Cep telefonlarımız günlük hayatımızın içinde hatta merkezinde. Son araştırmalara göre her insan ortalama olarak 2 dakika süreyle telefonunu kontrol ediyormuş (bu süre daha da kısalmıştır diye tahmin ediyorum). Tabi ki bir bildirim gelse sesle ya da titreşimle telefonumuz bizi uyaracaktır ama beklentimiz var işte anlasana.
Telefonunun şarjı bitecek diye telaşlanmak gayet normal bir sorun haline geldi. Oturacağımız mekanlarda elektrik prizinin yeri keza aynı şekilde. Harici şarj aletleri ellerde ve ceplerde. Aynı şekilde insanlar bize ulaşamadıkları zamanlar için bizden hesap sorabilmeye başladılar. Telefonun neden kapalıydı, falanca saatte aradığımda neden açmadın, yazdığımı gördün neden cevap yazmadın, en son bu saatte online’dın mesajımı görmedin mi… Bu telefonların akıllı olması ve hayatı kolaylaştırması gerekmiyor muydu, yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum tüm o reklam sloganlarını?
Bir adresi sorarak bulmayı gerçekten çok özledim. Yeni yollara sapmak, bilinmezliğe dönmek, kaybolmak, yönünü kestirmeye çalışmak gibi eğlenceli ve insanı hayatta hissettiren güzel bir faaliyetti yeni bir adrese gitmek. Bu şekilde yeni sokaklar, dükkanlar, kestirmeler, manzaralar, kediler, köpekler, sessizlikler, rüzgarlar bulunurdu. Yaşadığımıza şükreder gibi gülümserdi yüzümüz. Kafamızı kaldırır yukarı bakardık. Buraya kesin Mehmet’i getirmem lazım, derdik. Buradaki kafeye bir gün kesin geleyim, güzel çalıyormuş, derdik içimizden. Yapılara bakar yaşını, yaşantısını kestirmeye çalışmak gibi oyunlar olurdu kafamızda. Her sokağın farklı olması güzeldi, biraz bilmeden yürümek güzeldi. Gerçi artık telefondan haritaya bakarak adres bulmak daha kolay, evet. Adres sorduğum kişiler “telefondan baksana” diye cevap veriyor genellikle. Bir arkadaşımla buluşacağımda ya da arkadaşım benimle buluşacağında “konum at” emriyle adresle ilgili konuşmamızı noktalıyoruz. Ardından elindeki telefonun ekranını yüzüne çevirerek yollarda yürüyen ve insanlara çarparak varacakları noktaya ilerleyen yaratıklar oluyoruz. Genellikle de bu yolculuk esnasında bir şeylere çarparak varacağımız yere sinirlenerek gitmiş oluyoruz. Oley!
Şehir içinde gezinirken, toplu taşıma araçlarında ya da sokaklarda pek çok kişiyle tanışmışımdır. Hala görüştüklerimde var. Uzun zamandır bu güzel rastlantıları yaşayamaz oldum. Ben de dahil hepimiz kulaklıklarımızı çıkartmıyoruz (dünya çok gürültülü, evet). Kulaklık takmış insana kulaklıklarını çıkartmasına sebep olacak bir şey sorduğumuzda surat ifadesi nasıl oluyor ama! Bazen aynı anda, aynı yerde, aynı olaylara tanıklık ettiğim insanlarla o an konuşabilmek istiyorum. Bunun yerine fotoğrafını ya da videosunu çekip sosyal medyaya yüklüyoruz malesef. Ardından sıradaki şarkıyla devam ediyoruz kalabalığın içinden kendimizi soyutlamış bir halde.
Biriyle sohbet ederken o kadar çok telefonumuza bakmamız gerekiyor ki. Bazen distopik bir filmin içinde olduğumu hissediyorum. Herkes oturmuş, modaya uygun elbiseler giyilmiş, güzel bir yerdeyiz ve bir masadaki herkes aynı anda telefona bakıyor. Önce birine bildirim gelir ardından diğeri de bir süredir bakmak istediği bir şeye bakmak için telefonu eline alır ve sonra bu akım o masadaki tüm kişilere bulaşır. Ama o gecenin fotoğrafında herkesin yüzü güler nedense. Hepimizin “ben dinliyorum seni ya, anlat” diyerek birileriyle delicesine yazışan arkadaşı vardır mutlaka. Hani ses tonunda susan kişiye karşı bir suçlama vardır. Benim en zor anladığım bir olayla örneklendireyim. Eve gelen misafirlerin gitmesinin hayalini kurarken hepsinin telefona daldığını gördüm birkaç kez. Kitap açıp okuyunca, film açıp izleyince ya da diğer odaya gidince ayıp ettiğimi söylüyorlar. Benim evimdesin ama benimle alakan yok ve kendim evde olduğumda yapacağım faaliyetleri yapamıyorum, ayrıca üzgünüm ama telefonumda bakılacak bir şey yok. Neden ben suçlanıyorum.
Tabi bize ulaşabilecek insanları da kontrol edemez olduk. Doğal olarak bu durum hepimizin sinirini bozuyor. Bir kişiyi engellememiz gereken o kadar çok mecra var ki nasıl yetişeceğiz. Özel hayatımız elimizden açıkça alındı. Patronumuz bizi gece uyandırabilir, belalı eski sevgililer peşimizi bırakmayabilir, kalbini kırmak istemediğimiz biri bizi sürekli rahatsız edebilir, en kötüsü de hiç tanımadığımız biri hakkımızda çok fazla şey biliyor olabilir. Kendimizi vitrine çıkartıyoruz. Kendi isteğimizle bunu yapıyoruz. Tanınmak, sevilmek, bilinmek, takdir görmek istiyoruz çünkü. Telefon çalarken arayan kişiyi görüp ona en ağır küfürleri edip sonrasında telefonu “efendim canım” diye açmadık mı hepimiz?
Telefondan en fazla rahatsız olduğum yerse konserler. Sevdiğim, sürekli dinlediğim, canlı kanlı izlemek için can attığım bir grup şehrimi ziyaret etmişken onları telefon ekranlarının arasından görmeye çalışmak istemiyorum. Anı yaşamıyoruz, kaydediyoruz. Orada muhteşem bir duygu, enerji varken yekpare olmak, şarkılara eşlik etmek, dans etmek ne kadar da güzeldir oysa. Kaldı ki çoğu konser alanı, organizasyon şirketi bu konserleri kaydediyor ve hepsine istediğimiz zaman ulaşabiliyoruz.
“Ben buradaydım, ben bunu yaptım, ben burada da eğlendim” demek yerine o anların içinde olmalıyız. Günümüzde hayatta olduğumuzu belli eden şey cidden sosyal medya kullanımımız olabilir. Paylaşım yapmazsak arkadaşlarımızla haberleşme ihtimalimiz gerçekten çok azaldı. Giderek birbirimizden daha da uzaklaşıyoruz ancak sosyal yüzümüzü, profilimizdeki takipçilerimizi ve like sayımızı önemsiyoruz. Yüzümüz fotoğraflarda gülüyor, mesajda güldüğümüzü belli eden emojiler yolluyor ve harfler yazıyoruz ama yazışma esnasında kesinlikle gülümsemiyoruz bile. Bu iletişim versiyonuna evrilmeyiz umarım.
Galiba kişi kendisinin doktoru olmalı ve kendimize bir diyet/perhiz yazmalıyız artık. Uzun vadede bu bağımlılıkların sonucu tam olarak bilinmiyor ve üzerimizde deneniyor bir bakıma. Kendi kontrolümüzde olduğunu iddia etsek de çok dürüst değiliz. Biraz durmak ve etrafa uymak için yaptıklarımıza ihtiyacımız olup olmadığını sorgulamamız gerekiyor. Telefonda neye ne kadar bakarak zaman harcadığımızı analiz eden yazılımlar var, sonuçlar çok üzücü çıkıyor. Anneler kendi telefonlarına bakarken ağlayan çocuklarının önüne tablet koyarak yemek yediriyor. Konuşmayı öğrenmemiş küçük bir çocuk telefon kullanması zeki olduğunu göstermiyor aslında. Telefonlar ve uygulamalar her zaman en salak insanın bile kullanabileceği düzeyde tutularak yapılıyor çünkü. Faydalı bilgilere ulaşma şansımız da oluyor ama ne kadarı hatırımızda kalıyor? “Buna vaktim olduğunda bakayım, bunu araştırayım, vs.” dediklerimize bakıyor muyuz, okuyor muyuz? İşin doğrusu kısa süreli komik videolar her zaman bu savaşı kazanıyor. Kişisel bilgilerimize ve tercihlerimize göre sınırsız içerik vaktimizi çalıyor.
Her kuşak kendinden sonrayı beğenmez, kimse kendini bağımlı olarak görmez. Ancak bir durup düşünmeli ve kişi kendine uygun kısıtlamalar getirebilmeli. Sadece arama ve mesaj atma özelliği olan bir telefona dönmek belki çoğumuz için imkansız oldu. En azından geceleri telefonu kapatmak, yemekte yanına almamak, spor yaparken telefonu uçak moduna almak, vs. bir adım olabilir. İlk adım olabilir. Yoksa çok yakın gelecekte telefonlar vücudumuzun bir uzantısı olarak evrilmeye başlayacağız.
yalnızlık artık bizden uzakta bir yerlerde bizi ifade ediyor