Güz… Yazdan sonra. Kıştan önce. Hem kıştan yaza yumuşak bir geçiş hem de yaşanacak yeni yazlar için bir umut kaynağı… İlkbaharın biraz daha melankolik hali. Belki de bir muhasebe mevsimi olmasından… Üniversite yıllarımı geçirdiğim, yarı zamanlı öğrenciliğin yanı sıra gece gündüz bambaşka şarkılar söylediğim, üç büyük şehir arasında bende en çok iz bırakan şehir olan Ankara’ya dair en çok özlediğim şey.
Fazıl Say’ın yeni albümü “Güz Şarkıları”, Say’ın Türk edebiyatının en güzide şairlerinin güz temalı ya da güzü anımsatan şiirlerinden seçtiği sekiz şiire yaptığı besteleri içeriyor. Böyle söyleyince kendimi bu çalışmaya haksızlık etmiş gibi hissettim. Öyle ya, bu albümde yalnızca bestelenmiş sekiz şiir yok. Bu albümde Nazım Hikmet var, Türkçe var. Cemal Süreya, Ece Ayhan var… İkinci Yeni var. Aşk var. Ahmet Arif var, Ankara var. Hasret var. Behçet Aysan var. Sivas var. Ateşin hüznü var. Ele avuca sığmaz bir gerçekçilik, Can Yücel var. Attila İlhan var, İzmir var. Yüzünü aydınlığa dönmüş bir Türkiye’nin ürünü müzisyenler var. Fazıl Say var.
Say’ın Nazım Hikmet Oratoryosunda da birlikte çalıştığı, bu albüm fikri ortaya çıktığında “Tüm potansiyelini, Türkiye’nin en güzel erkek seslerinden birine sahip olduğunu, tüm klasik müzik geçmişini, şairlere olan duyarlılığını, zekanı, yeteneğini, kavrayışını, hepsini biliyoruz, bütün bunlara eklemen gereken tek şey var: Çalışmak, kendini adamak, kampa girmek. Çünkü kalıcı olmak, çok yüksek seviyede iş çıkarınca olur. Bunları yapacaksan ‘Güz Şarkıları’mı sana emanet edeceğim, bu kayıt için Türkiye’nin en iyi müzisyenlerini topluyoruz, piyanoda da Ece (Dağıstan) olacak” dediği Güvenç Dağüstün var. Dağüstün’ün insanın içine işleyen sesi, insanı kıskandıran vibratosu var. Say’ın kayıtlarda piyanosunu emanet ettiği Ece Dağıstan var. Dağıstan’ın o tadına doyulmaz, yürek titreten tuşesi var…
“Güz Şarkıları” tam bir stil kataloğu gibi. Her dinleyeni ayrı ayrı ve aynı anda yakalayacak tarzlar ve melodiler var bu albümde. Caz var. Türk musikisi var. Kabare müziği var. Durum bu olunca da kanun ve kemençe de var alto saksafon da. Sırasının gelmesini dört gözle beklediğim kontrbas partileri var. Flüt, klarnet, duduk, bendir, keman, viyola, çello… Hiçbirinin yerini başka bir şey tutmazmış ya da olmasalar bir şeyler eksik kalırmış duygusu veriyor insana hepsi…
Fazıl Say ortaya çıkan üründen oldukça memnun. Ekiple yaptığı tek provadan sonra Çin turnesine giden Say, döndüğünde, 6 gün süren kayıtların meyvesini dinlediğinde “dünyanın en mutlu insanı” olduğunu söylüyor. Albümdeki performansı tanımlarken “Çığlık atacağınız kadar iyi” diyor Say.
Albümdeki sekiz şarkıdan beni en çok yakalayan şarkı “Güz” oldu. Gerek kompozisyon gerekse sözler, gerek Dağüstün’ün yorumu gerekse Dağıstan’ın piyanosundan çıkan keskin akorlar çok etkileyici kılıyor “Güz”ü. Nazım Hikmet dizelerinin tabiatında bulunan o şarkısallık, akıcılık da eklenince tadına doyulmaz bir şarkı çıkmış ortaya… “Usulcana”, “Hasreti Uykularda” ve “Akrep Gibisin” yine sırasının gelmesini beklediklerimden…
Böyle yoğun çalışma ve emek kokan şarkılar dinlemeye olan özlemden midir, yedi ay kadar önce kırk yaşıma girmiş olmanın yarattığı karmaşık ruh hallerinden mi bilmiyorum ama bu albüm son dönemde beni en çok yakalayan çalışma oldu. Albüm raflarda yerini aldıktan kısa bir süre sonra Spotify’a da geldi, ne de iyi etti. Dinleyin, dinletin.
Keyifli dinlemeler…
“Günler gitgide kısalıyor,
yağmurlar başlamak üzre.
Kapım ardına kadar açık bekledi seni.
Niye böyle geç kaldın?”
(Güz, Nazım Hikmet Ran)
Harika bir yazı olmuş. Kalemine sağlık.
Teşekkürler. ?