce Ankara’ya gelen Atsız’ı kalabalık bir grup karşıladı. Aynı kalabalık, mahkeme salonunda da vardı.
Duruşma esnasında gerilim hiç düşmedi. Sabahattin Ali, “vatan haini” ifadesinin insana yapılabilecek en ağır hakaret olduğunu, bu hakaret nedeniyle halkın ona düşman olabileceğini söyledi. Salonda kışkırtıcı bir hava hakimdi, milliyetçi öğrenciler Sabahattin Ali’nin sözünü slogan ve alkışlarla kesmeye çalışıyordu. Hatta Osman Saffet Serdengeçti adlı öğrenci Sabahattin Ali’ye saldırdı. Bu saldırgan ilerleyen yıllarda Adalet Partisinden milletvekili olacaktı… Karmaşa içinde duruşmaya iki kez ara verildi, sonra da mahkeme davayı 3 Mayıs’a erteledi. İşte sağcıların yıllardır andığı gün, 3 Mayıs 1944’te yaşananlardan sonra belirlenmişti.
3 Mayıs’taki ikinci duruşmaya polis sağcıları almayınca, sağcılar adliye önünde eylem yapmaya kalktılar. Sonra eylemlerini Ulus Meydanı’nda sürdürdüler.
Ayşe Hür, “Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan ve Turancılar Davası” yazısında eylemcilerin “Kahrolsun komünistler”, “Kahrolsun Moskova uşakları”, “Çok yaşa Atatürk!”, “Çok yaşa milliyetçi Türkiye!” sloganları atarak yürüdüğünü, vurup kırarak etrafa sataştıklarını ve sonunda Sabahattin Ali kitaplarını yaktıklarını aktarmıştı.
Hikmet Çiçek’e göre, göstericiler o gün Başbakan Şükrü Saracoğlu’yla görüşmek istedi, talepleri reddedildi; polis ise olayları şiddetle bastırdı. Gözaltı sayısı ise 165’i buldu. Kolu kırılan, yaralanan pek çok gösterici oldu.
9 Mayıs’taki dava sonucunda mahkeme Atsız’a dört ay hapis, yüz lira para cezası verdi. Hapis cezası ertelendi. Ancak kısa süre sonra Irkçılık-Turancılık davasından cezaevine girecekti.
Fakat ırkçıların ve antikomünistlerin bir bölümü tutuklu bulunsa dahi Sabahattin Ali için kurdukları tuzakta saatler işliyordu. Sabahattin Ali durumun farkındaydı ve kurtulmanın yollarını aramaya koyuldu. Ancak ırkçıların çektiği pim hapiste olsa bile, bomba dışarıdaydı ve hedef göstermelerin, karanlık planların tahribatı, Nihal Atsız’ın küfür mektuplarından 4 yıl sonra nihai etkisini gösterecek, Sabahattin Ali, yurt dışına kaçarken öldürülecekti…
Stalingrad Muharebesi Türkçülerin Kaderini Değiştirdi
Dünya Savaşı’nın dönüm noktası sayılabilecek Stalingrad muharebesinde Almanlar yenilgiye uğramıştı. Savaş Almanların aleyhine dönmüştü ve iktidarın Türkçülere bakışı artık aynı olmayacaktı. Ali-Atsız davasından kısa süre sonra İsmet İnönü yaptığı bir konuşmada, “Turancılık fikri, yine son zamanların zararlı ve hastalıklı göstergesidir” dedi; dünyada değişen konjonktüre Türkiye ayak uydurma niyetindeydi. Eski ittifaklar çözülüyordu… Sıra aynı ay içinde Türkçülük-Turancılık davasına geliyordu. Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Orhan Şaik Gökyay, Fethi Tevetoğlu gibi ırkçılar tutuklanacaktı…
Tevetoğlu’nun Sabahattin Ali Kini
Nihal Atsız, Fethi Tevetoğlu gibi ırkçıların saldırıları ve kini Sabahattin Ali öldürüldükten sonra dahi tükenmeyecekti. Tevetoğlu, 1967’de yazdığı, sosyalistlere saldırı ve iftiraların amentüsü sayılacak “Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler” adlı kitabında yazar için “fikri sapık”, “vatan haini”; ölümü için de “sonunda Bulgar sınırını geçerken temizlenecek olan” ifadesini kullanacak kadar ileri gidecekti!
Yazar: Hakan Güngör | Kaynak: Evrensel Gazetesi