in

Hırs Mikrobu

Bazı sözcüklerin anlamını yeterince öğrenemiyorum. Hırs bunlardan biri. İyi ki de öğrenemiyorum. Çünkü tamamen öğrendiğimde onun ne demek olduğunu biliyorumdur. Ve bende bilmek hiçbir zaman yaşam deneyimden muaf olmadı.

Şu an bizlere bulaşmaması için kendimizi izole ettiğimiz virüsün adı hırs.* Vücuduna giren kişiyi öldürüyor. Çoğu yazıda bu virüsün yayılışı orman yangınına benzetiliyor. Yazın birçok yerde büyük orman yangınları oldu. Ormanların içinde yanan hayvanların fotoğraflarını gördük. Şu günlerde gözümün önünde hep bu fotoğraflar dolaşıyor…

Betonlaşma hırsı. Makam mevki hırsı. En güzel olma hırsı. En zengin olma hırsı. Kardeşlerim mi? Onların farkında bile değilim. Onlar da eh işte idare edecek kadar yesinler giysinler ama asla benim kadar iyi değil…  Ben en birinci olmalıyım. Her şeyin en iyisi bende olmalı. Niçin güzellik karşısında iyilikle duramıyorum. Niçin güzelliği hazmedemiyorum. Ona layık görmüyorum. Ya da iyiliği ya da başarıyı ya da zenginliği… Yo hayır hepsi benim olmalı.

Günümüzdeki mikrop hırs mikrobu. Macbeth’i bir dizi cinayetin içinde bulduran… Bir cinayeti temizlemek için durmadan başka bir cinayetler işlettiren. Lady Macbeth’in durmadan yıkadığı ellerinden bir türlü çıkmayan ellerindeki kanın mikrobu. Bir amok koşucusu gibi ilerliyor. Önüne gelen herkesi yakıp yıkıp geçiyor…

Peki ne oldu da hırsa bu kadar yol açtık. Görmezden geldik… Nasıl oldu? Bireyselleştik çünkü. “Ben ben” dedik. Ve şimdi o benler,  bizlere birer bomba gibi dönüyor. Elinde korono adlı bir topuz, görünmez bir çılgın aramızda geziyor; ego. İşlediği cinayetleri örtmek için durmadan yeni cinayetler işliyor. Ona “sadece devam et” diyen sesten başka bir şey duymuyor.

Hastalığın adı hırs. Hastalığın tedavisi hastalığa yakalanmamak…

Atom bombası mantığı. Ayna mantığı. Eğer sürekli “ben ben ben” diyorsan karşındakiler de seni olduğun gibi alır. O da “ben be ben” der… Oysa sen,  “sen, sen sen” demelerini bekliyorsundur. Hep “ben” diyen, “ben” demeyi öğretmiş olur. Nasıl kullanacaklarını bilmedikleri birer alet vermiş olursun hepsinin ellerine… Ego. Bakın “ben, ben ben derken kastettiğim, bendim…”  Açıklamaya bile fırsat bulamazsın… Herkes kendi egosuyla tanışmıştır.  Herkes kendi benine çekilmiştir bile… Ambalajı açıp da hediyenin ne olduğuna bakmaz kimse. Ambalajın parlaklığının gözlerini kamaştırmasına alıştırılmışlardır uzun süredir. Ego şatafatlıdır. Ego parlaktır. Ego çocuk halimizi kandırır. Değişim başlamıştır. Kaderin bir cilvesi olarak. Sen ben derken sen desinler diye beklerken herkes senin sayende kendi benine kavuşmuştur. Ve ben her zaman izolasyonu sever. Evi sever. Ta ki biricikliklerinin önemi ile tanışan mutlu kalabalıklar, birlikteliklerinin gücünü fark edinceye kadar…Ben kabukları içinde kendi kedilerine oto sansür uygulamadan özgür kişiler yeniden kendi sözcükleri ile  düşünmeye başladığında insan olmakla ilgili en önemli şey dolaşıma girmiş olacak; değişim. Ve böylece o hırs mikrobu akışın içinde yok olacak. Şelalenin içinde. Küçük küçük birleşen akarsulardan oluşan… Sen, ben, bitki, hayvan, demeden tüm canlıların birbirine karışıp yeniden her şeyin sadece canlı oluşlarıyla hakkettikleri saygın özün ortaya çıktığı… Arınacak böylece yeryüzü; bahara kavuşacağız.

NOT: Akşam ve sabahları sokaklarda market çalışanları, temizlik işçileri, işe giden sağlık çalışanları ve çöpte kağıt, plastik arayan kişiler var. Çoğu da çocuk. Bir yanda mikropla savaşan sağlık çalışanları, diğer yanda doğrudan mikroba maruz kalan kağıt toplayıcıları… Tüm dünya olarak başetmekte niçin bu kadar zorlandığımızın fotoğrafı netleşmiş gibi. Yerlere tükürmek ve çöpte bir şeyler aramak hiç olmasa, hastalığın yayılma koşulları ortadan kalkar büyük oranda…

*Müessesedeki bir yazıdan bugün öğrendim, “corona” sözcüğü de taç demekmiş

Yazan Tersla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Black, Dur Biraz.

Bu Kuşun Hikâyesi, Buğdayın Değil