14 yaşında bir çocuk neden Neonazi olur? Milyonlarca insanın ölümüne yol açan ırkçı bir ideoloji neden Almanya’da destek buluyor? Eski Neonazi Christian Weissgerber, DW Türkçe’nin sorularını yanıtladı.
1989 doğumlu Christian Weissgerber, eski bir Neonazi ve Almanya’da aşırı sağı en yakından tanıyan isimlerden biri.
14 yaşında Neonazi olan Weissgerber, organize aşırı sağın güçlü olduğu, hatta 8’i Türk 10 kişiyi öldüren NSU terör örgütünün temellerinin atıldığı Thüringen eyaletinde, otonom nasyonalist bir grup içinde aktif olarak yer aldı.
Sol otonomların imaj, eylem ve söylemlerinden esinlenen, kapitalizm ve küreselleşme karşıtlığı ile sisteme muhalif olan otonom nasyonalistler, şiddeti siyasi araç olarak gören, en agresif aşırı sağcı gruplardan sayılıyor.
Yıllarca bu grubun karar alıcıları, sözcüleri arasında görevler üstlenen Weissgerber, 2010 yılında bu gruptan ve aşırı sağdan ayrılma kararı aldı ve yeni bir hayata başladı.
Ama Weissgerber, özür dilemenin yaptıklarını affettirmeyeceğini düşünüyor. Bu nedenle gençlerin, “canavar” olarak nitelendirdiği bu ırkçı ideolojinin büyüsüne kapılmaması için eğitimler veriyor.
“Babaların Vatanı! Ben neden Neonaziydim” (Mein Vaterland! Warum ich Neonazi var) adlı kitabını da yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmek, aşırı sağın gerçek yüzüne ışık tutmak için kaleme aldığını anlatıyor.
Kitabın başlığını bilinçli olarak “Babaların Vatanı” olarak seçtiğini vurgulayan Weissgerber, bunun hem çocukluğunda şiddet gördüğü babasına, hem de Almanya’da aşırı sağ çevrelerde babanın, erkeğin üstün görülmesine, ataerkil anlayışa bir gönderme olduğunu söylüyor.
DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Weissgerber, Almanya’da ırkçı ve aşırı sağ ideolojiye artan desteği, buna zemin sağlayan etkenleri, kendi tecrübeleri ve gözlemleri ışığında anlattı:
14 yaşında sizi Neonazi olmaya iten nedenler neydi?
Christian Weissgerber: Yoksul bir ailede, baba şiddeti ile büyüdüm. Annem bizi terk ettiğinde ben bir yaşındaydım. Aryan ırkının bir parçası olma düşüncesi, elimden alınamayacak bir kimliğe sahip olmamı sağlıyordu. İtibarımın arttığına inandım. Ayrıca Almanya’da ırkçılık pek çok insanın günlük hayatının bir parçası. Ben de ırkçılığın normal kabul edildiği bir ortamda büyüdüm, ırkçı espriler yapmak, Nazi müziği dinlemek normaldi. Resmi söylem Nazi olmanın kötü bir şey olduğu yönündeydi oysa Nazi ideolojisini oluşturan şeyler toplumda iyi görülürdü. Birçokları haklı olarak bazı siyasi akımları içerdiği şiddet nedeniyle dehşet verici buluyor. Ama tam da bu nedenden ötürü IŞİD, Bozkurtlar gibi aşırı sağ ve kısmen sol da gençleri cezbedebiliyor. Canavarlar, beni olduğu gibi, bazı gençleri büyüleyebiliyor…
Kitabınızda, “İnsanların neden Nazi olduklarını anlamak istiyorsak, ‘normal bir Alman ailenin’ kapalı kapılar ve jaluziler ardındaki günlük hayatına göz atmalıyız” diyorsunuz. Kitabınızla bu kapıyı araladığınızı düşünüyor musunuz?
“Nazi ideolojisi, İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca insanın ölümüne yol açtı. Kitabımda buna rağmen bugün popülist nasyonalizmin, yeni aşırı sağın neden destek bulmaya devam edebildiğine ışık tuttum. Organize Neonazi yapılarını, söylemlerini ve işleyişlerini, radikalleşmenin zihin, duygu ve bedende yol açtığı değişimi, dövüş sporlarının, erkeklik algısının oynadığı rolü aktarmaya çalıştım. Aynı zamanda kitap ile kendi adıma bir dönemi geride bırakmak istedim. Neonazi olmamın gerisinde yatan sebepleri, mağdur edebiyatı yapmadan, mağdur rolüne bürünmeden anlattım. Gerçek şu ki, Neonazi olmaya ben karar verdim.”
Almanya’nın yakın tarihinde Neonaziler tarafından düzenlenen saldırılar, kundaklamalar, cinayetler oldu. Solingen katliamı, mülteci yurtlarının hedef alındığı Hoyerswerda, Rostock-Lichtenhagen olayları, Mölln saldırıları, NSU terörü bunlardan bazıları…
“NSU ortaya çıktığında ben artık aşırı sağ içinde yer almıyordum. Bizim grup, Mölln, Lichtenhagen’ı hiç bir olumlu getirisi olmayan aptalca eylemler olarak görüyor, bunların bize zarar verdiğini düşünüyorduk. Biz bireyleri hedef alan şiddete karşıydık, sevgiden değil tabii ki, devlet aygıtının üzerimize baskı oluşturmaması için karşıydık. Ama şiddeti siyasi bir araç olarak dışlamıyorduk. Stratejimiz söylemlerimizle belirli kişileri düşman olarak hedef gösterip, diğer kişileri de bu insanlara karşı şiddet uygulamaya hazırlamaktı. Bugün AfD ve Kimlikçi Hareketi’nin izlediği strateji de aynen bu. Kimlikçi Hareketi, bizim o dönem başlattıklarımızın devamı niteliğini taşıyor. Bu nedenle bugün yaşanan gelişmelerde sorumluluk taşıdığımı düşünüyorum.”
Kimlikçi Hareketi bugün en tehlikeli aşırı sağcı hareketlerden biri olarak görülüyor…
“Kimlikçi Hareketi’nin izlediği stratejiyi, biz savunuyorduk, benimle otonom nasyonalistler arasında yer alanların çoğu şu anda Kimlikçi Hareketi’nde üst düzeyde aktif. Sürece zemin hazırlamış olmam, şimdi sorumluluk üstlenerek buna karşı aktif olarak karşı gelmemi gerekli kılıyor.”
Yanılmıyorsam NSU terör örgütüne silah temin etmekten 10 yıl hapis cezasına çarptırılan, yattığı süre dikkate alınarak serbest bırakılan Ralf Wohlleben de arkadaşınızdı… NSU’yu duymuş muydunuz?
“Hayır, NSU’yu duymamıştım. Wohlleben ise birlikte siyaset yaptığım, evine gittiğim, çok iyi anlaştığım, arkadaş olarak gördüğüm bir kişiydi. Çok normal bir aile hayatı var gibi duruyordu, 2011 yılı itibariyle ortaya çıkanlar, kendi çevremde kişilerin insan hayatlarının yok edilmesine karışmış olmaları, beni gerçekten şaşırttı.”
Peki nasıl oldu da ayrılmaya karar verdiniz?
“İçinde yer aldığım otonom nasyonalistlerin, dazlak Nazilerden farklı olmasının yol açtığı görüş ayrılıkları, polis ve savcılıkların uyguladığı baskı gibi birçok etken vardı. Ayrıca, Antifa gibi sol gruplarla ortak düşmana, sisteme karşı birlikte hareket etme gündemdeydi. Karşı taraf toplumsal sorunların çözümüne katkı sağlamayan ırkçı nasyonalist tutumumuzun işbirliğini imkansızlaştırdığını söyleyerek bunu reddetti. Bu yolla başlayan iletişim ile nasyonalist, ırkçı politikaların, çetrefil toplumsal sorunları belirli bir grup insana indirgediği farkındalığı oluştu bende. Örneğin çok çetin ekonomik sorunların, “yabancılar işlerimizi elimizden alıyor” gibi çok basite indirgendiğini anladım…”
Yeni bir hayata başlamanın en zor yanı neydi?
“O ana kadar inandığınız herşeyden vazgeçiyor olmanız. Bir Neonazi’yi ideolojisinden vazgeçirmek, çok inançlı bir Hristiyan ya da Müslüman’ı, tanrının olmadığına ikna etmeye çalışmak gibi zor. İkna olduğunuzda ise bu tek başına yönetilemeyecek ciddi bir dönüm noktası. Sadece zihninizde değil, bedeninizde de bir değişim süreci yaşıyorsunuz: Daha farklı hissetmeyi, sevmeyi ve yaşamayı öğreniyorsunuz…”
Almanya’nın doğu eyaletlerinde aşırı sağ ve sağ popülizmin güçlenmesini neye bağlıyorsunuz?
“Doğudaki bazı yerlerde nasyonalist ırkçı düşünce o kadar baskın ve yaygın ki, artık bunları benimsemeyenler aykırı olarak görülüyor. Ancak bu bölgeye ve insanlarına sırt çevirmeye devam edersek, onların kendilerine ilgi gösteren aşırı sağcılara yönelmesine de şaşırmamamız gerekir. Etkili mücadele için önleyici çabalara, eğitime odaklanılmalı. Bu nedenle okullarda öğretmenlerle, yetişkinlerle çalışıyor, tecrübelerimi paylaşıyor, eğitim danışmanlığı veriyorum. Ne yazık ki mevcut nesiller zaten kaybedildi, en azından gelecek nesiller için çabalamalıyız.”
Değer Akal / Berlin
© Deutsche Welle Türkçe
harika bir röportaj