in ,

Detaycı Yaklaşım: Her Anın Niyesini Sorgulamak

“Okurken eşlik etmesi dileğiyle…”

Sabah mahmurluğuyla uyandı Hasibe. Gözlerinin ebrucu detaylarıyla kendisini aynada süzdükten sonra “Başlıyor.” dedi. “Yeni bir gün, yeni bir hikaye daha.” Kaç parça kahve atmıştı fincanına, saydı her zamanki gibi. Sabahları ellerini suya soktuğunda gerilirdi. Yıkanmaktan desenleri çatlamış pijamasına dökülen saç tellerini ayıklar, elleri ıslak olduğunda zorlanırdı çünkü.

Giyinirdi ki ne giyinmek. Her gün olduğu gibi bugün de ne giydiyse adeta o kumaştan bir parçaymış gibi süzüldü ve kapadı defolu uzuvlarını. Dışarıda insan silsilesi. Kaldırım taşlarına attığı adımları sığdırmanın kaygısıyla yürüyordu. Geçip giderken küf tütmüş sesler arasından bir sonraki adımını düşünüyordu. Hangi kara parçası üzerinde durursa dursun bir yöne ihtiyaç duyuyor ve başka bir gezegenden geldiğini hissediyordu. Yabancılaşmanın doruğuna ulaştığında ise ağaç yapraklarına bakıyor ve sadece damarlarına odaklanabiliyordu. Yeşilini göremeden, kıpırtısını hissedemeden. Gelmiş geçmiş en barbar toplumun ortasındaymışçasına bütün dikenlerini çıkarmıştı. Ürperiyordu baktığı gözlerde kendi ölümünü gördükçe. Oturdu bir masaya, ellerini usullere uygun bir biçimde yerleştirdi. Tırnakları saksıya değiyordu. Gözeneklerindeki damlacıkları işaret parmağıyla sildi ve şekerin eriyişini izledi. Bileğindeki çıkıntıyı okşayıp arada da çayını yudumlayarak vakit öldürüyordu. Oraya da ait olamamış ve kısa bir süre sonra kalkmıştı. Tekrar kalabalığa karışma korkusu ile soldan yürüyor, başını asla kaldırmıyordu. Sanırım insanların ona karşı bir beklenti içinde olduğunu düşünmekte ve kendini her bakımdan yetersiz hissetmekteydi. İlk kez kafasında özgürlüğe dair başka bir tasvir oluştu. İdare etmekte zorlandığı ve her anına sadece kendisinin şahit olduğu bir yaşamın onu kısıtladığına karar verdi. Aradığı özgürlüğü bunu sonlandırarak bulacaktı. Yavaşça ilerledi, son kez selamladı inşaat işçilerini, mama dağıtan teyzeyi, hasır sepetli amcayı.

Yer yer çatlaklarla bezeli, yağ yeşili ve pencereleri gün yüzü görmemiş bir yuvaya tırmandı. İntihara meyilli gözyaşları dudaklarını ıslatmış ve karşıdaki elektrik direğinin gölgesi vücudunu parçalara ayırmıştı. Bu kaçak binanın üstünde adeta bir Zultanit gibi parlıyor ve renkten renge giriyordu. Ellerini ilk kez açtı göğe, bulutlarla kucaklaştı. “Sonu olmayan bir hikayenin başı olmayacağım.” dedi ve eklemleri şarapnel parçaları gibi beton yığınlarına karıştı. Gördüğü son renk kırmızıydı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Çağımızın Bir Dahisi: Peter Watkins

Eski Lûgata Ne Kadar Vâkıfsınız?