Çarşaf kırış kırıştı. Bütün gece uyumamış, dönüp durmuştu çünkü. Neydi onu uyutmayan? Geçmiş mi? Gelecek mi? Bugün mü? Bizi en çok o gün kaygılandırıyordu galiba; yatmadan önce geçirdiğimiz saatler…
Kalktı, çarşafa baktı. Bu kırışıklıklar bilinmeyen bir dildeki yazılara benziyordu. Harflerini bilmediğimiz ama içindeki acıyı hissettiğimiz… Anlamını bilmediğimiz ama dinlerken hüzünlendiğimiz türküler gibi…
Oysa daha üç gün önce bu kırışıklıklar bir yandan şarkı söylüyor bir yandan dans ediyorlardı. Nasıl da değişmişti hayatı birkaç gün içinde.
Çarşafı hırsla topladı. Acıya, mutsuzluğa, öfkeye, pişmanlığa, umutsuzluğa dair dağarcığında ne kadar sözcük varsa hepsi bu çarşafın dokusuna, kıyısına, köşesine yerleşmiş gibiydi. Balkona götürdü dertop ettiği çarşafı. Çırptı, çırptı, çırptı…
Çarşaf her çırpıldığında kelimeler yere düşüp parçalandı…