in

Pastör, Arda Turan, Hilal Cebeci ve Kaybolan Suudi Gazeteci’nin Aynı Hafta İçinde Gündem Olmasının Sırrı Nedir?

Destuuuur! Yazının devamını okumak istemeyenler olabileceğini hesaba katarak cevabı en başta veriyorum: Hayatın uzun süren bir saçmalık olması.

Geçelim hop oturup hop kalkmamıza yol açan olayların analizlerine.

Haşmetmeaplarımızın biricik gözdesi olan Arda, geçen hafta hepimizi yanlış hareketleriyle çok üzdü. Eğer Arda Turan’ın yerinde ben olsaydım Berkay’a kafa atmazdım. Çünkü kafa atmayı sevmem. Bu bana her zaman ilkel ve kaba bir yöntem gibi görünmüştür. Bu davranışı şanlı Barcelona formasını terletmiş, özel jetiyle umre turu yapacak kadar hassas bir mümin olan biricik Ardamıza hiç yakıştıramadım. Peki ne mi yapmalıydı? Anlatayım!

Bazı sorunların basit çözümleri vardır. Örneğin elektirikli testereler! Teknoloji kol gücünün yerine farklı türden enerjiler ikame ettiğinden beri, iz bırakmadan suç işlemek daha da kolaylaştı. Biliyorsunuz bu günlerde elektrikli testereler önemli, özellikle de rejim karşıtlarını büyükelçiliklerden kimseyi huylandırmadan çıkarabilmek söz konusu olduğunda. Cesedi asitle eritmek her ne kadar kulağa  daha makul bir çözüm gibi görünse de, riskleri ve gerektirdiği uzmanlık hesaplandığında yine de insanın bildiği yöntemlerden şaşmamasında fayda var! Karda yürüyüp izini belli etmeyeceksin.

Arda hesapsız ve içten bir insan, kameralara aldırmadan elini kolunu sallayarak kafa atıp burnunu kırdığı zavallı Berkaycığı hastanede ziyaret edip etrafa birkaç el ateş etmiş. İşte ben buna tek kelimeyle samimiyet derim! Özlediğimiz samimiyet!

Kameralar demişken, nişanlısına olur ya 5’e kadar çıkmazsam ortalığı ayağa kaldır diyen zavallı Suud gazeteci Cemal Kaşıkçı da muhtemelen onlara güvenmişti. Oysa ortadoğu’da her yer Alice’in birdenbire içine düşebileceği binlerce çukurla dolu. Lafı uzatmanın anlamı yok, ışıklar içinde uyu Cemal Kaşıkçı!  Zaten yavaş yavaş unutulmaya da başladın haberin olsun.

Paralel zamanlarda çok önemli başka şeyler de oldu tabii ki. Hilal Cebeci bütün kitschliğiyle kameraya dayadığı kıçını sallaya sallaya Çav Bella’yı söyledi örneğin. Kamuoyu bu durur mu, herkes çıldırdı! Kızcağıza küfürler hakaretler gırla gitti! Hollywood’un yerini alan yeni Amerikan ideolojik bombardıman üssü Netflik’in dizisi La Casa Del Papel isimli postmodern şamatada söylendiğinde “devrimci” duran marş, Hilal’in ağzında kirlenivermişti. Sonra ne mi oldu? Hilal Cebeci yapıştırıverdi cevabı: “Devrimcilik demek özgürlük demektir. Yok dans etmişim, bir direniş şarkısında dans edilir miymiş, şuymuş buymuş! Çok daha ciddi sorunlarımız var!” Aldığımız bu önemli devrimcilik dersiyle boynumuzu utançla yere eğmekten başka elimizden bir şey gelmedi.

Yine paralel zamanlarda bu kez bir terörist ajan, pardon sadece ajan ya da yine pardon sadece bir pastör, papaz mı desek, en iyisi saygın bir rahip olarak anılmayı hak eden Brunson diyelim, düştüğü Alice deliklerinden birinden bir kahraman edasıyla çıkıverdi, öfke, çaresizlik ve gözlerde biriken birkaç damla yaşa aldırmadan hepinizi çok seviyorum dedi ve uçağına atlayıp tombul sarı civcivin yanında soluğu alıverdi. Tombul, haşmetmeaplarımıza Brunson’un serbest kalmasında oynadığı rol için teşekkür etti, onu ve bizi hürmetle andı ve tamam artık aramızı düzelteceğiz dedi. Bu tantanayı da böyle savuşturduk. Sevdiğiniz ya da sevmediğiniz misafirleriniz evinizden gittiğinde içinize üşüşen o boşluk ve yalnızlık hissiyle kalakaldık 80 milyon insancık. Tüm bu tantanadan sonra öğrendik ki, yargımız bağımsızmış! Bu iyi oldu, derin bir nefes aldık ve başlarımızı huzurla yastığa koyduk.

Ha bu arada sevindirici bir başka gelişme daha oldu. “Benim olmazsan taciz ederim” isimli başyapıtıyla milyonların gönlünü kazanan Nihat Doğan’ın iki küçük kızı alıkoymaktan yargılandığı dava ailenin şikayetini geri çekmesi sonucu düştü. Dış güçler aziz milletimizin ulu koruyucularından biri olan Nihat Doğan’ı bir kez daha yıkamadı. Göğsümüz kabardı böbürlendik.

Size dilim döndüğünce ülkenin içinde bulunduğu hali pür-melali anlatmaya çalıştım.

Tahtakurularıyla dolu yataklarda yatmak ve iş cinayetlerinde ölmek istemedikleri ve yine tövbe haşa maaşlarımız da zamanında yatırılsın dedikleri için tutuklanan 3. Havalimanı işçilerini anmadım. Umarım ömür boyu hapisle cezalandırılır hepsi; ne de olsa büyük suçlar büyük cezalar gerektirir.

 

Yazan Hidayet Marsilya

Dünyayı gezmek istediğim zamanlarda Google Earth imdadıma yetişir.

3 Yorum

Cevap Yazın
  1. bi ülkede bir gazeteci bir konsoloslukta sırra kadem basıyor ve herkes günlük hayatına devam ediyor. inanılır gibi değil.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

“Maskenin Estetiği” Zapatistalar ve Subcomandante Marcos

İşkence ve Cezalandırma “Suçlu”yu Gerçekten Islah Ediyor mu?