Sis ormanın yüzüne çektiği maske. O, zulme uğrayan çocuklarını böyle gizliyor. Sisten çıkıyor ve sise dönüyorlar. Chiapas yerlileri heybetli elbiseler giyiyor, süzülerek yol alıyor, susuyor ya da usul usul konuşuyorlar. Hizmetkarlığa mahkum bu prensler, ilk oldular ve artık sonlar. Topraklarından ve tarih kitaplarından dışarı atıldılar, siste ve sırda sığınak buldular. Oradan maskeleriyle çıktılar; kendilerini aşağılayan iktidarın maskesini indirmek için…
“Eduardo Galeano, Tepetaklak: Tersine Dünya Okulu”
Toplumsal mücadeleler tarihi, aynı zamanda insanın tarihidir. İnsanın kendi tarihine sahip çıkması, onu bir “özne” olarak tarihin yapıcısı haline de getirir. İnsan bir yandan kendi tarihini inşa ederken bir yandan da tarihin akışını toplumdan, doğadan ve emekten yana değiştirip dönüştürmekte. İşte bu yazıda, o birikime sahip Maya yerlileri Zapatistalardan ve onların sözcüsü Subcomandante Marcos’tan bahsedeceğiz. “Yeryüzünün lanetlileri” yani bir şekilde ezilen, ayrımcılığa uğrayan, sömürgeleştirilen, zulüm gören -istisnasız bir biçimde- dünyanın lanetlileri arasına girmiş olan herkesle ilgilidir bu yazı. Başka bir dünyanın mümkün olabilirliğine dair bilgilendirici olmasının yanında, toplumsal mücadeleler tarihine de katkı sunanlara selam mahiyetindedir. Bu yazıyı derlerken Zapatistalara dair birçok makale ve yazıyla birlikte, Marcos’un vermiş olduğu röportajlar ve EZLN’nin Lacondan ormanlarından yayınladığı deklarasyonlardan faydalandığımı da belirteyim.
1994 yılının ilk gününde dünyanın balkonundan, Meksika’nın Chiapas eyaletinde bulunan San Cristobal de las Casas’ta hiç kimsenin ummadığı bir anda yüzlerinde maskeleriyle gönüllüler ordusu çıktı ve dedi ki:
Ya basta, Artık yeter!
Chiapas eyaleti, Meksika’yı karakterize eden coğrafi ve kültürel çeşitliliğin örneklerinden biridir. Chiapas’ın hikayesi, Meksika ve Latin Amerika’daki pek çok halkın tarihinin de özeti gibidir. İspanyolların önderliğinde şiddet kullanarak hükmeden insanların hikayesi ve direnmiş, beş yüz yıl sonra bugün hala direnen, geleneklerinin büyük kısmını inatla sürdüren halkların tarihi. 16.YY’dan beri bu coğrafyaya dair hükmetme biçimi halen devam etmekte. İşgalci/sömürgeciler kademeli olarak askeri güç yoluyla farklı yerli halkları yendiler. Kalanlar ise dağlara sığınmak zorunda kaldı. Aslında yerliler, kendi tarihlerini, hafızalarını ve dillerini yeniden üretmekten vazgeçmeyerek ve hatta yerli halkların dünya görüşlerini Katolikliğin yeniden yorumlanmış ve kendilerine mal edilmiş bazı biçimlerini benimseyerek, gizli, dikkat çekmeyen ve duyurulmayan yollardan direnmeyi sürdürdüler. Mayalar işgale en fazla direnen halklar arasında ön plana çıktılar. Yucatan ve Guatemala’da 1703’e kadar boyunduruk altına alınamadılar, kısa zaman sonra da yeniden baş kaldırdırlar. Chiapas’ta 1712’de büyük bir isyana öncülük ettiler. 1900’lü yıllara geldiğimizde, Chiapas’taki yerli halklar, gerek bağımsızlık ordusunun saflarına katılarak gerekse devrim boyunca Emiliano Zapata’nın liderliğindeki Güney Kurtuluş Ordusu’na omuz vererek, Meksika ulusunun inşasına etkin biçimde katıldılar.
Yerli halkların uzun direniş ve isyan geleneğinin bugün Marksist düşünce ve pratiğiyle birleşmesi, kendisini bu sefer EZLN (Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu) olarak sundu.
Zapatistalar der ki: “İstediğimiz tek şey inat ve ısrarla hakikatın aranması, adalet. Ufkumuzda sadece sancılar ve acılar yok. Keşfedilecek renkler ve inşa edilecek dünyalar da var.”
SSCB’nin dağıldığı, 60’ların ve 70’lerin devrimci mücadelelerin bitmek üzere olduğu, kimilerine göre “tarihin sonunun” geldiği bir dönemde, 1 Ocak 1994’te yeniden isyan edenler işte yine bu insanlardı.
EZLN’nin yeni dünya düzenine karşı olan mücadelesi, Meksika’nın NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması) üyeliğinin yürürlüğe gireceği günün gecesinde, Meksika’nın en yoksul eyaleti, nüfusun üçte birinin anadilinin yerli (esas olarak Maya: Tzotzil, Tzeltal, Tojolabal, Chol ) dillerinden biri olduğu Chiapas’da Lacandon ormanlarının derinliklerinden 5000 kadar silahlı kadın ve erkek Maya yerlisinin, Meksika ordusu başta olmak üzere tüm devleti gafil avladığı, yani EZLN’nin “açığa çıktığı” 1 Ocak 1994’te Chiapas eyaletinin San Cristobal de las Casas kentinde kendini duyurdu. Ayaklanmanın başladığı gün turist bir çift EZLN görevlilerine yaklaşıp, Palanque’ye gidemediklerinden yakınınca, yanıt artık çok ünlenmiş Marcos’tan gelmiştir:
Kusurumuza bakmayın ama bu bir devrimdir.
Zapatista komutanları, işgal ettikleri her kentte belediye binalarının balkonundan Zapatistaların savaş ilanı, Lacandon Ormanından Birinci Bildirge’yi okudular: Meksika toplumu devasa adaletsizlikler içinde boğuluyordu; Zapatistaların mücadeleleri iş, toprak, barınma hakkı, ekmek, sağlık, eğitim, demokrasi, özgürlük, barış ve adalet üzerinde odaklanmaktaydı. Bu sadece yerli halklar adına bir mücadele değildi. –Lacandon Ormanları’ndan Birinci Deklarasyon’a yakından baktığımızda, yerlilere dönük tek bir atıf bile bulamayız– EZLN’nin mücadelesi daha geniştir, “Meksika halkı için”dir.
“Cebimde bir kurşun var. O, kardeşlerimden birinin hayatına son veren kurşun. Hepimizin öldürülmüş bir kardeşi yok mu? Benim kardeşim başına sıkılan bir kurşun ile öldürüldü. Peki, o kurşunu ve o silahı ona kim verdi? Daha güçlü biri. Peki, ona kim verdi? Daha güçlü biri… Kardeşimi öldüren o kurşunu cebimde taşıyorum. Zapatistaların ceplerinin büyük olması ceplerinde kurşun taşıdıkları için değil, kardeşlerini taşıdıkları için.”
Bu isyanda, 12 gün süren çatışmalar sonucu ateşkes ilan edilir ve Piskopos Samuel Ruiz García arabuluculuğunda görüşmeler başlar. İki yıl süren bu görüşmelerden sonra, Zapatistalar ve diğer yerli birçok halk, hükümet tarafından tanınmak dışında kendi kaderlerini belirleme hakkı da elde etmiş oldular. Ateşkes antlaşmasının imzalanmasıyla Zapatistalar bölgenin önemli bir kısmında özerklik ilan ettiler. Zapatistalar tarihin sahnesine çıkmışlardı. Böylece “Lacandon Ormanı’ndan Deklarasyon” başlığı altında süreci Zapatistalar açısından anlatan metinler dolaşıma girdi. Zapatistalar bu süreçte hem yeni bir hayat inşa edip hem topraklarını saldırılara karşı koruyorlar hem de taleplerini ve felsefelerini her fırsatta ve her mecrada açıklamakla meşgul oluyorlardı.
122 belediyenin bulunduğu Chiapas eyaletinde, bugün için 80 köyü bünyesinde toplayan bu belediyelerin 38 tanesi EZLN’nin “iyi yönetim konseylerinin” kontrolündedir. EZLN homojen bir örgütlenme değil. Meksikalı Marksist devrimciler ile bölgede önce İspanyol işgalcilere, ardından da Meksika hükümetlerine karşı 500 yıldır direnen Mayalar arasında bir harmanlanmanın ürünü. Bu nedenledir ki, o zamanki adıyla Subcomandante Marcos, bugünkü adıyla Subcomandante Insurgente Galeano (Subcomandante Marcos’un vedası: Işık ve Gölge arasında) , EZLN’nin “doğum tarihi”ni iki hareketin kaynaştığı 17 Kasım 1983 olarak verir.
Burada Latin Amerika’daki Katolik kiliselerine değinmeden olmaz. O coğrafyanın tarihine baktığımızda, kiliseler tavrını yoksul halktan ve sol’dan yana koymuştur. Ayrı bir yazı konusu olur ama, bölgenin en az bunlar kadar önemli olan bir diğer karakteristiği ise, Chiapas Piskoposu Samuel Ruiz’in 1959’dan bu yana bölgede yoksullardan yana bir kilise inşa etmekle meşgul olan, Kurtuluş Teolojisi hareketinin üçüncü nesil kurucularından olmasıydı. “Kurtuluş teologları” olarak da adlandıracağımız bu din adamları, Meksika’da toplumun en fazla dışlanmış kesimleri arasında geniş kabul görecekti. Buradan hareketle, Meksika, Brezilya ve Nikaragua’da sömürü, açlık, baskı ve sefaletle dolu sosyo-politik ve ekonomik gerçeklikten ıstırap çekenler arasında bu -din adamları hareketi- en yoksul kırsal ve kentsel alanlarda kaynağını buldu; temel örgütleyicileri ise hayatlarını yoksullara öncelik vermeye adamış köy papazları, rahipler, dindar ve dindar olmayan insanlar ile beraber– genelde Latin Amerika’daki ve özelde Meksika’daki Katolik Kilisesi’nde bir umut tohumu olarak gören yerliler ve yoksul çiftçiler, işçiler, mevsimlik çalışanlar ve işsizlerdi.
Sözümüz, silahımızdır:
Marcos bir yerde şöyle der: “Biz mücadele ediyoruz ama dünyayı kendimize benzetmek için değil, bu dünyada herkesin yeri olması gerektiğine ve insanlığın mutlu olmaya hakkı olduğuna inandığımız için mücadele ediyoruz.”
Meksika hükümetinin, gerçek kimliğini üniversitede felsefe profesörüyken bir anda ortadan kaybolduğunu ve ailesinin de bu duruma sessiz kaldığını bildiğimiz açıklamasında, 38 yaşında olan ve adının Refael Guillen olarak ilan ettiği Marcos için, ABD’de yayımlanan San Francisco Chronical dergisi, gay olduğu için işten atıldığını yazmış, Meksika Başkanı Zedillo, Marcos’u “zengin çocuğu ve gay” olarak teşhir edip meşruiyetini sarsmak istemiş, bu çarpıcı yanıt ile etik hegemonyayı Zapatistalara kaptırmıştı. Ama bu ifşa pek işe yaramadı. Ertesi gün Mexico City’de sokaklara dökülen 100 bin kişi, haykırıyordu: “Hepimiz Marcos’uz”. “Subcommandante”, “Marcos”un öldüğünü açıklayıp paramiliterler tarafından öldürülen yoldaşı Galeano’nun adını alana, yani 2014 yılına dek resmi çevreler dışında kimse onu Rafael adıyla anmadı. O, Marcos’du… Marcos ve Zapatistalar devletin bu suçlamasına, devrimci kültürün içinden geleneksel bir yanıt vermeyerek öteki dili seçmişti. İşte ezberimizi bozan da, metnin “şairaneliği”nin ötesindeki bu derinliğiydi. Ne demişti Marcos:
“Marcos, San Francisco’da bir gay, Güney Afrika’da bir zenci, San Ysicro’da bir Chicano, İspanya’da bir anarşist, İsrail’de bir Filistinli, San Cristobal sokaklarında bir Maya yerlisi, Mexico City’nin varoşu Neza’da bir çete mensubu, folk müziğinin kalesi Ulusal Üniversite’de bir rocker, Almanya’da bir Yahudi, Savunma Bakanlığı’nda bir uzlaştırıcı, Soğuk Savaş sonrası çağda bir komünist, ne galerisi ne müşterisi olan bir sanatçı… Bosna’da bir barışçı, Meksika’nın herhangi bir kentinde bir ev kadını, grev yapmaya asla yeltenmeyen CTM sendikasında grevci, başkaları için kitap yazan bir gazeteci, gece saat onda metroda yalnız başına bir kadın, topraksız bir köylü, işsiz bir işçi, mutsuz bir öğrenci, serbest piyasacılar arasında bir muhalif, ne kitabı ne okuyucusu olan bir yazar ve tabiî Güneydoğu Meksika dağlarında bir Zapatacı’dır…”
Zapatista örneği, politik dilin estetikleşmesi, estetik dilin politikleşmesi anlamına da geliyor. Bunun sonucu olarak da, politikanın estetik hale getirilmesi. Bir Zapatista uzmanının; “yani siz onların şiirle devrim yapacaklarını mı söylüyorsunuz?” şeklindeki soruya verdiği “Şiirsiz devrimin olmayacağı görüldü” şeklinde özetlenebilecek yanıtı, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.
Marcos neden “Subcomandante” sıfatını kullanır, buna da değinmeden olmaz. Komutan rütbesini, onu pratik olarak icra edemeyecek olan Emiliano Zapata’ya vermek ve diğer kişileri “komutan yardımcısı” olarak adlandırmak, aslında kimsenin belirli bir komutanın emrinde olmadığı ve herkesin aynı kollektivizmin hizmetinde olduğu anlamına gelmektedir.
Zapatistalar, inşa ettikleri Komünlere “Salyangoz” adını vermektedir. Salyangozlar, Meksika yerli kültüründe “kalbe ve bilgiye açılan yolu, kalbin ve aklın dünyayı sırtlanmasını” temsil eden bu kavram aynı zamanda Meksika yerlilerinin “hayat” anlamında kullandıkları ilk kelime olma özelliğini de taşımaktadır. Salyangozun kabuğunun sarmallığı, helezonik yapısı ise Zapatistaların eylemlilik biçimine işaret etmektedir: Dönen, genişleyen ve yayılan fakat asla fasit daireler şekline bürünüp kendi içine hapsolmayan, dahili ya da harici sınırları olmayan ve sürekli evirilen bir eylemlilik biçimine. Yine Subcomandante Marcos’un “Mücadele bir çember gibidir, her noktasından başlar ama asla bitmez” sözü bu eylemlilik biçimini yansıtmaktadır.
Bununla beraber Zapatistalar’ın “ayna” metaforu da EZLN’nin bir öncü değil, ezilenlerin mücadelesini yansıtan bir araçtan başka bir şey olmadığını açıklamak üzere kullanılmaktadır. Yine Marcos’un 2008 yılındaki bir açıklamasına bu metafora şu şekilde değinilir:
“Biz bir aynayız. Burada, görmek ve görülmek için, bizi görmeniz, kendinizi görmeniz ve ötekinin kendisini bizim görüntümüzde görmesi için biz buradayız. Buradayız ve biz bir aynayız. Gerçek değil, yalnızca bir yansıma. Işık değil, yalnızca yansıyan ışık. Yol değil, yalnızca birkaç adım. Rehber değil, bizi sabaha çıkaracak sayısız yollardan biri.”
Doğrudan demokrasi, rızanın örgütlenmesi ve sözcüğün sözlük anlamıyla “yerlilik”. Bu sözler, Zapatistaların yerel ile evrenseli, örgütlülük ile özgürlüğü ve geleneklere saygı ile güncelliği nasıl bir araya getirdiklerini anlamak açısından önemlidir.
Maskenin Estetiği
Zapatistaların en popüler simgesi haline gelen “kar maskesi” ise öncelikle yürüttükleri faaliyetin bir zorunluluğudur ancak Zapatistalar buradan güçlü bir simge yaratmayı başarmışlardır. Marcos buna ilişkin, Ignacio Ramonet ile gerçekleştirdiği bir söyleşide “Biliyorsunuz, yüzümüze maske geçirmeye karar verdik çünkü daha önceleri kimse bizi görmüyordu. Yerliler ‘görünmez’ ve ‘yok’ durumdaydılar. Paradoksal bir biçimde, yüzümüze maske geçirdikten sonra bizi gördüler ve görünür hale geldik” sözlerini sarf edecekti.
Maskeler yoluyla “çağdaş söylenceler” oluşturan Zapatistalar’ın ve sadece onlardan biri olan Marcos’un, kavramları imge, imgeleri kavram gibi kullanma yetenekleri, en merkezli oldukları anda bile “merkezsizlikleri”, demokratik merkeziyetçilik yerine demokratik herkeziyetçilik olarak özetlenebilecek halleri, ormanda internet üzerinden referandum yapacak kadar muzip ve işlevsel romantizmleri, maskelerle dans eden müzikhalleri bizi çarpıyor…
Maskenin estetiği ve maskenin romantizmidir Zapatistalar…
Marcos adı ve yüzü maskeli bir figür. Bu bir özenti değil, tersine, oluşturmaya çalıştıkları yeni politik kültürün olmazsa olmaz koşulu… Marcos, “Neden maske takıyorsunuz?” sorusuna “Burnumun çok büyük olduğunu biliyorum. Burnumu gizlemek için maske takmaktan başka ne yapabilirim ki…” diye yanıt veriyor. Bu kendi pratiğini mizah konusu yapabilmenin kültürü olduğu kadar, kahramanlaşanların “burnu büyüklük”leriyle de ilgili bir şey… Devamında da şöyle der Marcos: “Mücadele ve savaş bizi kahramanlaştırdı. İsimlerimizle, eylemlerimizle yerliler arasında kahramanlaştık. Biz EZLN’nin ve kendimizin yüceltilmesini, isimlerimizin, yüzlerimizin tanınmasını istemiyoruz. Çünkü barış ve demokrasi sağlandığında, bizler maskelerimizi çıkarıp halkın arasına karıştığımızda onlarla eşit sivil yurttaş olarak beraber olmak istiyoruz. Kahramanlığımız, isimlerimiz ve yüzümüz bir ayrıcalık oluşturmasın diye maske takıyoruz.”
Maske, dünyayı yorumlamanın ve değiştirmenin de imgesidir. Egemenlerin düşleri ve gerçekleriyle, yerlilerin düş ve gerçekleri arasındaki uyuşmazlık maske ile de deşifre edilmektedir. Maske öz ve biçimiyle Maya ve Aztek yerlilerinin Meksika resmi tarihine itirazıdır. Beyazlar dünyasından siyah bir kopuştur.
Gelelim maskenin yarattığı bir diğer muzipliğe Televizyon kanalında üç Zapatista ile söyleşi yapılmaktadır. Bunlardan birinin Marcos olduğu ya da olabileceği varsayımı ile muhabirin “Marcos sizsiniz değil mi?” sorusunu her seferinde Zapatistaların üçü birden “Si” diyerek boşa çıkarır. Herkesin Marcos olduğu ama hiç kimsenin Marcos olmadığı.
“…. onurla dövüşen onurla konuşur, bizim, biz sahici insanların yüreğinde yalan yoktur. Bizim sesimiz daha büyük bir sayının takipçisidir, hiçbir şeyi olmayanların, sessizliğe ve cehalete mahkum edilenlerin, topraklarından ve tarihlerinden egemenlerin hükümdarlarıyla sökülüp atılanların, öfke ve ızdırap dünyasının üzerinde dolaşan değerli erkek ve kadınların, yalnız ve terk edilmiş çocukların ve eski ölülerin, aşağılanmış kadınların, küçük adamların sesidir… Özür dilemeyeceğiz ya da yalvarmayacağız… Tüm varlıkların hakkı ve aklında olan şeyleri talep edeceğiz: Özgürlük, adalet, demokrasi, bizim için hiçbir şey, herkes için her şey… Bizim, bu toprakların en küçüklerinin, yüzü olmayan, tarihi olmayan, hakikatle ve ateşle silahlanan, geceden ve dağdan gelen, hakiki erkek ve kadınların, dünün, bugünün ve her zamanın ölüleri olan bizim… için hiçbir şey… Her şey herkes için… Eğer yalan egemenlerin ağzına yeniden düşerse, bizim ateşten sesimiz yeniden konuşacak, her şey herkes için….”
“Onur, milliyeti olmayan o ulustur, aynı zamanda bir köprü olan o gökkuşağıdır, içinde hangi kanın dolaştığı önemli olmayan kalpteki o tınıdır; sınırlar, gümrükler ve savaşlarla alay eden o asi itaatsizliktir.”
Bitirirken…
Onlar zaten kendi hikayelerini anlattılar ve anlatmaya da devam ediyorlar. Ne diyelim, en son umutlar ölür. Zapatistalar bize “başka bir dünyanın” mümkün olabilirliğine dair inancımızı ve umudumuz diri tutmayı öğretmeye devam ediyorlar hala.
İnsanlık halinin … kötü davranışa dönük inatçı bir eğilimi vardır.
En beklenmediği anda, isyan patlak verir ve haysiyet ortaya çıkar. Chiapas dağlarında, mesela. Uzun zamandır yerli Maya sessizdi. Maya kültürü bir sabır kültürüdür, beklemeyi bilir. Bugün kaç insan bu dilleri konuşuyor ki? Zapatistalar Chiapas’ta, aslında her yerdeler. Pek az kişiler fakat pek çok gönüllü elçileri var. Bu elçileri kimse atamadığı için, görevden de kimse alamaz. Bu elçilere kimse maaş vermediği için, kimse onları kafalayamaz ya da satın alamaz.
Eduardo Galeano
Kaynak: – Zapatistalar: Salyangozun uzun yürüyüşü, Gazete Karınca, Soner Torlak
– EZLN Tarihine Bir Bakış-Bin yıllık Direniş, sendika.org, Raul Romero
– Zapatistalar İyi ki Varlar, Birikim Dergisi, Sezai Sarıoğlu
– Sözümüz Silahımızdır -Subcomandante Marcos, Bakış Kitaplığı
Emek harcanmış bir yazı teşekkürler.
Teşekkürler…
Emeğinize sağlık.
Teşekkürler.